Çin Devrimi

Çin Devrimi, 1917 Rus Devrimi’nin ardından yirminci yüzyılın ikinci en büyük devrimi sayılmaktadır. Çin devriminin süreci aslında yüzyıla yansımaktadır. Batının devrimci düşünceleri Çin’de 1911’de Sun Yat Sen tarafından, 1949’da da halk cumhuriyeti olarak Mao Zedong tarafından Çin’de uyarlanarak yaşama geçirildi. Mao’nun önderliğinde 1934-35’de gerçekleştirilen “Uzun Yürüyüş” ile başlayan devrim süreci 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması ve Çan Kay Şek hükümetinin Formoza Adası’na (günümüzde Tayvan) sığınmasıyla sonuçlandı.

Çin Devrimi dünya politikasında büyük değişikliklerle yol açmış, Güneydoğu Asya ve Afrika ülkelerinde büyük etkileri görülünce Amerika ile İngiltere; Vietnam, Malezya ve Endonezya’daki olaylara müdahale etmek zorunda kalmıştır. Mao devriminin gerçekleştiği 30 yıllık dönemdeki olayların daha iyi anlaşılabilmesi için Afyon savaşlarını, Taiping İhtilali’ni, 1912’de cumhuriyetin ilan edildiği Sun Yat Sen Devrimi’ni dikkatle almak gerekir.

Mançu hanedanı 1911’de devrilip, 1 Ocak 1912’de cumhuriyetin kurulmasıyla ulusal birlik bozulmaya başladı. Kısa sürede ülke, çeşitli biçimler altında 1950’Ii yıllara kadar sürecek bir iç savaşa girdi. Şehirler birer birer özerkliklerini ilan ettiler; özellikle Orta ve Güney bölgelerdeki eyaletler, yerel yöneticiler arasında paylaşıldı. Sun Yat Sen liderliğindeki yeni yönetimin otoritesi, yalnızca güney bölgeleriyle sınırlıydı. Kuzeyde ise imparatorluk döneminden kalma eski yöneticiler, Yuan Şi Kai liderliğinde hemen hemen eski konumlarını koruyordu.

Yuan Şi Kai ölümünden sonra 1916 yılından itibaren iktidar, “Anfou Kulübü” olarak bilinen bir grup siyasetçinin eline geçecekti. Ama eyaletlerin gerçek egemenleri, kendilerine bağlı orduları ve yerel maliyeleri bulunan “dujun”lar yani savaş beyleriydi. Çin siyasi tarihi, bundan böyle çeşitli eyaletler arasındaki çatışmaların ve ittifakların tarihi olacaktı.

Kuomintang’ın Kuruluşu

Cumhuriyet ilan edilince Çin’de büyük bir güç olan “Devrimci Birlik” ihtilalle ilgisi olmayan gruplarla birleşerek bir muhalif parti haline gelmişti. Adı “Kuomintang”olan bu parti muhalefeti temsil ediyordu ama artık devrimci çalışmalarla hiçbir ilgisi kalmamıştı. Her ne kadar programına “sosyal hizmetler”, hatta “sosyalizm” sözcükleri konulmuşsa da bunlar sözde kalmaktaydı, toprak reformundan hemen hiç bahsedilmiyordu. Sun Yat Sen bu nedenlerle Kuomintang içinde “Devrimci Birlik Kulübü” adlı bir grup kurmak gereğini duymuştu.

Kuomintang ilk seçimlerde iktidarı ele geçirmeyi umuyordu. Fakat Cumhurbaşkanı Yuan Şi Kai de maskesini çıkarmış, askeri bir diktatörlüğe giden adımlar atmaya başlamıştı. İlk olarak Kuomintang’ın başbakan adayı öldürüldü, sonra yabacı şirketlerin imtiyazları genişletildi. Yabancı şirketlere tanınan bu ayrıcalıklara karşılık cumhurbaşkanının oğlu çok yüksek maaşla bir yabancı bir şirketin genel müdürlüğüne getirilmişti. Cumhuriyetle beraber daha iyi bir yaşama kavuşacaklarını uman köylülerin en ufak direnişleri bile şiddetle bastırıldı.

Sonunda Kuomintang yasadışı ilan edildi. Sun Yat Sen’in güney eyaletlerinde bir ikinci devrim girişimi de sonuç vermedi. Aylar süren çarpışmalardan sonra devrimci ordular yenildi. Sun Yat Sen tekrar Çin’den uzaklaşmak ve ikinci sürgün yaşamına başlamak zorunda kaldı. Japonya’ya giderek “Çin Devrim Partisi”ni kurdu ve Diktatör Yuan Şi Kai ile mücadeleyi iki yıl Japonya’dan yönetti.

1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, Çin’e yeni bir Japon müdahalesi getirmekteydi. Bu savaşa İtilaf Devletleri safında katılan Japonya, böylece Almanlarla uğraşmakta olan İngilizler ve Fransızların yerine Çin ile uğraşma olanağını bulmuştu. 1915 başlarında Japon Büyükelçisi, Yuan Şi Kai’ye verdiği notada “Çin’deki bütün Alman çıkarlarına el koyduklarını, Mançurya ve İç Moğolistan’ın Japon yatırımlarına açılması gerektiğini, Çin’in en büyük sanayi işletmelerinin Çin-Japon işbirliği ile yürütüleceğini, Çin’e Japon danışmanların gönderileceğini, Çin’in bütün silah gereksinimini Japonlardan karşılayacağını, güvenlik işlerinin de birlikte yürütüleceğini” bildirmekteydi. Kısacası sömürgecilik yine devam edecek, yalnızca sömürgeci ülke bu sefer Japonya olacaktı.

Yuan Şi Kai bu istekleri oyalamak istediyse de başarılı olamadı, Japonya Çin’de istediği üstünlüğü sağladı. Yuan Şi Kai 1916’da öldü. Bu tarihten sonra Kai’nin halefleriyle, Kanton’a gelerek yeni bir hükümet kuran Sun Yat Sen’ in kuvvetleri arasında çarpışmalar başladı ve yıllarca sürdü.

Birinci Dünya Savaşı, Çin’i Avrupa ülkelerinin baskısından kısmen kurtarmış ve artan Japon nüfuzuna rağmen bu yıllarda ticaret ve sanayide gelişmeler olmuştu. Savaştan önce Çinlilerin yönettiği banka sayısı on beşti, savaş sonunda 57’ye yükseldi; fabrikaların sayısında iki misli artış oldu ve işçi sayısı bir milyondan üç milyona çıktı. Çin az da olsa ilk defa 1919’da tahıl ihraç edebildi. Ama bunlara rağmen gerek Batı sömürgeciliği, gerek Japon sömürgeciliği Çin sanayisinin gelişmesini kösteklemekte, yalnızca hafif sanayi kuruluşuna izin vermekteydiler. Oysa savaş yıllarında gelişen Çin’in burjuva sınıfı daha fazla haklar istemekte, Çin ağır sanayiini kurmaya çalışmaktaydı. Aydınlar arasında yeni bir kültür akımı başlamıştı. Konfüçyüs ahlak sistemi, ataerkil aile ve feodal sistemin sosyal ve felsefi görüşleri eleştirilmekteydi. “Arı dil” akımı başlamış, konuşulduğu gibi yazma yolunda başarılı denemeler yapılmıştı. “Çinlilerin Gorki’si” denilen Lu Sun ve roman yazarı Mao Tun bu devrede yetişmişlerdi. Yeni fikirleri yaymakta olan dernekler kurulmuştu. Bunlardan biri Huan eyaletinde Mao Zedong’un liderliğindeki “Yeni Halk Çalışmaları”, bir diğeri de Tiençin’de Çu En Lai’nin başkanlığındaki “Uyanış” derneğiydi.

Savaştan sonra Çin, Wilson Prensipleri’ne dayanarak yabancılara tanınan imtiyazların kaldırılmasını, yabancı birliklerin çekilmesini ve Japonların 1915’te ültimatomla kabul ettirdiği notanın iptalini istedi. Fakat bu istekler reddedildiği gibi, Japonlara verilen imtiyazlar Versay Barış Antlaşması’nda açıkça yer aldı. Oysa Çin, savaşa İtilaf Devletleri safında katılmak zorunda bırakılmış, 200 bin Çinli cephelerde ve cephe gerilerinde çalıştırılmıştı.

1912'de kurulan Erken Çin Cumhuriyeti

Çin Devrim Tarihinde Dönüm Noktası: 4 Mayıs 1919

Çin tarihinin dönüm noktalarından biri 4 Mayıs 1919 oldu. Bu tarihte Pekin’de öğrenciler büyük bir gösteri yaparak Çin’in yarı sömürge durumunda bırakılmasını protesto ettiler ve yabancıların çekilmesini, imtiyazların kaldırılmasını istediler. Binlerce öğrenci hükümet binalarına yürüdü. Batılıların ve Japonların etkisi altındaki hükümet, öğrencilere ateş açtırdı. Olaylar hızla gelişti. Şanghay’da işçiler, Pekin-Hankow demiryolunda çalışanlar, yabancı şirketlerin yönetimindeki maden işçileri Çin tarihinde ilk kez greve başlayarak öğrencileri desteklediler. Burjuva sınıfı da yabancı mallara boykot ilan ederek bu harekete katıldı. Grevler, gösteriler ve karışıklıklar iki ay kadar sürdü. Hükümet tutuklanan öğrencileri serbest bırakıp 28 Haziran 1919’da istifa etti.

4 Mayıs hareketinde sayıları pek az olmakla beraber ilk kez Çinli komünistler büyük rol oynamışlar, gösterileri yönlendirmişlerdi. Gösterilerde “Versay Antlaşması kahrolsun!”, “Emperyalistler kahrolsun!” diye bağıran Marksist Çinlilerin hemen hepsi Rus Devrimi’nin etkisinde kalmış ve Rusya’nın açtığı yoldan gitmek fikrini benimsemişlerdi.

Çin’deki Marksist hareket hızla gelişti ve liderler ortaya çıkmaya başladı. Mao Zedong 1920’de Marksist ilkeleri benimseyerek Çangşa eyaletindeki komünistlerin lideri oldu. O tarihte 27 yaşındaydı. Aynı yıl Çu En Lai Paris’te bulunuyor ve orada komünist çalışmalara katılıyordu.

Çin Komünist Partisi’nin Kuruluşu

1 Temmuz 1921’de Çin komünistleri, Çin’in en büyük sanayi kenti Şanghay’da ilk kongrelerini yaptılar. Mao Zedong da bu kongreye temsilci olarak katıldı. Kongre, Çin bağımsızlık mücadelesinin işçi sınıfı tarafından yürütülmesini ve bunu desteklemek için Çin Komünist Partisi’nin kurulmasını kararlaştırdı.

Çin Komünist Partisi’nin kurulduğu 1921 yılında Çin, tam bir kargaşa içindeydi. Kuzeydeki hükümet yabancıların oyuncağıydı. Nankin dahil güneye egemen olan Sun Yat Sen’in cumhuriyetçi hükümetiyle kuzeydeki hükümet arasındaki iç savaş başlangıçtaki gibi şiddetli olmamakla beraber devam ediyordu. Bazı generaller bulundukları bölgelere egemen olmuş, istedikleri gibi hüküm sürüyor, birliklerini halkın sırtından geçindiriyorlardı. Batılı sömürgecilerin keyfi yerindeydi. Birbirleriyle savaşan Çinli generallere Birinci Dünya Savaşı artığı silahları satarak yeni bir ticaret alanı daha yaratmışlardı.

Çin Komünist Partisi’nin ilk kongresinden sonra partinin üye sayısı hızla arttı. 1922’de parti üyelerinin yönettiği grevlere katılan işçi sayısı da 300.000’i aştı. Mao Zedong doğum yeri olan Hunan eyaletindeki işçileri, Liu Şao Çi de Kiangsi eyaletindeki maden ve demiryolu işçilerini örgütledi. Bu girişimler sonucu 1923 yılında Pekin hükümeti demiryolu işçilerine sendika kurma hakkını tanıdı. Fakat sendikacıların toplanacağı bina askeri birliklerce kuşatıldı; aynı gece sendika binası tahrip edildi.

Göstermelik sendika hakkına işçilerin tepkisi genel greve gitmek oldu; kuzeydeki bütün tren seferleri durdu. Tren seferlerin iptaliyle ekonomik çıkarları zarar gören yabancı devletlerin duruma müdahalesi uzun sürmedi: Pekin hükümetine verdikleri sert bir notayla grevin derhal sona erdirilmesini istediler. Askeri birliklerle grevciler arasında kanlı çatışmalar gerçekleşti. Aralarında iki komünist lider de bulunan sendika ileri gelenleri tutuklandı. Komünist liderler işbaşı emrini vermedikleri için öldürüldüler. Askerler de göstericilere ateş ederek dört kişinin ölmesine, yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldular. Bu olay üzerine grev diğer bölgelere de yayıldı ve sendika “işbaşı” emrini verinceye kadar sürdü.

Komünist Partisi’nin Mayıs 1922’deki ikinci kongresinde, partinin amaçları “iç savaşı sona erdirmek, Çin’i tam bağımsızlığına kavuşturmak” olarak belirtiliyordu. Fakat parti aradığı liderden yoksundu, köylüleri ihmal ediyor ve toprak problemlerine gerektiği gibi eğilemiyordu.

Ancak Üçüncü Komünist Partisi kongresindedir ki “İhtilalci Cephe”nin kurulması için gerekli adımlar atılmış, “işçi sınıfının savaş beyleri ve emperyalistlerle mücadelesinde yalnız olmadığı, diğer güçlerin yardımlarından da faydalanacağı” açıklanmıştı. Bu açıklamanın yapılmasında 1922 köylü isyanları ve Güneyde 200 bin üyeli Köylü Birliği’nin kurulması rol oynamıştı. Komünist Partisi bu açıklamadan sonra Sun Yat Sen’in liderliğindeki Kuomintang’a “Birleşik Cephe” kurulmasını önerdi.

Sun Yat Sen komünistlerin teklifini kabul etti; böylece Kuomintang ve Komünist Partisi kuzeydeki kukla hükümete ve yabancı müdahalesine karşı birleşmiş oluyorlardı. Bu birleşme sonunda Kuomitang’ın “Üç İlke” adı verilen yeni politikası “Sovyetler Birliği ile dostluk, Çin Komünist Partisi ile dostluk, işçi ve köylülerin hareketini desteklemek” biçiminde ortaya konuluyordu.

Birleşik Cephenin kurulması üzerine Kanton’da Sun Yat Sen’in başkanlığında yeni bir devrimci hükümet göreve başladı. Bu hükümet Whampoa Askeri Akademisi’ni kurdu. Akademi Komutanlığına Çan Kay Şek ve Siyasi Müdürlüğüne Çu En Lai getirildi. Bu akademi, düzenli bir milli ordunun temeli olacak ve subay yetiştirecekti.

Çan Kay Şek Diktatörlüğü Başlıyor

Çan Kay SekGüney’deki hareketin giderek güç kazandığını gören Kuzey’deki hükümet, ülkenin barış yoluyla birleşmesi için bir konferans teklifinde bulundu. Bu olaydan önce Pekin’de askeri bir darbe olmuş ve “Hıristiyan General” diye tanınan Feng Yu, Batılıların oyuncağı olan hükümeti devirerek iktidarı almıştı. Sun Yat Sen teklifi kabul etti ve yol boyunca yapılan büyük tezahüratlar arasında Pekin’e girdi. Fakat daha görüşmeler devam ederken hastalandı ve 12 Mart 1925’te öldü. Batılıların da etkisiyle iki hükümet arasındaki birleşme görüşmeleri yarıda kaldı. Sun Yat Sen’in ölümü üzerine Çan Kay Şek, Kuomintang’ın yeni önderi oldu.

1925  Mayıs’ında Japonların yönettiği Şanghay dokuma fabrikalarında yüz bin işçi grev yapmış, Kanton’da da yarım milyon işçinin temsil edildiği “Çin İşçileri Kongresi” toplanmıştı. Japonlar sendikalaşma hareketlerinden rahatsızdı ve dokuma işçileri sendikasının kapatılmasını istediler. Bir Japon muhafız tarafından sendika liderlerinden biri öldürülünce Japonları protesto için yapılan gösteriler yabancı devletlerin yönettiği polisler tarafından bastırılmak istendi. 3 Mayıs günü çıkan karışıklıklarda polisin açtığı ateşle birçok işçi ve öğrenci öldü. Ne var ki ateş açanların ve onlara emir verenlerin suçsuz bulunması üzerine yabancı aleyhtarı hareketler ve Japon-İngiliz mallarına karşı boykot dalga dalga diğer kentlere de sıçradı. Hükümetin giderek büyüyen olayları yatıştırmak yerine Kanton’daki göstericileri makineli tüfeklerle taraması Hong Kong’da tam 16 ay sürecek genel grevin başlangıcıydı. On binlerce Hong Konglu işçi Güney’e geçerek devrimci güçlerin safına kayıldı. 1926 Temmuz’unda yeniden şiddetlenen iç savaşta köylülerin desteğini de alan güneydeki hükümet, İngiliz savaş gemileri tarafından desteklenen kuzeyli birlikleri yenilgiye uğratarak duruma egemen oldu.

1927 Haziran’ında ihtilalci hükümet Kanton’dan Wuhan’a taşındı. Bu arada bazı generaller kuzeyin emrinden çıkıp, devrimcilere katıldılar. Kuomintang taraftarları komünistlerin de desteğiyle beş milyonu buldu. Aynı günlerde işçi sendikalarının üye sayısı üç, köylü birliklerinin üye sayısı ise on milyona yaklaşmaktaydı.

Komünist Partisi, üye sayısı 57 bini bulduğu halde strateji sorunu içindeydi ki, Mao Zedong başa geçene kadar da çözülmeyecekti. İç savaşta köylülere gereken önemi vermediği ve yalnız işçilere dayandığı için parti bu dönemde hep ikinci planda kaldı. Partinin başındaki lider Çen Tu Siu gerçek bir önderde bulunması gereken niteliklerden yoksundu.

Devrimci birlikler Kuzey’e doğru emin adımlarla zafer kazanarak ilerlerken Çin’deki sömürgeciler iki şıktan birini tercih etmek zorunda kalmışlardı. Ya bu kuvvetlerle bir savaşı göze alacak, ya da Yuan Şi Kai örneğinde olduğu gibi devrimin yönünü değiştirip onu denetim altında tutacaklardı. Birinci yol oldukça tehlikeliydi: Devrimci birlikler artık oldukça kuvvetliydi ve ellerinde çok yeni olmasa da kullanılabilir durumda çok sayıda silah vardı. Zorunlu olarak ikinci yol tercih edildi. Tek değişen, Yu Şi Kai’nin yerini Çan Kay Şek’in almasıydı

Sömürgecilerin böylesine bir ikilemin içine düştüğü günlerde Şanghay’da Çu En Lai’nin de aralarında bulunduğu devrimci liderler kentte bir işçi ayaklanması başlatmış ve genel grevin de yardımıyla kente egemen olmuşlardı. İşte bu sırada Çan Kay Şek’in emrindeki devrimci birlikler de Şanghay’a girdi. Ayaklanan Çinliler, devrimci orduyu sevinçle karşılamaya hazırlanmışlardı. Fakat bilmedikleri, Çan Kay Şek’in çoktan Amerikalılarla, Şanghay ve Nankin’in bankerleri ve sanayicileriyle anlaşmış olmasıydı. Onlardan iç savaşa müdahale etmeyeceklerine ilişkin güvence almıştı. Şanghay’a giren Çan Kay Şek birlikleri, 12 Nisan 1927’da devrimci işçilere hiç beklemedikleri anda ateş açtılar ve binlerce kişiyi öldürdüler. Çan Kay Şek’in subayları Nankin, Kanton ve diğer büyük kentlerde benzeri hareketlere girişmek için emir almışlardı. Bu kentlerde devrimci işçiler de kendi saflarında zannettikleri askerlerin yaylım ateşi altında can verdiler. O andan itibaren Çan Kay Şek sol cephe için “hain” olmuştu.

Komünistler “Çan Kay Şek’in Darbesi” adını verdikleri Şanghay olayından sonra beşinci kongrelerini yaptılar. Bu kongrede Mao Zedong, Hunan bölgesindeki devrimcileri örgütleyen bir şef olarak göze çarpmaktaydı. Mao, bu kongrede parti liderlerini şiddetle eleştirdi ve köylü birliklerine gereken önem verilmezse devrimin başarı şansının olmadığını belirtti. Bu yüzden kongrede liderler Mao’ya cephe aldılar, hatta onun oy kullanmasını önlediler. Onlar köylüleri devrimin bir sınıfı olarak kabul etmiyor, işbirliği yapmayı tehlike olarak görüyorlar.

Çan Key Şek ise durumunu kuvvetlendirmiş, birçok birlik kendisine katılmıştı. Kuomintang’ın sol olarak tanınan üyeleri bile Çan Kay Şek’e bağlılıklarını bildirmekteydiler. İktidar artık Çan Kay Şek’in elinde toplanıyordu. Onun liderliğindeki Kuomintang, devrimi bastırma rolüne soyunmuştu.

Çan Kay Şek’in iktidarı ele geçirip, sola karşı cephe alması üzerine iç savaş şekil değiştirmiş ve “Devrimci Birlik”le kuzeydeki kukla hükümet arasındaki bir savaş olmaktan çıkıp Çan Kay Şek rejimiyle komünistler arasındaki bir iç savaş haline gelmişti. Bu savaş 1927 yılından 1937 yılına kadar sürdü. Çan Kay Şek’in başkanlığındaki Kuomintang hükümeti komünistlere karşı bu iç savaşı amansızca yürüttü. Yalnız 1927-29 yılları arasında 450 bin komünist öldürüldü.

Kızılordu’nun Kuruluşu

Ağustos 1927, komünistler için iki önemli olaya sahne oldu: 1 Ağustos’ta başlarında Çu Teh ve Çu En Lai olan komünistler, Kiangsi eyaletinde Çan Kay Şek rejimine karşı bir askeri isyan hareketini başlattılar. 30 bin asker komünistlerin tarafına geçti. Böylece Çin Kızılordu’sunun temeli atılmış oldu. 7 Ağustos’ta da Komünist Partisi’nin olağanüstü bir toplantısında partinin pasif lideri görevinden uzaklaştırıldı. Köylülerin devrimci hareketlerinin parti tarafından örgütlenmesi ve toprak reformunun yapılması kabul edildi. Mao Zedong bu kararı Hunan ve Kiangsi bölgelerinde uyguladı. Bu bölgelerde devrimci hareketleri yönetti; köylüler ve askerlerden silahlı birlikler oluşturuldu.

Aylar sonra Çu Teh ve Çu En Lai’nin Kızılordusu’yla Mao Zedong’un silahlı çeteleri Çingkangşan dağlarında buluştular. Çu Teh ve Çu En Lai’nin liderliğindeki ordu kentlerde tutunamamıştı. Çin Devrimi’nin başlangıcındaki strateji sorunu onları acımadan ezmişti. Önceleri “köylülerle bir devrim yapılamayacağına, bunun için kentleri ele geçirmeleri gerektiğine” inanmışlar ve bunun için savaşmışlardı. Ama başaramamış, üstelik binlerce kişi kaybetmişlerdi. Mao ise köylüleri iyi tanıyor ve köylünün desteği olmazsa komünizmin Çin’de yaşayamayacağına inanıyordu. Çin’in köylüleri göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir güçtü. Mao devasa ve dizginlenemez köylü hoşnutsuzluğunun onları ezen sınıflara karşı seferber edilmesi durumunda, devrimin kesin zaferle sonuçlanacağından emindi. Hatta devrimin başarısı için Rus Devrimi’nden farklı olarak işçilerden çok köylülere güvendiğini söyleyenler vardı ve tarih Mao’un stratejisinin daha doğru olduğunu kanıtlamıştı.

Mao, Çu Teh ve Çu En Lai devrimin hareketini kentler dışında, özellikle dağlık bölgelerde örgütlemek ve köylüleri yetiştirmek konusunda karara vardılar. İki yıl içinde güneyde 19 bölge oluşturdular ve Kiangsi’de “İşçi ve Köylü Hükümetleri”ni kurdular. Bu devrimci hükümet yirmi yıl sonra kurulacak Çin Halk Cumhuriyeti’nin çekirdeği oldu. Hareket Mao Zedong’un deyimiyle “işçi sınıfının liderliğinde bir köylü devrimi” idi.

Bu hareketin başlangıcında bazı başka stratejik yanlışlıklar da yapıldı. Toprak sahipleri öldürüldü, Kuomintang memurlarına işkence edildi, bütün muhaliflere sert davranıldı. Amaca çabuk varmak isteyen bazı komünistlerin ısrarıyla kuvvet durumları iyi hesaplanmadan kentlere saldırıldı; bu saldırılar büyük kayıplar ve bozgunlarla sonuçlandı. Sonuçta bu yanlış politika görüldü ve başarıya ulaşıncaya kadar bütün antiemperyalist kuvvetlerle işbirliği yapılmasına, demokratik aşamaya ulaşılmadan sosyalist aşamaya geçilemeyeceğine karar verildi.

1927-29 yıllarında komünistleri Yang Çe vadisinden sürüp çıkaran, Kanton’a, Nankin’e, Şanghay’a egemen olan Çay Kay Şek Pekin’i de ele geçirmiş ve neredeyse bütün Çin’e egemen olmuştu. Fakat Sun Yat Sen’in ilkeleri bir kenara atılmış, askeri bir diktatörlük kurulmuştu. Başkent Pekin’den Nankin’e nakledilmiş, Çin-Sovyet ittifak anlaşması bozulmuştu. Gerçi büyük zenginler, toprak sahipleri ve sanayiciler Çan Kay Şek’i destekliyordu, ama köylülerin desteği kaybedilmişti. Köylüler Mao ve arkadaşlarını destekliyor, komünistlere yardım ediyor, hatta onları saklıyor ve besliyorlardı.

Çan Kay Şek’le komünistler arasındaki iç savaş tüm şiddetiyle devam ederken Japonlar Çin’i tamamen istila etmek için uygun anı bekliyordu. Nitekim 1929 yılında ABD’de başlayıp bir süre sonra tüm dünyayı saran Büyük Bunalım onlara bekledikleri fırsatı verdi. Bütün ülkeler kendi ekonomik sorunları ile boğuşurken 1931 yılının Eylül ayında Japonlar Kuzeydoğu Çin’i (Mançurya’yı) işgale başladı. Çan Kay Şek’in bölgede bulunan birlikleri yenilgiye uğrayınca Japonlar 40 milyon nüfuslu zengin sanayi bölgesini kolaylıkla ele geçirdiler.

28 Ocak 1932 günü Japon ordusu Şanghay kapılarına dayanmış bulunuyordu. Japon ordusunun başkomutanı, kenti dört saatte zapt edebileceğini söylediği vakit, gözlemcilerin çoğu kendisine hak verecektir. Ama 19. Hareket Ordusu ismini alan Şanghay garnizonu, Japonları sadece durdurmakla kalmayıp Yangçe deltasındaki Vusong’a kadar sürünce, ortalığı derin bir şaşkınlık kapladı. Daha bir ay öncesine gelinceye kadar Çinlilerin doğru dürüst bir tümen bile çıkarabileceklerine hiç kimse inanmazken, şimdi karşılarında koskoca bir ordu vardı! Ve Japonlar, 1932 Şubat’ında bütün deniz ve kara yedeklerinin üçte birini seferber etmek zorunda kaldılar. Anlaşılan, Çin’in fethi imparatorluk genelkurmayının tahmin ettiğinden çok daha güç olacaktı. Şanghay’ı kuşatan Japon silahlı kuvvetlerinin sayısı 100 bine çıkarıldı ve bu kuvvetler dört haftada dört general değiştirdi. Sonunda, 19. Ordu’dan arta kalan 42 bin kişi, şehri terk ederek Yangçe’nin batısına doğru çekilmek zorunda kaldı.

5 Mayıs’ta Kuomintang, Şanghay’da Japonya ile bir barış anlaşması imzalıyordu. Bu anlaşmaya göre şehirde bir Japon garnizonu olacak ve hiçbir Çin birliği şehre yaklaşamayacaktı. Ayrıca Şan Kay Çek, “Çin’in herhangi bir köşesinde baş gösterecek her türlü Japon aleyhtarı faaliyeti çıktığı yerde önlemeyi” taahhüt etmekteydi.

Gene 1932 yılının Haziran ayında Mao Zedong, Kiangsi’de ilk seçimleri yaptırdı. Seçimleri pek tabii ki Komünist Partisi kazandı, çünkü başka aday yoktu. Mao Zedong, İşçi ve Köylü Hükümeti icra Komitesi Başkanı seçilmişti ve 10 Haziran günü de Japonya’ya savaş ilan etti.

Çin Devrimi İkinci Bölüm İçin Tıklayın

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.