Vikingler Nasıl Savaşırdı?

Kuzeyliler olarak bilinen İskandinavyalılar, sekizinci yüzyıldan itibaren tüccar, korsan ve savaşçı olarak İrlanda, İngiltere ve Batı Avrupa’daki Frank topraklarına, Akdeniz’deki Müslüman ve Bizans topraklarına (1000’li yıllarda, Bizans imparatorlarının özel muhafız birliği (Varangian Life Guard) Viking askerlerinden oluşmaktaydı); güneydeki Slav topraklarına; göçmen ve çiftçi olarak, Atlantik’i aşıp İzlanda, Grönland ve Kuzey Amerika’ya yayılmaya başladılar. Tarihe Vikingler olarak geçen bu kuzeylilerin yayılmacılığı şu etkenlerle açıklanabilir: tarım alanlarının artan nüfusu beslemek konusunda yetersiz kalması, iklimdeki değişimin tarım alanlarını kısıtlaması, iç çekişmeler, tüccarların uzaklardaki zengin topraklar hakkında getirdiği haberler, yağma ve işgal isteği, İskandinav korsanlarının Baltık’tan Batı Avrupa’ya doğru yayılmaya başlaması ve hepsinden önemlisi, yelkenli gemilerin inşası ve denizde yön bulma konusunda sağlanan gelişmeler. Son iki etken dikkate alındığında, Vikinglerin, sekizinci yüzyıla gelindiğinde, kürekli gemilerini yelkenle donattığını görmekteyiz. Yelkenler olmadan, Vikinglerin uzun deniz yolculukları gerçekleştirmesi olanaksızdı. Bu, muhtemelen Batılı tüccarlarla iletişim kurulması sonucunda ortaya çıkan bir gelişmeydi.

İlk Viking (Danimarka ve Norveç) saldırısı, İngiliz kıyılarına düzenlendi ve bunu, dokuzuncu yüzyılın başlarında Danimarkalıların, Charlemagne’ın Frank Krallığı’na düzenledikleri saldırı takip etti. Ardından, İsveç Vikinglerinin dokuzuncu yüzyılın başlarında, günümüzde Rusya olarak bilinen bölgeye düzenlediği, yarı ticaret, yarı yağma amaçlı akınlar gerçekleşmeye başladı. 860 yılında Kiev’den hareket eden ve 200 gemiden oluşan Viking filosu, Konstantinopolis’i kuşattı; Vikingler, şehri alamasalar da, çevredeki manastırları ve başkentin dış mahallelerini talan ettiler. Patrik Photius, Vikinglerin yarattığı dehşeti ifade etmekte zorluk çekerek, yaşananları şöyle ifade etmektedir:

Vahşi ve gözü dönmüş bir kabilenin, korkusuzca dış mahalleleri talan edişine, her şeyi yakıp yıkıp yok etmesine -tarlalar, evler, sürüler, yük hayvanları, kadınlar, ihtiyarlar, gençler-, acımadan herkesi kılıçtan geçirmesine tanık olduğum için dehşet içerisindeyim. Yıkım evrenseldir. Tarlaya üşüşmüş çekirge sürüsü, üzüm bağını sarmış küf, girdap, tufan, sel; her neye benzetirseniz benzetin, topraklarımız üzerine çöken bu felaket, bölgede yaşayan bir nesli tümüyle kırıp geçirdi. Bu kana susamış caniler tarafından öldürülenler adına bir yönden mutluyum ki, hayatta kalarak böyle bir dehşeti yaşamak zorunda kalmamışlardır.

İskoçya ve İngiltere’ye yönelik ilk akınların hedefi ise çoğunlukla manastırlardı, çünkü manastırlar zengin ve savunmasızdı. Pagan olan Vikingler için, buralara saldırmanın hiçbir sakıncası yoktu. Örneğin, 793 yılında Norveç Vikingleri, Lindisfarne’deki manastıra saldırarak rahip ve rahibeleri öldürdüler, kutsal eşyaları tahrip ettiler, tüm kıymetli eşyaları çaldılar ve kimi keşişleri köle olarak alıp uzaklaştılar. Durhamlı din adamı Simeon’un yazdığına göre, 793 yılındaki bu akını düzenleyenler, “büyük bir açgözlülükle her şeyi yağmaladılar, kutsal yerleri kirli ayakları altında çiğnediler, sunakların altını kazdılar, kıymetli eşyaları aldılar, kimi kardeşlerimizi öldürüp kimini zincire vurup çıplak olarak ve hakaretler içerisinde sürükleyerek götürdüler, kimini de denize atarak boğdular.

Vikinglerin Asıl Gücü: Düşmana Verilen Korku

Fransa ve Almanya’ya yönelik akınlar daha büyük ölçekliydi. Bu akınlar 834 yılında başlamıştı; Vikingler, dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, artık kışı bu topraklarda geçirecek kadar kendilerine güveniyorlardı. Vikingler daha sonra, Hamburg, Anvers, Nantes, Chartres, Orleans, Bordeaux, Toulouse ve Paris gibi, nehir ve deniz kıyısındaki kasaba ve şehirlere yöneldiler. Vikingler, denizci olmalarına karşın, kuşatma savaşına girişerek kimi şehirleri de kuşatmışlardı. 885 ve 886 yılları arasında Paris’i kuşatan Vikingler koçbaşı, taş fırlatıcılar ve yoğun ok atışlarından yararlandılar. İç bölgelere ulaşmak için ata binen Vikingler, hedeflerine varınca, atlarından iner ve yaya olarak savaşırlardı. 900’lü yıllardan itibaren Fransa’ya, özellikle Normandiya’ya yerleşmeye başladılar. Benzer bir gelişme, ilk akınlardan sonra Britanya Adaları’nda yaşanmıştı. Özellikle Danimarkalılar, 865-954 yılları arasında ve ardından 980-1035 yıllarında iç bölgelere seferler düzenlediler ve nihayetinde bölgeye yerleşerek entegre olmaya başladılar.

Peki Vikingler nasıl savaşırdı? İlk Viking akınlarında yalnızca vur-kaç taktiği uygulanmıştı. İç bölgelere yönelik daha büyük akınlar için ise, bir kampı üs olarak kullanmak gerekiyordu, bunun için çoğunlukla nehir ağzındaki bir ada seçilirdi. Örneğin, İngiltere’nin doğu sahilinde yer alan Blackwater Nehri’ndeki Northey Adası, 991 yılının Ağustos ayında iç bölgelere düzenlenecek akınlar için üs olarak kullanılmıştı. Kamp, kazıklardan bir duvar ve hendekle çevrilir ve buraya az sayıda muhafız bırakılırdı; ardından Vikingler, nehir yoluyla ya da, nehir bulunmuyorsa, beraberlerinde getirdikleri veya bölge halkından çaldıkları atlarla iç bölgelere yönelirlerdi. Hedeflerine ulaştıkları zaman, yağmalamak için attan iner ve ancak gerekirse savaşırlardı. Bu akınlar yazın düzenlenirdi, kış gelmeden tekrar evlerine dönerlerdi.

Fakat zaman içerisinde Vikinglerin kendilerine güvenleri arttıkça, kışı da tahkimli kamplarında geçirmeye başladılar. Danimarka Vikingleri, 866-886 ve 892-896 yılları arasında İngiltere’ye büyük seferler düzenlediklerinde, bunu nehir yoluyla değil, atlarla yaptılar; böylece, kamplar kurdular ve halihazırdaki Roma yollarını kullanarak tüm ülkeye yayıldılar. Onlara karşı savunma sistemi nehir ve deniz çevresine kurulduğundan -çünkü bu yolları kullanmaları bekleniyordu-, Roma yollarını kullanmaları elde ettikleri başarılarda kritik bir rol oynadı ve bu sayede geniş toprak parçalarını ele geçirdiler.

Fakat toprak ele geçirmek için düzenlenen büyük Viking akınları, farklı taktiklerin kullanımını zorunlu kılıyordu. Örneğin, meydan savaşları ok atışlarıyla başlar, bunu mızrakların fırlatılması takip eder ve nihayetinde Vikingler, skeggox denilen uzun baltalar ya da kılıçlarla yakın savaşa girerlerdi. Zincir zırh, deri ya da demir miğfer (boynuzsuz) giyer, uzun üçgen şeklinde tahta kalkanlar taşırlardı. Yakın savaşa girdiklerinde uyguladıkları taktik, safları birbirine yaklaştırıp kalkanlarını bir arada tutarak bir kalkan duvarı, yani “savaş çalısı” oluşturmaktı; bunun ardından, kendilerine benzer durumdaki düşman saflarını mızrak, kılıç ve balta kullanarak yarmaya çalışırlardı. Düşman safları bir kez yarıldı mı, yok edilmeleri fazla zor olmazdı. Kimi zaman, Vikinglerin ön saflarında “berserk” adı verilen gözü dönmüş savaşçılar bulunurdu; “bare sark,” zırh giymeyen demektir. Bir Viking destanı, Odin’in berserklerini şöyle tasvir ediyordu: “Zırh giymeyi reddeder ve kudurmuş köpek ya da kurt gibi savaşıp, kendi kalkanlarının kenarlarını ısırırlar. Ayı ya da boğa kuvvetindedirler. Düşmanlarına saldırdıklarında, ne demir ne de ateş onları ürkütür.

Vikinglerin asıl gücü, düşmanlarına yaydıkları korkudan kaynaklanıyordu, çünkü böylece korku ve tehdit altındakiler, savaşmaktansa haraç ödemeyi tercih ederdi. İngilizler, 992-1012 yılları arasında kendilerini koruyabilmek için binlerce poundluk Danegeld gümüşü ödediler; öyle ki, ödenen bu haraç, vergi sisteminin bir parçası haline geldi. Benzer şekilde, Fransa da, 845-926 yılları arasında vergi olarak toplanan paralarla, binlerce poundluk gümüş haraç ödemek zorunda kalmıştı. Aksi durumda, yani savaşmayı seçmeleri durumunda, Vikinglerin karşısına çıkan ordu, daha savaş başlamadan psikolojik olarak yenilmiş olurdu. Viking vahşetine dair hikâyeler de gün geçtikçe artmaktaydı; örneğin, kurbanların göğüs kafeslerinin açıldığı ve kartal şekli vermek için akciğerlerinin dışarı çıkarıldığı kan-kartal kurban töreni… Böyle bir törenin düzenlendiği şüphelidir, ama bu tür hikâyeler, insanların Vikinglerin acımasızlığına dair kanaatlerini daha da artırıyor ve bu da, orduları gerçekten çok küçük olan Vikinglerin (çoğunlukla 2.000 kişi ya da daha az) fazlasıyla işine geliyordu.

Viking-berserkFranklar ve İngilizler, bu vahşi saldırganlara karşı kendilerini nasıl savunmuşlardı? Savunma metotları içerisinde en bilineni haraç ödemekti. Öte yandan, şehirler, surlarını yeniden inşa etti ve milis kuvvetleri oluşturma yön-temleri geliştirildi. Vikinglerin iç bölgelere erişmesini engellemek için, nehir ağızlarına ve köprülerin yakınlarına kaleler inşa edildi. Saldırıya açık önemli kıyı bölgeleri de, kaleler inşa edilerek savunulmaya çalışıldı. İngiltere’de Kral Wessexli Alfred, donanma inşa ederek Vikingleri denizde durdurmayı denedi. Alfred, gemiler ne kadar büyükse, o kadar iyidir düşüncesindeydi; bu nedenle, 60 ya da daha fazla kürekli, geniş güverteli gemiler inşa ettirdi. Fakat bu gemilerin idaresi oldukça güçtü ve nihayetinde bu gemiler de yenilgiye uğradı. Danimarkalılara karadan da birkaç saldırı düzenleyen ve düşük seviyeli bir gerilla savaşı uygulayan Alfred, bunda da başarılı olamadı ve sonunda haraç ödemek zorunda kaldı. Nihayetinde, Doğu ve Kuzey İngiltere’de, önce savaşçı-göçmenlerden, ardından sadece göçmenlerden oluşan iki göç dalgasıyla birlikte, yeni bir Anglo-İskandinav toplumu oluştu. York’ta (Viking Yorvik) yapılan son kazılarda elde edilen bulgular, Vikinglerin ticaret, deri işleme, ahşap işleme ve mücevher yapımıyla da ciddi ölçüde uğraştığını gösterse de, bu Vikinglerin asıl amacı tarım yapacak toprak bulabilmekti. Vikinglerin en büyük fetihleri Avrupa’da ve Slavlar arasında gerçekleşmiş olsa da, bu fetihlerin etkileri zaman içerisinde çözüldü ve Vikinglerin yerel halklarla kaynaşması, yeni toplumların temelini attı.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.