Denizaltı Efsanesi: U-Boot’lar
Denizaltıların tarihini inceleyecek bir araştırmacının ilk fark edeceği şeylerden biri, İkinci Dünya Savaşı’ndaki U-Boot’lar kadar düşmana korku veren başka bir denizaltının daha olmadığıdır. Üretildikleri dönemin teknolojik koşullarına göre üstünlükleri ve onlarla karşılaşan düşmanda yarattıkları psikolojik etki düşünülecek olursa, denizaltılardan söz açıldığında akla ilk gelenin U-Boot’lar olması hiç de şaşırtıcı değildir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1954 yılında yılında denize indirilen ilk nükleer denizaltı USS Nautilus bile bu unvanı U-Boot’lardan alamaz.
U-Boot’lar, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Atlantik harekat sahnesindeki en önemli vurucu güçleriydi. İngiltere’nin denizlerdeki üstünlüğünün kırılması ve adaya gelen ikmal yollarının kesilmesi için ellerinde başka vasıta yoktu. Uçakları kısa menzilliydi ve su üstü gemileri Atlantik’te barınamıyordu. Öte yandan müttefiklerin de geniş bir denizaltı filosu olmakla birlikte, bunlar daha çok Pasifik sahnesinde -ve kısmen Akdeniz’de- başarılı oldular; çünkü o yıllarda denizaltılar esas olarak birbirlerine değil su üstü hedeflere karşı etkili olabiliyorlardı.
1940’ın Mayıs ayında, Fransa düştükten sonra bütün ağırlıklarını Dunkirk‘de bırakan İngiltere’nin teslim olması beklendi. Zira Fransa’nın işgal edilmesi Almanlara deyim neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan Atlantik’e ulaşma olanağı sağlamıştı. Bu beklenti gerçekleşmeyince hava hücumları yapıldı; ama RAF Luftwaffe’yi püskürtünce Hitler bir süre üzerinde düşündüğü “Denizaslanı Harekatı”nı (İngiltere’nin istilası planı) çaresiz rafa kaldırdı. Führer şimdi gözünü Rusya’ya dikmiş, İngiltere ile uğraşmayı U-Boot’lara bırakmıştı.
O güne kadar ikinci derecede bir harekat olarak yürütülen denizaltı savaşları, 1940 yazından itibaren esaslı şekilde başlamış oldu. Bunun bir başka nedeni, Almanların Brest ve Lorient gibi Fransız limanlarını birer denizaltı üssü haline getirmeleri, diğeri de savaş çıktığı an ellerinde yeterli kadar geminin olmamasıydı.
Fransa işgal edilmeden önce, Manş’tan geçiş denizaltılar için tehlikeli olduğu için Kuzey Atlantik’te müttefik konvoylarına karşı savaşan denizaltılar, Orkney Adaları’nı dolaşarak Almanya’daki üslerine dönmek zorundaydılar. Bu tehlikeli ve fazladan binlerce kilometrelik yolculuk nedeniyle denizaltılar konvoylarla çarpışmak için fazla zaman ve yakıt ayıramıyorlardı.
Ateşkes antlaşması daha tam anlamıyla yürürlüğe bile girmeden Büyükamiral Karl Dönitz Kuzey Fransa kıyılarındaki üsleri yerinde incelemeye başladı. Bu inceleme sonunda Lorient’da karar kıldı. 7 Temmuz 1940 tarihinde bu limandan ilk kez yakıt ve torpil alan Alman denizaltısı U30 oldu. 3 Ağustos’ta ise Almanya’dan gelen birçok işçi ve uzman ekibin çalışması sonucunda bu liman denizaltıların güvenlik içinde yakıt ve cephane alabilecekleri bir üs konumuna getirildi. Seferden dönen tüm gemiler gerekli bakımı burada yaptırabilirdi. Aynı tarihlerde İngiliz uçaklarının hava saldırılarından korunmak için dev hangarların yapım projeleri ortaya kondu. Denizaltılar 7 metrelik bir beton tabakasının altına sığınacaklardı. Burada İngilizlerin yaptığı stratejik bir hataya değinmek gerekir. RAF 1941 ve 1942 yılları arasında buradaki Alman şantiyelerine ve tersanelerine karşın yoğun bir saldırıya geçti. Binlerce bomba yağdırdı. Oysa böyle bir işe girişmeden önce bu dev hangarları daha yapımı bitirilmeden imha etmeliydi.
U-Boot’ların Komutanı Türkiye’den!
Almanların denizaltı savaşını Büyükamiral Karl Dönitz yönetiyordu. 1914 ile 1916 arasında Türk donanmasında, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girmesine neden olan Midilli gemisinde görev yapmış ve 1934 yılında Türk denizaltı filosuna eğitim vermek için tekrar Türkiye’ye gelmiş bir denizciydi. 1916’da denizaltı sınıfına geçmiş ve kısa süre sonra 26 yaşında, en genç denizaltı komutanlarından birisi olmayı başarmıştı. 1918 yılında komutanı olduğu denizaltı ile Akdeniz’de görev yaparken gemisinin hasar görmesi üzerine İngilizlere teslim olmak zorunda kalmış, esir olarak Malta’ya gönderilmişti. I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından İngiltere’de bir esir kampına gönderilen Dönitz, ancak Temmuz 1919’da özgürlüğüne kavuşabildi.
1935’te Deniz Kuvvetleri Komutanı Büyük Amiral Erich Raeder tarafından Alman Denizaltı Komutanlığına getirilen Dönitz, 1943 yılının Ocak ayına kadar bu görevini sürdürdü. O tarihte Hitler ile anlaşmazlığa düştüğünden istifa etmek zorunda kalan Erich Raeder’ın yerine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi.
İlk gemisini 1935 yılında inşa eden Alman denizaltı filosu, dört yıl içinde, Dönitz’in komutası altında korkulan bir güç haline geldi. Hitler kendisine büyük itimadı vardı; onu kendisinin yerine geçecek devlet başkanı ilan etmişti. Nitekim Hitler 30 Nisan 1945’de sığınağında intihar ettiğinde, Dönitz 23 Mayıs 1945’de Flensburg’ta müttefiklere teslim olana kadar geçen kısa sürede Nazi Almanya’sının devlet başkanı olacaktı.
Dönitz 1936 yılından itibaren hem yazılı hem de sözlü olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na defalarca başvurmuş, çıkacak bir savaşta 300 gemilik bir denizaltı filosu ile Almanya’nın denizlerde üstünlük kuracağını savunmuştu. Ne var ki ne Büyükamiral Raeder, ne Göring ve ne de Hitler denizaltıların bir deniz savaşında ne derece etkili silah olabileceklerini tam olarak kavrayamamışlardı. Dönemin savaş ekonomisini yöneten Göring, eski bir havacı olduğundan önceliği hava kuvvetlerine vermek taraftarıydı. Oysa II. Dünya Savaşı’nın seyri, Dönitz’i bir noktada haklı çıkaracaktı. Eylül 1939’a gelindiğinde Deniz Kuvvetleri Alman ordusunun en zayıf halkasıydı.
1939’a kadar inşa edilen ilk 60 denizaltının çoğu 250-300 tonluk küçük kıyı gemileriydi ve savaş başladığı zaman elinde Atlantik sularına çıkabilecek 600-1100 tonluk gemilerin sayısı 22’yi geçmiyordu. Gemilerin üslerinde, bakımda ve gidiş-dönüş yolunda geçen vakit hesaba katıldığında, ilk yıl Atlantik’te en fazla 5-7 gemi bulunduruyorlardı ki, bununla deniz yollarını kesmeleri olanaksızdı.
U-Boot’lar bu koşullarda dahi büyük başarı gösterdiler ve savaşın ilk 30 haftasında yedi yüz bin ton tutarında 199 gemiyi dibe gönderdiler. Bunlar arasında en önemlisi, Prien komutasındaki U-47’nin Scapa Flow’daki İngilizlerin hiçbir denizaltının giremeyeceğini düşündüklerini ana üssüne sızarak Royal Oak zırhlısını batırmasıydı. Hitler Scapa Flow baskınından sonra denizaltıların önemini anlamış ve kayıtsız-şartsız denizaltı savaşı yapılması iznini vermişti.
U-Boot’ların ilk kurbanı İngiliz yolcu gemisi Athenia olmuştu. Athenia, İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etmesinden yalnızca dokuz saat sonra, Komutan Yzb. Fritz-Julius Lemp komutasındaki U–30 Alman denizaltısı tarafından İrlanda’nın batı sahillerinin 250 mil kadar batısında batırıldı. Athenia 3 Ekim 1939 tarihinde sulara gömülürken, yardım gemileri ulaşıncaya kadar 1.400 yolcusundan 100’ü yaşamını yitirmişti.
U-Boot’ların HMS Ark Royal’e saldırısı ve HMS Courageous uçak gemisini batırması İngilizlerin deniz savaşındaki taktik anlayışlarını da değiştirmeye zorlamıştı. Pahalı uçak gemilerinin, yanlarında yeterli eskort gücü olmadan denizlerde dolaşması artık tehlikeliydi. İngiliz Amirallik Dairesi, denizaltı savunma harekatında uçak gemilerinin kullanılması ilkesini hemen terk ediverdi.
Kurt Sürüsü Taktiği
Dönitz, düşman konvoylarına karşı U-Boot’ları küçük filolardan oluşan gruplar olarak örgütlemiş ve bu taktiğe “Kurt Sürüsü Taktiği” adı verilmişti. Bu taktiğe göre Alman denizaltıları küçük filolar biçiminde birbirlerine yakın mesafelerde devriye geziyor, denizaltılardan biri düşman konvoyuyla karşılaştığında diğer Alman denizaltılarına haber vererek toplu halde saldırıyorlardı. Toplu olarak saldırma denizaltı savaş taktiklerinde yepyeni bir gelişme idi. Birinci Dünya Savaşı sırasında böyle bir taktik kullanılmamıştı.
İngiliz donanma tarihçisi Roskil’in yazdığına göre Amiral Dönitz bu yeni denizaltı taktiğini savaşın başlamasından kısa bir süre önce Berlin’de yayınlanan kitabında açıklamıştı. Bu durumdan pek haberleri olmadıkları anlaşılan İngilizler, Atlantik Savaşının aldığı yeni durum karşısında şaşkına dönmüşlerdi.
Alçak siluetleri ve koyu renkleri ile genellikle gece saldıran U-Boot’ların fark edilmeleri neredeyse olanaksızdı. Alçak güverteleri nedeniyle radar yansımaları da az olduğundan savaşın başlarındaki ilkel radarlar da bu denizaltıları saptamakta başarısız kalmışlardı. Saldırılar sırasında yüzeye çıkmaları, ASDIC’i (İngiliz sonar sistemi) işe yaramayan aletlere dönüştürmüştü. Üstelik yüzeyde iken destroyerler hariç tutulacak olursa, konvoyları korumakla görevlendirilen çoğu eskort gemisinden hızlı olduklarından peşlerine düşmek de bir çözüm değildi.
İngiltere’nin savunmasından sorumlu olanlar, ertesi gün ülkelerinin işgal edildikleri haberi ile uyandırılıp uyandırılmayacaklarını kendi kendilerine sorarak yatarlarken, konvoylara koruyucu olarak verilen gemiler bu yeni taktik karşısında yalnızca biblo olarak kalıyordu. Churchill denizaltılarla savaşmak için ayrı bir destroyer birliğinin kurulması fikrindeydi. Bunlar denizaltılar tarafından batırılma tehlikesini hiçe sayıp bu sularda dolaşacaklar ve denizaltılara karşı savaşacaklardı. Oysa birçok komutanın da belirttiği gibi bu iğne ile kuyu kazmaya benzerdi. Konvoyların yanına kadar yaklaşan denizaltıların saptanması daha kolay olurdu. Böylece geniş bir arazide onları arama zorunluluğu ortadan kalkardı.
U-Boot’ların ana silahı torpidoları idi. Bununla birlikte mayın ve yüzeye çıktıklarında kullanabildikleri güverte silahlarına sahiptiler. Sualtında giderken menzilleri ve hızları batarya gücüyle sınırlandığından, U-Boat’lar zamanların büyük kısmını dizel motorlarını kullanabilecekleri deniz yüzeyinde geçiriyor, yalnızca saldırıya uğradıkları, yerlerinin belirlenme tehlikesi bulunduğu ya da ender olarak gündüz vakti torpido saldırısı yapma şansı yakaladıklarında dalıyorlardı.
Dönitz, müttefiklerin pes etmesi için onların gemi inşa kapasitesinin büyüklüğünü hesaba katarak, ayda sekiz yüz bin ton gemi batırılmasını hedeflemişti. Bunun için Atlantik’te her an 100 civarında gemi bulundurulması, dolayısıyla da elde hizmete hazır 300 denizaltı olması gerekliydi. Büyük bir denizaltı inşa programına girişildi. Sonuçta 1939’a kadar hizmete girenlerle birlikte savaş sonuna kadar toplam 1143 denizaltı yapıldı. Bu süreçte teknolojik gelişmeler paralelinde birçok farklı model U-Boot üretildi. Örneğin Type XXI Elektroboot, dünyanın ilk nükleer denizaltısı USS Naitulus’un esin kaynağı olacaktı.
Ne var ki Dönitz hiçbir zaman aynı anda 300 hazır gemiye sahip olamadı; çünkü savaş tarihinde muharip bir sınıfın verdiği en yüksek kayıp oranı Alman denizaltıcılarına ait oldu. 1940 yılının ilk bölümünde şantiyelerden çıkan ve teslim alınan denizaltıların sayısı ayda yalnızca 2 tane idi. 1940 yılının ikinci yarısında bu sayı 6’ya, 1941’de de 13’e çıktı. Ertesi yıl ise 13’ten 20’ye yükseldi. Bu sayının üzerine bir daha hiç çıkılmadı. II. Dünya Savaşı boyunca 782 denizaltı batırıldı ve yaklaşık 40.000 denizaltıcıdan 28.000’i gemileriyle birlikte derinliklere gömüldüler. 5 bin kadarı da savaşı esir kamplarında tamamladı. Yine tarihçi Roskill’in bir notunu burada anmakta yarar var: “İngilizlerin en büyük şansı, Almanların denizaltı yapım sayılarını yavaş yavaş artırmalarıydı.”
Müttefikler bu büyük tehlike karşısında devasa kaynaklar seferber ederek giderek artan oranda başarı elde ettiler. U-Boot’ların ilk karanlık günleri, en büyük üç asları olan Prien (U-47), Kretschmer (U-99) ve Schepke’nin (U-100) yitirildiği Mart 1941 oldu. Bunlar sırasıyla 161.000 tonluk 28 gemi, 266.000 tonluk 44 gemi ve 159.000 tonluk 39 gemi batırmışlardı. Sonra 1942 yılında Almanlar tekrar atılıma geçerek 6.3 milyon ton tutarında 1160 gemi batırdılar. Savaş sonunda toplam rakam 13.57 milyon grostonu, gemi sayısı ise 2603’ü bulacaktı ki, bu rakama İtalyan ve Japon denizaltılarının batırdıkları dahil değildir.
Almanların altı yıllık performanslarının neredeyse yarısını elde ettikleri 1942 yılının Mart, Haziran ve Kasım aylarında Dönitz’in istediği aylık tonaj hedefi de aşmış oldu. Müttefikler için büyük bir nakliye krizi başlamak üzereydi. Ancak U-Boot’ların beyliği fazla sürmedi. U-Boot’lar için Mart 1941’den daha da karanlık günler kapıdaydı.
1943’ten itibaren müttefikler tekrar Atlantik’te üstünlüğü ele geçirdiler. Bütün bu iniş çıkışların arkasında ise teknik gelişmeler, radar, ASW uçakları, eskort gemileri, konvoylar, denizaltı üslerinin ve fabrikaların bombalanması vs. gibi çok sayıda tedbirin yanı sıra şifre ve elektronik istihbarat (elint) başarıları ayrı bir yere sahipti. Ayrıca 1943 yılından itibaren tam kapasite ile çalışmaya başlayan ABD tersaneleri, U-Boot’ların batırdığından daha fazla tonajdaki gemiyi artık denize indiriyordu.
Tarihe Kara Mayıs (Black May) olarak geçen 1943 yılının Mayıs ayı, U-Boot’ların en karanlık dönemiydi. Yalnızca bir ay içinde toplam 41 U-Boot Müttefikler tarafından batırılmıştı ki, bu sayı tüm operasyonel denizaltıların %25’i demekti. Karl Dönitz şoktaydı. U-Boot’ların görevini geçici olarak durdurarak operasyonel hizmete çekme kararı vermek zorunda kaldı.
Aslında Alman denizaltıların büyük bir kısmı müttefiklerin istihbarata verdikleri önem sayesinde batırılmışsa da, bir kısmı da Dönitz’in gevezelikleri sayesinde batırılmıştı!
Dönitz, genç denizaltı subaylarının çoğunu bizzat tanıyor ve radyo başında onlardan rapor alarak gemileri yönlendirirken eski bir muharip olarak bazen de onlara teşvik edici birkaç şey söylemeyi seviyordu. Ancak müttefikler Atlantik okyanusunda çok yaygın bir “yüksek frekanslı yön bulma” (HF/DF) sistem ağı kurmuşlardı. En az 26 HF/DF istasyonu saniyede 20 kez ufku tarıyor ve her yayının yerini derhal tespit ediyordu. Bir denizaltı merkezle konuştuktan on-on beş dakika sonra yeri, Atlantik’te görev yapan binlerce ASW uçağı veya gemisinden en yakında bulunanlara ulaştırılıyor ve bataryalarını şarj etmek için yüzeye çıkmak zorunda olan gemi, saldırının nereden geldiğini bile anlamadan batırılıyordu.
Ayrıca müttefikler Almanların asla tespit edip karşı tedbir geliştiremediği çok kısa dalga radarlar vasıtasıyla konvoya yaklaşan denizaltıları yakalıyorlardı. Bu tedbirlerin olmadığı savaşın ilk günlerinde, rahatça hareket eden denizaltılar sonraki yıllarda periskoplarını bile çıkarmaya cesaret edemez duruma gelmişlerdi. Ne var ki, istihbaratın tam olması için Alman şifrelerinin bilinmesi ve gemilerin koca Atlantik’in hangi sektörlerine yönlendirildiğinin çözülmesi gerekiyordu.
Enigma Olayı
Enigma Almanların iki savaş arasındaki yıllarda geliştirdikleri pratik bir şifre makinası idi. Bir daktilo makinesinden biraz daha büyükçe olup, 26 tuşu sürekli değiştirilen kablo ve pin bağlantıları ile mesajı karıştırarak harf grupları halinde gönderiyor, karşı taraf da aynı ayarı yaparak şifreyi çözüyordu.
Sonsuz bağlantı kombinasyonu yapılabildiği için, garantili bir mesaj gönderme yolu olarak görülmekteydi. Ancak istihbarat çalışması hiç durmadı.
Enigma’nın çalışma sistemiyle ilgili ilk bilgiler Alınanların bir hatası sonucunda Polonyalıların eline geçmiş ve onlar da işgalden önce bu bilgileri İngilizlere vermişlerdi. İngilizler bu prensipleri kullanarak bir deşifre makinası yapmaya başlamışlardı. Ancak Almanların sürekli değiştirdikleri şifreleme sistemleri için daha fazla bilgiye gereksinim vardı. Bu da 9 Mayıs 1941 günü Atlantik’te devriye gezen üç İngiliz destroyerinin, periskopunu gereğinden fazla dışarıda tutan U-110’u bulup sualtı bombalarıyla yaralamaları üzerine çözüldü. Yüzeye çıkmak zorunda kalan U-110’un mürettebatı makinayı ve şifre defterlerini tahrip edemeden su alan gemilerini terk etmişlerdi. Asteğmen David Balme her an batabilecek olan gemiye girmekte tereddüt etmedi ve ganimet, derhal İngiltere’ye gönderildi. Alman esirler olayı göremeyecek şekilde kapatılmıştı. 400 İngiliz denizci de bu konudan kimseye söz etmeyecekleri yolunda yemin ettiler ve savaş sonuna kadar buna sadık kaldılar.
İngilizler şifreleri çözerek son derece önemli bilgiler elde ettiler. U-110 da ele geçtiği öğrenilmemesi için batırıldı veya batması engellenmedi. Ne var ki Almanlar bir süre sonra şifreleme sistemini değiştirdiler.
U-Boot’ların Altın Yılı: 1942
U-Boot’ların altın yılı olan 1942’de savaşa yeni giren Amerikalılar henüz deneyimsizdi ve refakat gemilerinin çoğu Kuzey Afrika’ya yapılacak çıkarma için bu bölgede toplanmıştı. “Kurt Sürüsü” adı verilen denizaltı grupları Dönitz’in yönlendirmesi altında Atlantik konvoylarına kan kusturuyordu. İşte bu koşullar altında İngilizler yeni bir şans elde ettiler ve bunu değerlendirdiler. Rommel’in El Alameyn’den geriye sürüldüğü günlerde İskenderiye açıklarında yaralanan U-559’un mürettebatı vanaları açarak gemilerini terk ettiler. Petard destroyerinden Teğmen Fasson ile usta denizci Grazier büyük bir kahramanlık göstererek Enigma makinasını söktüler. Şifre dokümanlarını da aldılar ve kapak ağzında bekleyen acemi denizci Brown’a uzattılar. Ama kendileri çıkamadılar ve U-559 ile denize gömüldüler. Ele geçirilen belgeler arasında U- Boot’ların “shark” ve “triton” kodları vardı. Bu kahramanlıkları onlara birer George Nişanı kazandırdı. Brown ise iki yıl sonra bir yangında öldü. Ne var ki sayısız gemiyi ve binlerce denizciyi kurtarmış oldular. Alman haberleşmesinin çözülmesi diğer bilgiler ve ABD’nin artan olanak ve tecrübeleriyle desteklenince, savaşın bundan sonrası U-Boot’lar için, işkenceden başka bir şey olmadı.
U-Boot’ların ele geçirilmesiyle ilgili üçüncü olay ise Amerikalılara aittir. Amerikan denizaltısavar görev grubu 223’ün komutanı D. Gallery hasara uğratılacak bir denizaltıyı ele geçirmek için gönüllülerden oluşan bir grup hazırlamıştı. 31 Mayıs günü izlemeye başladıkları U-505’i dört gün sonra yakaladılar. Yaralanan gemi yüzeye fırladı. Mürettebat daha henüz vanaları açıp, denize atlarken bile Amerikalılar botlarını indirip gemiye hareket etmişlerdi. Ekip on beş dakika içinde vanaları kapatmış, patlayıcıların fünyelerini sökmüş ve ganimetlerini bota aktarmışlardı. U-505 Amerikalıların 1812’den bu yana ele geçirdikleri ilk düşman gemisiydi. Bu olay da iyi saklandı ve Almanlar şifrelerini değiştirmediler. Bundan sonra müttefikler U- Boot’ların bütün hareketlerini izlediler ve savaşın sonuna kadar hemen her gün bir tanesini batırdılar. Bunu genellikle ikmal gemisiyle buluştukları anda, denizaltı yakıt alırken yapıyorlar ve her iki düşman teknesine de şans bırakmıyorlardı.
Okyanus yolları artık müttefiklere tam olarak açıktı ve denizlere hakim olanlar tarih boyunca her savaşı kazanmışlardı.
Amerika 1941’in sonunda savaşa girinceye kadar, İngilizler üç yıl Almanlara karşı tek başlarına direndiler. Denizaltılara karşı tedbirleri gün geçtikçe geliştirerek bu tarihe kadar 66 tanesini batırdılar. 1942 yılında bu sayı 85’e, ertesi yıl da 237’ye çıktı. Son iki yılda ise 394 tanesi dibi boyladı.
Bu sonuçta, denizyollarını açık tutmak için uğraşan sivil veya asker binlerce gemicinin payı vardır. Konvoy ve refakat görevleri son derece rutin, tehlikeli ve meşakkatli işlerdi. Enigma ve kodların ele geçirilmesi, tehlikeleri azalttığı gibi, görev etkinliğini de olağanüstü şekilde arttırdı. Sonuçta hepsinin toplam çabası savaşı kısaltarak milyonlarca kişinin hayatını kurtardı.
U-Boat olacaktı herhalde.
U-Boat bu denizaltıların İngilizcedeki yazılışıdır. Bu denizaltıların Almancadaki adı yani özgün karşılığı U-Boot'dur yani bir yazım yanlışı yapmamış arkadaş. Unterseeboot yani Türkçesiyle deniz teknesinin kısaltılmışıdır.
U-bootlar hakkındaki yazınızda kullandığınız kaynaklar nedir acaba, öğrenebilir miyim? Şimdiden teşekkürler.
U-Boot çeşitleri hakkında da görsellerle zenginleştirilmiş bir yazı yazar mısınız? Çok aradım ama bilgi bulamadım. Mesela type 7, type 20 falan… Emeğinize sağlık bu arada, yazı çok güzel olmuş.
“…1918 yılında komutanı olduğu denizaltı ile Akdeniz’de görev yaparken gemisinin hasar görmesi üzerine İngilizlere teslim olmak zorunda kalmış, esir olarak Malta’ya gönderilmişti. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından İngiltere’de bir esir kampına gönderilen Dönitz, ancak Temmuz 1919’da özgürlüğüne kavuşabildi…”
1919’da özgürlüğüne II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından kavuşabildi!!!!! Kronolojik hata…
Editör: Uyarınız için teşekkürler! Hata kronolojik olmaktan çok, I. Dünya Savaşı yerine her nasılsa yanlışlıkla II. Dünya Savaşı yazılmış.
Enigma’nın ele geçirilmesi ile ilgili kısımlar doğru. Fakat yalnızca Enigma’nın ele geçirilmesi yeterli değildi. Çünkü makinenin 4 çarkı sonsuz kombinasyonda sürekli değiştiriliyordu.
İngilizler bu noktada insan üstü bir gayret göstererek dünyanın ilk bilgisayarını yaptılar. Bu bilgisayar Londra’nın göbeğinde Bletchley Park adı verilen bir bölgede son derece gizli tutuldu. Günümüz ölçüleriyle sırf Alman şifrelerini kırmak için geliştirilen bu bilgisayar devasaydı ve kilometrelerce kablodan oluşuyordu. Fakat sorunsuz çalışıyordu. Günlük değişen Alman şifre kombinasyonlarını bir kaç saat de hesaplıyordu. Ve II. Dünya Savaşı’nın kaderi bu şekilde değişmiş idi. Almanlar şüphelendi fakat İngilizler çözdükleri her bilgiyi Almanların kuşkulanmaması için kullanmadı. Yani Alman şifrelerinin kırıldığı anlaşılmasının diye bazen saldırılara ve binlerce kişinin öldürülmesine göz yummak zorunda kaldılar. Sonuçta Almanlar şifrelerin kırıldığına ihtimal vermediler.
Enigma şifrelemesinin nasıl kırıldığını merak edenler, bu cihazın şifrelemesini kıran matematik dâhisi Alan Turing’in hayatını anlatan “Enigma- The Imitation Game” adlı 2014 yapımı filmi izleyebilirler.
Yazımı redakte etiğiniz için teşekkürler fakat bazı ekleriniz ve çıkarımlarınız yazımın anlamını değiştirebilir. Keşke editör notu olarak aşağıda ekleseydiniz.
Örneğin “Mekanik Deha” derken Almanların savaş boyunca bulup geliştirdikleri dizel motor, tepkili motor, roket teknolojisi vb. buluşları kastettim. Elektronikte ise İngilizler ileriydi Radarı bulup geliştirdiler; kısa dalga radarı yapıp uçaklara monte ettiler. Ayrıca ilk bilgisayarı yapıp şifreleri çözdüler Bu onlara savaşı kazandırmaya yetti. Bu sayede hem denizaltı harbini kazandılar hem de bazı bilgiler Alman komutanlardan önce ellerine geçti. Rommel’in yenilmesi de bu sebeptendir. Ayrıca Kursk’taki kale harekatının tüm planlarını ele geçirip Ruslara verdiler: Savaş orada bitmişti zaten. Almanların şüphelenmesi ve bilim adamlarına şifrenin çözülmüş olabileceğinin sorulması gerçektir. Ve cevap olarak imkansız cevabını almışlardı. Bu da gerçektir.
Dikkat ederseniz ABD’den hiç bahsetmedim çünkü 1940 yılına kadar ABD bilim ve teknolojide geride idi. Bu yıl İngiltere sıkışınca, Borçlar ve Paylaşımlar Antlaşması’nı imzalayıp tüm teknolojik sırlarını ve altınlarını ABD’ye aktardılar. Ve ABD’nin devasa üretim gücü de savaşı kazandıran diğer etken.
Kusura bakmayın biraz uzun oldu. Senelerin bilgi birikimi fırsat buldu mu böyle kontrolden çıkıyor. Bağışlayın…
Editör: Elimizden geldiği kadar anlamı değiştirmeden ama diğer okuyucular için anlamayı kolaylaştıracak derecede düzelti uygulamaya çalışıyoruz. Eğer yorumunuzda başka bir anlam çıkaracak değişiklikler oldu ise özrümüzü kabul ediniz. İlginiz için çok teşekkürler.
Konuyla ilgili 1981 yılı yapımı Das Boot filmini de izlemenizi öneririm..
Ufak bir bilgi notu olarak, radarı aslında İngilizler değil İskoçlar buldu. Radarı geliştiren ve ilk kullananlar ise İngilizlerdir.
Eğer isteyen olursa Das Boot filminin Almanca orijinali ve 5 saatlik UNCUT versiyonunu bulut üzerinden yollayabilirim. İntetnette 3 saatlik kısaltılmış versiyonu var.
cagdasdrama@gmail.com
Karl Doenitz İstanbul’da evlenmiştir. Ayrıca 2. Dünya Savaşı hatıratının telif hakkını Türk Deniz Kuvvetlerine bağışlamıştır. Bu kitap Deniz Kuvvetleri basımevinde maalesef sınırlı sayıda basılmıştır ve satışı yoktur. Kitap oldukça değerli bir kaynaktır. Kütüphanemde bulunmaktadır.
Az önce TRT Belgesel kanalında bu konuda bir film izledim. Kafamda netleşmeyen şeyler vardı. Google’da denizaltılar üzerine araştırma yaparken sitenize ve yazınıza rastladım. Eksik kalanları yazınızı okuyarak tamamladım. Teşekkür ederim. Gerçekten ilginç bir site diğer yazıları da fırsat buldukça okuyacağım.