Feodalizm Nedir?

Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılıp, Avrupa’da ulusal monarşilerin kurulmasına kadar geçen süre içinde egemen olan feodalizm, en önemli üretim aracının toprak olduğu Ortaçağ Avrupa’sında toprak üzerinde tam sahipliğe ve toprak kölesi köylüler üzerinde de yarı sahipliğe dayalı bir yönetim biçimi, bir toplum yapısı ve aynı zamanda bir ekonomik rejimin adıdır. İlk kez Boulainvilliers ve Montesquieu tarafından kullanılan feodalite terimi, vasal adı verilen özgür bireylerin senyör adı verilen özgür bireylere bağlılıklarını ve öncelikle askeri olmak üzere hizmet yükümlülüklerini, buna karşılık senyörün de kendine bağlanan vasalın gereksinimlerini karşılayıp onu koruma yükümlülüklerini düzenleyen kurumlar bütününü tanımlar. Tanımından da anlaşılacağı üzere feodalizm, senyör ve vasallara karşılıklı olarak hak ve yükümlülükler yükleyen bir sistemdir. Dolayısıyla feodal ilişkiler dürüst bağımlılık ilişkileridir: Bir vasal senyörüne ne kadar dürüstlük ve bağlılık borçluysa, senyör de ona aynı derecede borçludur.

Feodalizm, kendisini doğuran toplumsal koşulları yaratan Batı Roma İmparatorluğu’nun köleci sisteminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı için evrensel değil, Avrupa’ya özgü bir rejimdir. Kölecilik düzeninin çöküşü sırasında başta Karolenj Fransa’sı olmak üzere Batı Avrupa’da, daha sonraları da ilkel topluluk düzeninin çöküşü sırasında Doğu Avrupa’da belirdi. Erken feodalizm ve gelişmiş feodalizm olarak iki döneme ayrılan feodal düzen burjuva devrimlerine kadar sürdü.

Feodalite rejiminin doğmasının nedenleri maddeler halinde şöyle özetlenebilir:

  • Batı Roma İmparatorluğu’nun hem merkezi bir hükümet sistemi, hem de belediyeler çevresinde toplanmış bir yönetim sistemi olarak yıkılması sonucu doğan güvenlik bunalımı.
  • Kavimler göçü.
  • Batı Avrupa’da yaşayan insanlarla diğer yörelerde yaşayan insanlar arasındaki iletişim ve ticaret yollarının Akdeniz bölgesinden çıkmasıyla başlayan ekonomik çöküş.

Feodalite Nasıl Doğdu?

Batı Roma İmparatorluğu yıkılıp 9. yüzyıl başlarında Karolenj İmparatorluğu kurulana kadar geçen süre boyunca Avrupa’da birçok barbar krallık bulunuyordu.  Avrupa’yı bir hallaç pamuğu gibi atan Cermen istilaları, ardından başlayan Müslüman fetihleri ve en sonunda Macar ve Viking akınları bu krallıkların en büyük sorunuydu. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun kurucusu kabul edilen Şarlman’ın dedesi Charles Mattel zamanında kralın çevrelerindekilere, yandaşlarına, bu akınlara karşı onlardan bekledikleri askeri hizmetlerinin karşılığı olarak büyük topraklar verilmesi geleneği başlamıştı. Bu uygulamanın yaygınlaşmasıyla kendi içerisinde dük, marki, kont, vikont, baron gibi hiyerarşik sıralamalara sahip yeni bir aristokrasi sınıfı doğmuştu. Zamanla bu uygulama yalnızca toprak vermekle sınırlı kalmayarak, kendilerine sadık olanlara bazı siyasal yetkiler vermeye kadar ulaştı. Laikler, piskoposlar ve manastır başkanı papazlar dahi “bağışıklık”tan yararlandıkları gibi, kendi adlarına vergi alma, asker toplama ve adalet dağıtma yetkisini de ele geçirdiler. Böylece, yeni bir “büyük toprak sahipleri” ve “güçlü askeri önderler” sınıfı doğdu.

Ne var ki, kişisel bağımlılığın toprakların verilmesi sayesinde sağlanması, merkezi yapının zamanla zayıflamasına, kralın otoritesi giderek azalırken bu yeni sınıfın gücünün giderek artmasına neden olmuştu. Böylece her ne kadar siyasi piramidin tepesinde halen daha krallar gözükse de gücü asıl ellerinde bulunduranlar ise senyör ya da derebeyi adı verilen bu yeni sınıf oldu. Toprağın ve dolayısıyla üretim gücünün yeni sahibi olan bu sınıf, tıpkı Magna Carta’nın Yurtsuz John’a kabul ettirilmesi gibi, krallara bile isteklerini zorla kabul ettirecek bir güce ulaştılar. Artık senyörler krala değil ordu toplamak için krallar senyörlere gereksinim duyuyordu.

Feodalite, merkezi otoritenin yok denecek kadar azaldığı, karışıklıkların ve güvensizliklerin topluma egemen olduğu, ticaretin neredeyse durup kent yaşamının önemini yitirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Norman, Cermen, Müslüman ve Viking akınlarına karşı az sayıda şövalyenin köylülerin de yardımıyla, daha büyük kuvvetler gelene kadar direnmelerini sağlamak için iyi tahkim edilmiş binaların yapılması gerekliydi. Böylece Ortaçağ Avrupa’sının birçok yerinde çok iyi tahkim edilmiş sayısız şato ortaya çıktı. Merkezden uzakta yaşayan küçük toprak sahipleri de uzaklardaki hükümdarların kendilerini ya da topraklarını istilalara karşı koruyamayacaklarını anladıklarından yavaş yavaş; yüz yüze ilişki kurabildikleri, otoritesini ve gücünü yakından hissettikleri şato sahibi senyörlerin himayesine sığınmaya başladı. Merkezden bağımsız olarak başlayan bu örgütlenme, feodalizmin doğuşunun da temelini oluşturdu.

Vasallık ilişkileri temelde iktidarın, gücün ve toprağın sahibi olanlar, yani çok küçük bir azınlığı temsil eden soylular ve şövalyeler arasında kuruldu. Kamu gücünün zayıflamasıyla (X. ve XII. yy), bu vasallık ilişkileri kırsal kesime egemen oldu ve soylular ile şövalyelerin çıkarlarına hizmet eden bir toplumsal ilişkiler sistemine dönüştü. Karolenj İmparatorluğu’nun bölüşülmesiyle kurulan devletlerde doğan feodalizm, fetih yoluyla İtalya’nın güneyine, İngiltere ve Suriye’ye yayıldı.

Feodalizmin Genel Özellikleri

Feodalite rejiminin karakteristik özellikleri maddeler halinde şöyle sıralanabilir:

  • Büyük toprak mülkiyetiyle yan yana küçük tarım işletmeciliği.
  • Üretici sınıfın toprak köleliği.
  • Sınıflar arasında büyük eşitsizlik ve halkın soylular, ruhbanlar, burjuvalar ve köylüler gibi sınıflara ayrılması.
  • Merkezi iktidarı oluşturan bir güce değil, hizmet ve sadakat çerçevesinde toprak sahibi feodal soylu sınıfa bağımlılık.
  • İzlenen kapalı ekonomi nedeniyle doğal işletmecilik ve işleme tekniğinin son derece düşük olması, artı ürün dışarıya satılamadığından rekabetin ve pazar ekonomisinin oluşmaması.
  • Toprak mülkiyetinin soyluların elinde olmasının sermaye birikimine olanak vermemesi.

Senyör

Senyörler Roma particileri ve Cermen savaş şefleri olmak üzere iki kökenden geliyorlardı.  Senyörün yönetme ve yargılama yetkisini kendinde toplaması nedeniyle senyörlük neredeyse tam bağımsız adli ve siyasi bir oluşumdur. Buna karşın bir senyör, kendinden daha güçlü başka bir senyörün de vasalı konumunda olabilir.

Büyük ya da küçük, ama şatosu ve toprakları olacak kadar güçlü her soylunun, mülküne hükmetme hakkı vardı. Topraklarında yaşayan herkesin, özellikle de topraklarını kiraladığı köylülerin efendisiydi. Bu topraklar üzerinde yaşayanlar gerek emek, gerek ürün payı, gerekse para olarak senyöre bir rant ödemekle yükümlüydüler. Senyörlerin köylüler üstündeki hakkı iki türlüydü: Toprakların kiralanmasına karşılık hasattan alınan vergiler ve senyörün toprakları üstünde zorunlu çalışma (angarya); köylülerin; senyör, düzeni ve adaleti sağladığı ve toprağı düşmana karşı savunduğu için ödemek zorunda oldukları efendilik harcı. Senyör ayrıca altyapının, yolların, köprülerin bakımını, değirmen, fırın gibi ortak kuruluşların yapımını üstlenebilecek tek kişiydi.

Bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için senyör, genel bir vergi uygular ve köylüleri herkese açık kuruluşlardan yararlanmak, bunun karşılığında da para ödemek zorunda tutardı. Ayrıca geçiş, ulaşım ve satış harçları alırdı. Köylüleri şatonun onarımında, bakım ve korunmasında kullanırdı.

Senyörlerin toprakları doğrudan senyöre ait olan ve ortak olarak kullanılan atölye, değirmen gibi birimleri de barındıran reserve ya da demense adı verilen topraklardan ve ancak bir ailenin geçimini sağlayacak büyüklükte olan masnus adı verilen köylü çiftliklerinden oluşurdu. Serfler masnuslardan elde ettiklerinin üründen senyörlere hisse verirlerdi.

Vasallar

Senyöre bağlılık ve onu onurlandırmak için düzenlenen törenin ardından vasal olunurdu. Vasal, ellerini bitiştirerek, efendisinin ellerinin içine uzatır ve kendini onun kulu (hommage) ilan ederdi. Böylece, bütün varlığıyla efendinin hizmetine girdiğini belirtirdi. Senyör vasalı kabullenir, onu ayağa kaldırır  ve dudaklarından öperdi. Daha sonra vasal İncil üzerine el basarak bağlılık andını içer, böylece efendisine zarar vermeyeceğine söz vermiş olurdu. Senyörde ona kendisine bağışladığı fief’i (toprak parçası) temsil eden bir eşya verirdi.

Vasallar gerektiğinde “bileğiyle” gerektiğinde ise “kafasıyla” da efendisinin hizmetinde olacağını belirtirdi. Ortaçağ’da birey yoktu, bütün önemli kararlar ortaklaşa alınırdı. Dolayısıyla, senyör de vasallardan düşüncelerini belirtmelerini beklerdi.

“Bilek”le hizmet her şeyden önce askeri destek anlamına geliyordu. Vasal, kendi silahşörleriyle birlikte herhangi bir savaşta senyöre yardım edecek, gerekirse, kendi atını savaşta ona verecekti. Ancak sistemin işleyişi gerçekte çok daha karmaşıktı. Pek çok vasal birden çok senyörden fief elde ettiğinden, bu senyörler kendi aralarında savaştıklarında hangisine hizmet edileceği sorunu ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla zaman içinde verilen fiefin değerine göre olayın ekonomik yanı, kişiler arası ilişkinin ve bağlılığın üzerine çıktı.

Vasallar ayrıca belirli koşullar altında senyörlere vergi ödemekle de yükümlüydüler:

  • Senyörün çocuklarının evliliği durumunda drahoma olarak,
  • Senyör bir savaşta tutsak düşerse fidyesinin ödenip serbest kalması için,
  • Vasalın toprak mirası elde etmesi durumunda

Görevini yerine getirmeyen ya da hainlik eden vasal, senyör tarafından cezalandırılır, gerektiğinde silahlı kuvvetlerle üstüne gidilir, mallarına el konurdu. Buna karşılık senyör de, vasalını gerektiğinde korumakla, herhangi biriyle arasında çıkabilecek anlaşmazlıkları çözmekle ve saldırıya uğrarsa desteklemekle yükümlüydü. Ayrıca bir vasalın erken yaşta ölmesi durumunda geride kalan eşine ve çocuklarına bakmak ve mirasın hak sahibine ulaşmasını sağlamak da senyörün yükümlükleri arasındaydı. Senyör bu yükümlülüklerini yerine getirmediği zaman vasal, “bileği” ve “kafasıyla” ona yardımcı olmaktan vazgeçebilirdi. Ya da senyörün kendisine zarar verdiği kanısındaysa, sadakat yemininden cayıp senyörünü süzerenine şikayet edebilirdi.

Serfler ve Küçük Toprak Sahipleri

Her ne kadar tam anlamıyla köle sayılmasalar da serfler, bağlılıklarının simgesi olarak belli miktar bir parayı senyöre vermek zorundaydılar. İşledikleri toprakları elden çıkarmaları ya da istedikleri gibi kullanmalarına izin yoktu. Bu nedenle ölmeleri durumunda sahip oldukları malk ve mülk yeniden senyörün eline geçiyordu. Ayrıca senyörlük dışında evlenmelerini, başka yere taşınmalarını ve orada oturmalarını yasaklayan kurallar da bulunmaktaydı. Bir serfin özgür bir kadınla evlenebilmesi ancak senyörün izniyle mümkün olabilmekteydi. Köylüler ayrıca yukarıda sözü edilen birçok feodal vergiyle de sömürülüyordu.

Feodalite

Feodalizmin Çöküş Nedenleri

Feodalizm yıkılmasının temel nedeni, ekonomik dengelerin zaman içinde değişmesidir. Amerika kıtasının ve Hindistan deniz yolunun keşfi, parasal mal değişimin gelişmesi, büyük parasal değerlerin bazı ellerde toplanmaya başlaması, kısacası ilk sermaye birikimleri ve burjuvazinin gelişmesi feodalizmin temellerini sarstı.

Burjuvazinin ve ticaretin gelişmesine paralel olarak aldığı vergiler nedeniyle krallar merkezi bir ordu kurma ve senyörler üzerinde denetim kurma şansına yeniden kavuştular. Senyörlerin ekonomik üstünlüğü sona ererken, sırtını giderek güçlenen burjuvaziye dayayan kralların otoritesi gün geçtikçe arttı. XIII. ve XIV. yüzyıllarda merkezi yönetimin otoritesini kabul ettirmesi ve toplumdaki köklü değişiklikler karşısında feodalitenin egemenliği giderek zayıfladı. Feodalizmin bunalımı diye nitelendirilebilecek olay,  XIV. yüzyılda tam anlamıyla belirginlik kazandı. Senyörlüklerin maliyesi, ekonomik duraklama ve krallık vergilerinin artmasıyla tam bir darbe yedi.

Aynı zamanda senyörlüklerin gücünün art arda gelen veraset çatışmaları ve vasalların kendi özgürlüklerini elde etmeleriyle parçalanması feodalizmin çöküşünü hızlandırdı. Çoğunlukla feodal hakların yerine geçmiş olan ve en başından beri geleneksel olarak belirlenen parasal akarlar, yeniden değerlendirilirken kayıplara uğrandı.

Feodal derebeylerin elindeki son kozları, aşılmaz görünen, çok iyi tahkim edilmiş şatolarıydı. Ne var ki barutun ve ardından topun savaş alanlarında kullanılmaya başlamasıyla en aşılmaz görünen yerlerin bile alınabileceği anlaşıldı. Şatolarının arkasına saklanma olanağını yitiren soyluların krala bağlanmaktan başka bir şansı artık kalmamıştı.

Feodalite rejiminin son kalıntıları da ülkelerin Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmesiyle tarih sahnesinden silindi. Kısacası feodalizm, Avrupa’nın istilalara karşı güvenlik gereksinimi nedeniyle doğmuş  ve ekonomik dengelerin değişmesi ile de  yıkılmış bir rejimdir.

1 Yorum

fatma köroğlu için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.