Tanrının Kırbacı Attila

Romalıları ezdiği ve birçok memleketlerini istila ve tahrip ettiği için Romalılarca doğal olarak barbar diye nitelendirilen büyük Türk hakanı Attila, Roma tarihçilerinin etkisi altında kalan bazı Avrupa tarihçilerince de Ortaçağ’ın en korkunç simalarından biri olarak gösterilir. Yerleşik yaşama geçen kavimlerin gözünde; sabit bir ikametgahları olmayan, uçsuz bucaksız stepleri durmaksızın gezen bozkırın çocuklarının tarih boyunca barbar olarak nitelendirilmiş olması şaşılacak bir durum değildir. Örneğin Hunları bir kez dahi olsun görmeyen Roma tarihçisi Ammianus Marcellinus’un Hunlara bakışı son derece acımasızdır:

Hunlar ateşe gereksinim duymaz, çünkü onlar pişmiş yemek yemezler. Ağaç kökleri ve çiğ etle beslenirler ve bu eti de atlarının eğerinin altına koyarak ısıtırlar. Yabani hayvanlar gibi yaşayan Hunlar avlandıkları ile beslenir, avlanamadıklarında yağma yaparlar.

Ammianus’un bu yargısından Hun atları dahi kurtulamamıştı. Ona göre Hunların atları bile “şekilsiz ve biçimsiz”di.

Fakat yine de Hildebrand ya da Walthari gibi Cermen efsanelerinde Attila, yalnızca asilere karşı kılıç çeken, iyiliksever, merhamet dileyeni bağışlayan bir hükümdar olarak tasvir edilir. Çünkü Attila kendi ulusu için şefkatli ve adil olmasıyla da meşhurdur. Düşmanlarına karşı şiddetli ve amansız olması da yaşadığı devrin genel ve doğal bir sonucu ve cihangirlik ihtiraslarının gereği idi. Ve göçebeler çok iyi bilirler ki, kendisinden korku duyulan bir hükümdar, diğer ülkeleri fethetmeye çok daha kolay muvaffak olur.

Attila da tam olarak bunu yapmıştı: Avrupa’nın yerleşik kavimlerine korku salmıştı, hem de çok… Attila korkusu öylesine müthişti ki, Hristiyanlar, işledikleri günahlardan dolayı Tanrının kendilerini cezalandırmak için Attila’yı gönderdiğine inanmışlar ve ona Flagellum Dei (Tanrının Kırbacı) adını takmışlardı.  Romalı tarihçi Jordanes, Attila korkusunu şu cümlelerle anlatıyordu: “Kavimleri sarsmak amacıyla arz yuvarlağının dehşeti olarak dünyaya gelmişti…” Aynı korkunun izlerine, Süryani rahibi St. Efraim’in yazdıklarında da rastlamak mümkün:

Haykırmaları aslanların kükremelerine benzer, küheylanları üzerinde ufukta bir fırtına gibi uçuşurlar. Orduları ile bir tufan gibi kapladıkları arz üzerinde dehşet saçarlar. Silahlarına karşı duracak kimse yoktur.

Hunların Avrupa Tarih Sahnesine Çıkışı

Hunların 4. yüzyıldan itibaren Avrupa ufuklarında görünmeye başlamaları Avrupalılar için gerçekten dehşet vericiydi. Daha önce çok farklı kavimlerle karşılamışlardı ama Hunlar hepsinden farklıydı. Mükemmel ok kullanan bu yeni düşmanları adeta atları ile bütünleşmiş, onların bir parçası gibiydi. Bir Hun’un atının üzerinden düştüğü çok enderdi. Nereden ne zaman çıkacakları belli olmuyor, ölçüsüz süratleri ile bir anda geldikleri gibi gözden kayboluyorlardı. 374 yılına gelindiğinde Volga’nın batısına geçen Hunlar, Ostrogotları ve Vizigotları yurtlarından sürmüş,  Avrupa’yı altüst eden Kavimler Göçü’ne neden olmuşlardı.  Attila tahta çıkmadan çok önce Romalıları haraca bağlayacak derecede kuvvetli bir devlet kurulmuş, Hunlar Roma siyasetini belirleyen en büyük güçlerden biri olmuştu.

Attila’nın hayatının tahta geçişine kadar olan bölümü, hatta doğum tarihi bile tam olarak bilinmemektedir. 395 yılında doğduğu kabul edilmektedir. Babasının adı Muncuk’tur. Babasının sağlığında çocukluğunun bir bölümünü barış rehinesi olarak Tuna kıyısındaki Novae’de geçirmiş, onların dillerini, Romalıların siyaset ve askerlik örgütlenmelerini ve özellikle kendi ulusu hakkındaki niyetlerini iyice öğrenmiştir.

Babasının ölümü üzerine ardılı olan amcası Rua’nın yanında yetiştirilen Attila, Hun devletinin yapısını öğrendi ve amcasının ölümü üzerine de kardeşi Bleda ile birlikte ortak olarak hükümdarlık mevkiine geçti. Tahta geçtiklerinde devletin sınırları doğuda Hazar Denizi’nden batıda Alpler ve Baltık denizine kadar uzanmaktaydı. İki kardeşin birbirine hiç benzemeyen kişilikleri oldukça dikkat çekiciydi. Zevk ve sefaya oldukça düşkün olan Bleda’nın aksine Attila eğitimi ve kişiliği ile sivrilmişti. Tahtın esas sahibi Bleda olsa da tüm devlet işleri Attila tarafından yürütülüyordu. Nitekim Bleda’nın yaklaşık 10 yıllık hükümdarlık dönemi de, hemen hemen hiçbir iz bırakmadan tarih sahnesinden silinip gitmiştir.

Attila’nın hükümdar olduktan sonraki ilk 7 yılının nispeten sakin, bir hazırlık dönemi olarak geçtiği söylenebilir. Attila bu yıllarda daha çok temelleri Uldız döneminde atılan Doğu Roma politikasını sürdürmüştür: Her fırsatı değerlendirerek Doğu Roma’yı sürekli baskı altında tutmak. Nitekim ortak hükümdarların ilk işi de Rua döneminde Doğu Roma ile başlayan barış görüşmelerini sonuçlandırmak oldu. Aslında bu barış görüşmesi yalnızca bir formaliteden ibaretti. Çünkü Doğu Roma, Hunların tüm isteklerini koşulsuz olarak kabul etmek zorunda kalmıştı. Öyle ki, görüşme sırasında Hun elçileri atlarından inmeye bile tenezzül etmemişler, bütün barış görüşmesini at sırtında yapmışlardı. 435 yılında imzalanan Margus Antlaşması ile Doğu Roma Hunlara ödenen verginin iki katına çıkarılmasına razı olmuş, Hunlardan kaçarak kendilerine sığınanları geri göndermeyi kabul etmişti. Bu, Attila’nın ilk zaferiydi.

435-439 yılları arası ülkenin kuzey ve doğusundaki istilacıları etkisiz hale getirmekle geçti. Bu durumu fırsat bilen Doğu Roma’nın ödemesi gereken vergiyi ödememesi üzerine Doğu Roma üzerine bir sefere başlayan Attila, 441 yılında en önemlisi Belgrad olmak üzere birçok büyük kenti ele geçirdi. Ertesi yıl yeni bir sefer daha düzenleyen Attila Tuna kıyısındaki kentleri ele geçirdikten sonra Doğu Roma’nın içlerine doğru ilerlemeye başlamış ve Hun orduları artık başkent İstanbul’u tehdit eder hale gelmişti. II. Theodosios Aspar aracılığıyla barış istemek zorunda kalan Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Margus Antlaşması’nın koşullarını yerine getirmemesinin bedeli çok daha ağır olmuştu. Artık her yıl ödenmesi gereken vergi üç katına çıkmış, savaş tazminatı olarak da 2700 kilo altın alınmıştı.

Attila’nın Asya seferi sırasında, askerlerin Bleda’ya isyan edip ve onu ortadan kaldırmasıyla Attila 444/45 yılında tek başına Hun devletinin başına geçti. Bazı tarihçiler 444/45 yılında Bleda’nın Attila tarafından öldürüldüğünü söylese de bu iddianın gerçeklik payı olağanüstü düşüktür. Çünkü Attila, abisini öldürerek Hun tahtına tek başına oturmak isteseydi, tüm güç elinde olduğu halde on yıl boyunca beklemezdi.

Hunlarla yapılan barış antlaşmasından sonra Doğu Roma birbiri ardına gelen doğal felaketler ile sarsıldı. Korkunç geçen kış, binlerce insanı ve hayvanın ölümüne neden oldu. 446’da baş gösteren büyük yiyecek sıkıntısı ve hemen ardından yayılan bulaşıcı hastalıklar… Ve 447 yılında binlerce kişiyi öldüren büyük bir deprem, felaketlerden başını kaldıramayan Doğu Roma’nın belini iyice büktü.

Doğu Roma felaket üzerine felaketle sarsılırken, Attila idaresindeki Hunlar en parlak dönemlerini yaşıyordu. Attila bu fırsatı kaçırmadı. Madem kendi zor zamanlarında Doğu Romalılar yaptıkları antlaşmayı çiğnemişlerdi, şimdi anlaşmaya uymama sırası Hunlara gelmişti. Fakat Attila’nın asıl gayesi, Doğu Roma’yı tam olarak egemenliği altına aldıktan sonra Batı Roma’ya yönelmek, alt yapısı kurulan cihan hakimiyeti ülküsünü gerçekleştirmekti.

Attila daha önceki seferlerinde hep sürate ve harekete dayanan Hun taktiğini uygulamıştı. Fakat şimdi ordusunda müttefik Cermen kabileleri vardı ve Hun taktiğine alışkın olmayan bu askerlerle yıldırım savaşı yapması söz konusu bile değildi.  Ordu zorunlu olarak çok yavaş ilerliyordu. Vid Irmağı civarında yapılan savaşta Doğu Roma orduları bir kez daha yenildi ama Hunların kaybı da büyük olmuştu. Zaten yavaş ilerleyen Hun ordusunu bir de savaşın yavaşlatması Doğu Roma’ya depremde yıkılan surları onarması için altın tepside sunulmuş bir fırsat sağlamıştı. İstanbullular canını dişine takmış ve Attila İstanbul önlerine gelene kadar geçen iki aylık sürede surları onarmayı başarmıştı.

İstanbul’un surları Attila’nın ordusunu bir kez daha durdurmayı başarmıştı ama Doğu Roma da tüm askeri gücünü son savaşta tüketmişti. İki taraf için de ağırlığı diplomasiye kaydırmak en uygun çözümdü. Seferi izleyen üç yıl Attila ile Doğu Roma İmparatoru II. Theodosios arasında bir türlü bitmek bilmeyen barış görüşmeleri ile geçti. Bugün, Attila dönemi hakkında bildiklerimizin büyük çoğunluğunu, barış görüşmeleri sırasında Roma elçisi Maximinus ile birlikte Attila’nın Eflak’taki karargahını ziyaret eden Paniumlu Priskos’un “Historia” adlı yapıtında anlattıklarına borçluyuz.

Yazdıklarına göre, Attila kısa boylu, çekik gözlü, yassı burunlu, oldukça sade yaşayan bir hükümdardır. Priskos, elçilik heyetindeki misafirlere gümüş tabaklar içinde birçok yemek sunulduğu halde Attila’nın tahta bir tabakta sadece et yemeği yediğini kaydeder.  Bir göçebe için son derece temiz olan elbiseleri de Priskos’un dikkatini çeken ayrıntılardandır.

Başarısız Suikast Girişimi

Avrupalıların Tanrının Kırbacı lakabını taktıkları AttilaAnatolius Barışı’nın imzalanmasından sonra Doğu Roma, Attila’dan kurtulmanın tek yolunun ona bir suikast tertiplemek olduğunu düşünmeye başlamıştı. İmparatorun başvekili Chrysaphius ile tercüman Bigila’nın hazırladıkları plana göre, para vererek satın aldıklarını sandıkları Attila’nın yakın adamı ve muhafızlarının başı olan Edekon, elçilik heyetiyle birlikte ülkesine geri döndüğünde Attila’yı öldürecekti. Fakat Edekon, geri döndüğünde Attila’ya suikast planının tüm ayrıntılarını anlatınca Romalıların Attila’dan kurtulmak için son umutları da sönüp gitti.  Attila, bu suikast girişimi nedeniyle elçilik heyetindekilerinin bir tekini bile öldürmedi ama Doğu Roma İmparatoru II. Theodosios’a gönderdiği mektup oldukça aşağılayıcıydı:

Theodosios da Attila gibi, soylu bir babanın oğludur. Attila, babası Muncuk’tan aldığı soyluluğu sürdürmüş, fakat Theodosios, Attila’ya haraç vererek köle durumuna düşmüştür. Theodosios, kölelik onurunu da koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila’yı öldürmek istemiştir.

Bu sırada Attila’nın şimdiye kadar iyi ilişkiler içinde olduğu Batı Roma’ya karşı politikaları da yavaş yavaş değişiyordu. Doğu Roma artık avucunun içinde olduğuna göre yönünü pekala Batı Roma’ya çevirebilirdi. Tek beklediği uygun bir fırsattı. Beklediği fırsat da Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus’un kız kardeşi prenses Honoria tarafından sunuldu.

İmparator’un kardeşi olması nedeniyle Honoria, Batı Roma İmparatorluğu tahtı üzerinde hak sahibi idi. 31 yaşında olan prensesin mülklerini onun adı ile yöneten Eugenius ile ilişkisi olduğu ve hatta hamile olduğu skandalı patlak verince prenses, yaşlı fakat güvenilir ve zengin bir adam olan Herculanus ile nişanlanmaya zorlandı. Onuru zedelenen prenses en güvendiği adamlarından birini yüzüğüyle birlikte Attila’ya göndererek onunla evlenmeye hazır olduğunu, kendisini kurtarmasını istediğinde Attila’nın beklediği fırsat kendi ayağıyla gelmiş oluyordu.

Attila hiç düşünmeden teklifi kabul etti, çeyiz olarak da imparatorluğun, Honoria’nın hissesine düşen yarısını ya da “Honoria”nın kocası olarak Roma İmparatorluğu’nu ortaklaşa yönetme hakkını istedi.

Batı Roma’nın böyle bir teklifi kabul etmesi düşünülemezdi. Valentiniaus önce Attila’yı oyalamayı denedi, işe yaramayınca Honoria’nın kendisine verilemeyeceğini çünkü başka birisi ile evli olduğunu söyleyerek teklifi açıkça reddetti. 450 yılında savaş kaçınılmaz hale gelmişti.

Attila gelini ve gelinin payına düşen imparatorluğun yarısını almak için ordusuyla Galya’ya girdiğinde, gençlik arkadaşı General Aetius da Hunlara karşı birlikte savaşmak için Vizigotlarla işbirliği yapmıştı.

Papa ve Attila

Attila’nın Kazanamadığı Tek Savaş

İki büyük komutanın Campania (Champagne) ovasının güney kenarında ve Seine nehrinin sol kıyısında 451 yılının bir Haziran günü yaptıkları savaş gecenin karanlığına kadar sürdü. Vizigotlar Attila’yı kendi karagahına sıkıştırmayı başarmışlardı ama kendi kralları da ölenlerin arasındaydı. Roma-Vizigot ordusu Hunların ok yağmurundan korkmasalardı her an Attila’nın karargahına saldırabilirlerdi. Attila karargahının önüne büyük bir ateş yaktırmıştı. Düşmanın eline geçmektense kendini ateşe teslim etmeye hazırdı!

Aetius sonucu daha fazla zorlamayı göze alamayıp geceyi karanlığın koruması altında geçirdi. Akıllı bir komutandı Aetius…  Hunlar tamamıyla yok edilse, diğer barbarlara karşı imparatorluğa kim yardım edecekti?  Üstelik talihin Attila’dan yana dönmeyeceğine kim garanti verebilirdi ki? Bu düşünceden hareket eden Aeitus, Hunların geri çekilmesini engelleyecek hiçbir eylemde bulunmadı, çekilen Hun askerlerini takip etmeye cesaret edemedi.

Bu Attila’nın hayatı boyunca kesin sonuç alamadığı ilk ve son savaşıydı.

Attila Aetuis’un kendisine geri çekilme fırsatı vermesine hiç sevinmedi, bilhassa bunu kendisine yönelik bir hakaret olarak yorumladığından yenilgi saydığı son savaşın öcünü almak istiyordu. Son savaştan yalnızca bir yıl sonra, 452’de, Attila ordusuyla Alplerden İtalya’ya indi. Roma ve Aeutis büyük şaşkınlık içindeydi. Yalnızca 1 yıl içinde Attila’nın yeniden büyük bir ordu kurup kendilerine saldırabileceğini öngörmediklerinden hazırlıksız yakalanmışlardı. Attila yolu üzerindeki Padova, Verona, Milano gibi büyük kentleri ele geçirirken yalnızca izleyebiliyorlardı.

Roma’nın da Hunların eline düşeceği korkusu, başka hiçbir çaresi kalmayan imparatoru, başkanlığını tanınmış papalardan olan Büyük Leo’un (I. Leo) yaptığı bir heyeti Attila’ya barış istemek için göndermek zorunda kalmasıyla sonuçlandı. Attila, içinde değerli ve saygın üyelerin bulunduğu heyetin ricalarını kırmadı çünkü ordusu da iyi durumda sayılmazdı. Öncelikle, özellikle üç ay süren Aquileia kuşatması sırasında ordunun kaybı büyük olmuştu. Mahsul iyi olmadığı halde sefer hasat zamanına denk gelmiş, bu büyük orduyu beslemek artık büyük sorun olmaya başlamıştı. Ölenler gömülmediğinden bulaşıcı hastalıklar tüm orduyu tehdit ediyordu.

Tanrının Kırbacının Ölümü

Attila yurduna dönerken, Romalılara eğer Honoria’nın payına düşen toprakları vermezlerse geri geleceğini söylüyordu. Ne var ki mümkün olamayacaktı. Attila, vergisini yine vermeyen Doğu Roma’ya karşı yeni bir seferin yanı sıra önündeki son güç Sasanilere karşı büyük bir harekata hazırlandığı sırada, 453 ilkbaharında yeni bir evliliğin zifaf gecesinde ağzından, burnundan gelen kanlarla boğularak öldü.

Priskos’dan nakleden Jordanes Attila’nın cenaze törenini şöyle anlatır:

Ordugâhın ortasındaki ipek çadırın içerisinde Attila’nın naaşı duruyordu. Bunun etrafında Hun askerlerinden seçilmiş süvariler savaş oyunları oynuyorlardı. Erkekler halk geleneğine uygun olarak saçlarını kestiler.

Attila’nın cesedi birbiri ardına üç tabuta kondu. Bunlardan birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü ise demirdendi. Bu, güçlü kralın üçüne de değdiğini göstermek içindi. Demir, kavimleri yendiğinin, altın ve gümüş ise her iki Roma İmparatorluğu’nda kazandığı mevkinin işareti idi. Gömme işi gece vakti gizlice yapıldı. Savaşta düşmandan ele geçirilen silahlar, değişik taşlarla süslü altın işlemeli at koşum takımları ve krallığını gösteren değişik şeyler onunla birlikte mezara kondu. Bunlar onun sarayını süslüyorlardı. İnsana has aç gözlülüğü, bir büyük ve değerli hazineden uzak tutmak, mezarın yerini hiç kimsenin bilmemesi için mezarı kazanlar da öldürüldü.

Gerçekten de günümüzde Attila’nın mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Tahminler, Tuna ve Tisa arasındaki bölgenin doğu yarısında herhangi bir yerde olduğu yönündedir. Günümüzde Türkler ve Macarlar tarafından büyük bir kahraman olarak kabul edilen Attila, Avrupalılar tarafından barbar olarak tanınmaya devam etse de Asya uygarlığının önemli öğelerini Avrupa’ya taşıyan kişidir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.