Cebeci Ocağı

Osmanlı ordusunda yeniçerilerin silahlarını bir savaştan sonra toplamak, tamir etmek ve saklamakla görevli olan ve savaş zamanında bu silahları cepheye taşıyarak yeniçerilere dağıtan Kapıkulu Ocağı’na Cebeciler ya da Cebeci Ocağı adı verilirdi. Günümüzdeki anlamıyla Osmanlı ordusunun lojistiğinden sorumlu sınıflarından biriydi. Osmanlı ordusunun sefere çıkışı ile Cebeciler de hazırlanır,  savaş zamanı ordunun merkez cephesinin gerisinde kalırlardı. Bu ana görevlerinin yanı sıra Ayasofya, Ahırkapı, Hocapaşa bölgelerinin güvenliğinden de cebeciler sorumluydu. Moğolcadan Türkçeye geçen Cebe Türkçede zırh, zırhlı elbise anlamına gelmektedir. Sonraları ise ateşli silahlar anlamında da kullanılmaya başlamıştır: cebe-hane= cephane.

Cebeciler yalnızca yeniçerilerin silahları ya da zırhlarıyla ilgilenirdi. Zira diğer tüm ocakların kendilerine özgü bakım birlikleri bulunurdu. Savaş zamanı geldiğinde Cebeciler silahları, diğer savunma araçlarını ve cephaneyi binlerce deve ve katırdan oluşan kervanlarla cepheye taşırlardı. Düşman toprağına girmeden yeniçeriye silah ya da cephane vermemek yasa gereğiydi. İstanbul dışında büyük taşra kent ve kalelerinde de Cebeci vardı. Örneğin Ankara’nın Cebeci semti adını burada bulunan Cebeci kışlasından almaktadır. Taşrada bir istisna olarak yalnız yeniçerilerin değil, azap (hafif piyade), dizdar (kale muhafızı) gibi sınıfların silahlarına da bakarlardı. Fakat Yeniçeri Ocağına sıkı kurumsal bağlarla bağlı oldukları için, Vaka-i Hayriye’de yeniçeriler gibi devlete başkaldırmışlar ve lağvedilmişlerdir. Cebeciler, Türkiye tarihinin en büyük ihtilallerinden biri olan, II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi ve şeyhülislam Feyzullah Efendinin katli ile sonuçlanan 1703 Edirne Olayını ilk başlatan sınıf olarak da tarihe geçmiştir.

Cebeci Ocağı’na alınacak askerler tıpkı Yeniçeri Ocağı’nda olduğu gibi gibi Acemi Ocağı’ndan seçilirdi. Ocağa yeni giren askere ilk başta şakirt, deneyim kazandıktan sonra usta denilirdi. Savaş sırasında gönüllü olarak katılanlara ise “Cebeci Serdengeçtisi”  adı verilirdi. Osmanlı ordu düzeninin çöküşü ile birlikte Acemi Ocağı dışından da kişiler Ocağa katılmaya, evlenen Cebecilerin çocuklarının kaydı yapılmaya başlandı.

Cebeci Ocağı’nın kesin kuruluş tarihi belli değildir. Ama Ocağın kurumsallaşıp bağımsız bir sınıf durumuna gelmesi 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet dönemindedir. XIX. yüzyılın ilk yıllarında Bağdat’ta 504, Van’da 155, Kars’ta 162, Edirne’de 96, Silistre’de 68, Varna’da 59, Ağrıboz’da 57, Kudüs’te 53, Modon’da (Mora) 42, Anapa’da (Çerkesistan) 40, İsakca’da (Dobruca) 40, Tolcı’da (Dobruca) 38, Faş’ta (Poti/Gürcistan), 36, Anapoli’de (Mora) 35, Navarin’de (Mora) 34, Tercan’da 24, Ahıska’da 28, Sohum’da (Abhazistan) 28, Ardahan’da 22, İşkodra’da 18, Narda’da 20 olmak üzere taşra kalelerinde 1.560 Cebeci bulunuyordu.

Yeniçeri Ocağı’na sımsıkı bağlı olduklarından sayıları da ordudaki yeniçeri mevcuduna göre değişiklik gösterirdi. Tarihsel kayıtların ortalaması alınacak olursa her 25 yeniçeriye bir bir Cebeci düştüğü söylenebilir. Çeşitli tarihlerde mevcudu şöyledir: XVI. yüzyıl başlarında 500, 1566’da 789, 1600’de 4.000, 1609’da 5.730, 1640’ta 5.978, 1748’de 8.000, 1660’da 4.800, 1687’de 3.503, 1702’de 2.462. XVI. yüzyıldan önce humbaracı ve lağımcı sınıfları da Cebeci Ocağı’na bağlı iken sonradan bağımsız olmuşlardır.

Cebeci Ocağı’nın Yapısı

60 bölüğe ayrılan, karargahları ve kışlası Ayasofya’da (son yıllarında Yerebatan Sarayı civarına nakledilmiştir) olan Cebeci Ocağı’nın komutanına Cebecibaşı adı verilirdi. Atanmasında padişahın huzuruna çıkması yasa gereğiydi. Çoğunluğu sancak beyi (tümgeneral) derecesinde olsa da birkaçına beylerbeylik derecesi (orgenerallik) verilmiştir. Ordu hiyerarşisinde konumu Kapı Kethüdası’ndan sonra, Topçubaşı’ndan önceydi.  Son Cebecibaşı olan Ali Ağa, Vakayı Hayriye’de yeniçerilerin safında yer aldığı için idam edildi. Halbuki ocağın diğer büyük subayları padişaha sadık kalmışlar ve ödüllendirilmişlerdir.

Cebecibaşı XVI. yüzyıl ortalarında günde 70 akça alıyordu. Sonradan akça olarak aldığı para miktarı düşmedi, fakat akçada gümüş yarı yarıya azaldığı için eline geçen de yarı yarıya düşmüş oldu.

Ocağın 5 albayı vardı: Dördüne “kethüda” ve en kıdemlisine “cebeciler başkedhüdası” denilirdi ki, komutanın yardımcısı idi. Diğeri cebeciler katibi denen maliye albayı idi. “Cebeciler başçavuşu” denen bir de yarbay vardı. Cebeciler katibinin yardımcıları cebeciler baş halifesi ve cebeciler kesedarı denilen iki yüksek maliye levazım subayı idi. Kitabet dairesi, Ocağın her türlü kayıtlarını, ulufe defterlerini, ganimet malı, silah, cephane bilgilerinin düzenli kayıtlarını tutardı. Ocaktaki düşük rütbeli subayların her biri aynı zamanda birer ustabaşı idi. Bu ustalar arasında tüfek ustası, kaynak ustası, temizleyici usta, barutçu usta, zırgher, kundakçı, terzibaşı, vb. yer alırdı.

Barış zamanlarında Cebeci Ocağı, Divan-ı Hümayun’un emriyle donanmaya ve kalelere silah, barut vs. gönderirdi. “Cebe-hane” denilen muazzam silah depolarında ihtiyat malzeme azalınca, cebeci başı Divan’a durumu bildirirdi. Bir silahın işe yarayıp yaramayacağına, yaramazsa kaydının düşülmesine, modelce eskiyip eskimediğine, ancak Cebeci Ocağı karar verebilirdi. Taşradaki büyük kalelerde görev alan cebeciler,3 yıl için İstanbul’dan gönderilir, 3 yıl sonra dönerlerdi.

Devletin Samako’da (Bulgaristan) büyük bir dökümhanesi vardı. Burada silah dışında Cebeci Ocağı için her türlü malzeme yapılırdı: kazma, kürek, boru, külünk ve daha pek çok madde. Tüfeklerin yapımında kullanılan ağaçlar Adapazarı’ndan halkın ücretli çalıştırılmasıyla sağlanır ve cebeci kundakçılarına yaptırılırdı. Demirden askeri malzeme yapan bir fabrika da Edirne’de idi. Burada dökülen kurşunlar Belgrad’da depolanırdı. İstanbul ve Gelibolu’da iki yay ve ok fabrikası vardı. Cebeci ocağının gereksinimlerini karşılayan bir dökümhane de Köstence’de idi. Fakat bu fabrikalar gereksinimi karşılamaya yeterli olmadığından, devlet, özel fabrikalardan gereksinim duyduğu malzemeleri satın alırdı. Örneğin 1511’de bir şahsın fabrikasına 780.000 ok ısmarlanmıştı.

Cebeciler çok büyük miktarda istihkâm malzemesi de bulundurur ve yanlarında taşırlardı. Örneğin 1694 Varadin Kuşatması’na 30.000 kürek, 16.000 kazma ve başka aletler götürmüşlerdi. Bütün cephane, silah ve malzeme, numaralı, hazır, sınıflandırılmış, bakımı yapılmış halde muharebe meydanına kadar getirilir, düşman toprağına girildiğinde ya da Türk toprağında düşmanın yaklaştığı öğrenilir öğrenilmez yeniçeri ortalarına, çok büyük bir düzen içinde ve bir kaç saat içinde dağıtılırdı. Herhangi bir düzensizlikten Cebecibaşı sorumlu idi ve çok ağır sorumluluktu.  Çoğu defa idamdan başka cezası yoktu. Tüfekler, zırhlar, miğferler sandık içinde, hafif zırhlarla hafif silahlar ise kılıflar içinde, çok düzenli ambalajlı olarak İstanbul’dan muharebe meydanına götürülür, aynı düzen içinde İstanbul’a getirilirdi. Topçunun barutu biterse Cebecilerde vardı, isterdi. Topçunun zeytinyağı ve benzer ihtiyaçları için de cebeciler hazır bulunurlardı. Barut yapmayan, yalnız koruma ve dağıtım yapan barutçu taburu da vardı. 1687’de mevcudu 344 kişi idi.

Sultan II. Mahmut, 1826 tarihli Vaka-i Hayriye’den sonra cebecilerden 1.054 er ve subay seçip  “Cebe-hane-i Hümayun”u kurdu ki, bu yeni kurum 1860 yılına kadar varlığını sürdürdü.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.