İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaasının Serüveni

İlk Türk matbaasını kuran İbrahim Müteferrika, 1670 yılı dolayında Macarca konuşulan Erdel bölgesinin (şimdi Romanya sınırları içinde) merkezi Kolojvar kentinde doğdu. II Süleyman’ın (Kanuni) ilk Viyana kuşatmasının ardından, Janos Zsigismund’un Erdel krallığına atanması üzerine, bu ülke bir buçuk yüzyıl boyunca dış ilişkilerinde Osmanlılara bağımlı, iç işlerinde bağımsız bir devlet olarak yaşamıştı. Ortaçağ Avrupa’sının en hoşgörülü bölgelerinden biri ve Papalıkla Katolik kilisesinin baskısından, engizisyondan kaçanların sığındığı bir ülke olan Erdel’de, Lutheranism ve Kalvinizm mezhepleriyle birlikte Unitarian mezhebi de yaygındı. Unitarian mezhebi, “Papanın çok şiddetli bir biçimde izlediği ve onları Muhammedilik fikirlerini kabul etmekle suçladığı” varlığı bilinmezlikten gelinen bir mezhepti.

İbrahim Müteferrika’nın da 17. yüzyıl sonlarında Koloşvar’da yaygın Unitarian mezhebinden olduğu; kimi kaynaklarda ileri sürüldüğünün aksine, Kalvinistlerin değil Unitarian’ların ilahiyat okulunda öğrenim gördüğü ve din adamı olarak yetiştiği anlaşılmaktadır. Thököly İmre’nin Koloşvar’ı ele geçiren Habsburglara açtığı savaş sırasında, 1692 ya da 1693’te Türklerce tutsak edildiği, kurtulmalığı ödenmediği için İstanbul’a getirilip köle olarak satıldığı, bu durumdan kurtulmak için Müslümanlığı kabul ederek İbrahim adını aldığı yolundaki iddialar, Katolik bir Macar olan De Saussure Szezârnak ile Katolik rahibi Karâcson’dan kaynaklanmış; Müteferrika üzerine incelemeler bu temele oturtulmuştur. Niyazi Berkes, bu iddiaların uydurma olduğunu ve İbrahim Müteferrika’yı kötülemek için ortaya atıldığını inandırıcı bir biçimde açıklamaktadır. İbrahim Müteferrika’nın Risale’i İslamiye adındaki kitabındaki beyanları, onun Cizvit papazların baskısı altında bir ülkede yaşamaktansa Osmanlı’ya sığınarak Müslüman olmayı tercih ettiğini gösterir.

İstanbul’a Thököly İmre’nin maiyetiyle gelmiş olabileceği gibi, daha önce de gelmiş olabilir. Thököly’nin Türkçe bildiği göz önüne alınırsa, Türklerin etkisi altında bulunan Erdel’de Türkçeyi öğrenmeye başlamış olduğu da düşünülebilir. Risale-i İslamiye’yi yazdığı tarihte (1710), Türkçeyi olduğu kadar, kültürünü de gerektiği ölçüde öğrenmiş bulunduğu anlaşılıyor. Kısa sürede zekası, çalışkanlığı ve bir kaç dili konuşabilmesi dikkati çekmiş ve İbrahim adının yanında padişahın özel hizmetleri ile görevlendirilmiş anlamına gelen “Müteferrika” lakabını almıştır.

Osmanlı’da İlk Matbaayı Sefarad Yahudileri Kurmuştu

Osmanlı’da ilk matbaa, İspanya kraliçesi İsabella’nın Katolik kilisesi ile işbirliği yaparak 31 Mart 1492 tarihinde çıkardığı bir fermanla İspanya’yı terk etmek zorunda kalan Sefarad Yahudileri tarafından 1493 ya da 1495 yılında İstanbul’da, ardından 1527 yılında Selanik’te kurulmuştur. Bu matbaaları kısa süre sonra diğer azınlıkların açtığı matbaalar izlemeye başlar. Bu matbaalarda İbranice, İspanyolca, Yunanca ve Latince dillerinde kitap basılmasına izin verilirken, Arapça ya da Türkçe olarak kitap basılması yasaklanmıştır. Dolayısıyla matbaa bu dönemde Osmanlı toplumunu etkileyecek bir güç olmaktan oldukça uzaktır.

Her ne kadar Gutenberg’den kısa süre sonra matbaa Osmanlı’da ilk matbaa açılmış olsa da yine de matbaanın Osmanlı topraklarına oldukça geç ulaştığını söyleyebiliriz. Zira yukarıda değindiğimiz gibi, yalnızca azınlıklara ve Türkçe-Arapça dillerinde basım yapmamak şartıyla izin verilmesi Osmanlı toplumunun çoğunluğunu oluşturan Müslümanların matbaayla tanışmasını oldukça geciktirmiştir. Osmanlı’ya matbaanın geç gelmesinin nedenleri şöyle özetlenebilir:

  • Lale Devri’ne kadar Osmanlı’nın Batı’daki teknik gelişmelerden uzak kalması sonucunda bir matbaa kuracak düzeyde teknik bilgiye sahip kişilerin bulunmaması,
  • Osmanlı Devleti’nin esnaf sınıfını oluşturan loncalardaki hattatların, işlerini yitirmek ve geçim zorluğuna düşmek endişesiyle matbaanın Osmanlı’ya gelmesini önlemek için ellerinden geleni yapması,
  • Osmanlının kullandığı Arap alfabesinde her bir harfin sözcüklerin başında, ortasında ve sonunda olmak üzere üç ayrı biçiminin olması nedeniyle yüzlerce harf kalıbının dökülmesi gerekmesi ve bu nedenle yazmaya kıyasla basım işinin oldukça uğraş verici olduğunun düşünülmesi,
  • Okuryazarlığın oldukça düşük olduğu Osmanlı toplumunda basılı kitaplara olan talep yetersizliğinin matbaayı gereksiz kılması,
  • Bazı Batılı yazarların gözlemlediği gibi, estetiğe düşkün olan Osmanlı aydınının güzel bir yazıyla yazılan, cildine özen gösterilmiş ve kenarı tezhib edilmiş kitapları matbaada basılan kitaplara tercih etmesi.

Zaman içinde Osmanlı İmparatorluğu bir yandan çağa ayak uyduramamanın yol açtığı çöküntülerle; öte yandan devlet düzeninde, ekonomik ve askeri alandaki bozulma ve çözülmeler nedeniyle eski gücünü giderek yitiriyordu. Devletin geçici, yetersiz önlemlere bu çöküşün önüne geçmesinin olanağı yoktu. 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça Antlaşmaları ile sonuçlanan ve önemli toprak kayıpların açan savaşların ardından yöneticiler, Batının teknik alandaki üstünlüğünü kabul etmek, teknik yeniliklere dayanan reformlara yönelmek gereğini duydular.

Bütün bu baskılar sonucunda Osmanlı Devleti, yeniliğe açık bir padişah olan III. Ahmet ile sadrazamı Damat İbrahim Paşa döneminde, başka bir deyişle “Lale Devri”nde (1718-1730), Batı ile ilişkilerini geliştirmeye başladılar. Önce birçok ülkeye elçiler gönderildi. Elçilerden gittikleri ülkelerdeki diplomatik gelişmelerin yanı sıra, askeri ve teknik yeniliklere ilişkin raporlar da istendi. Bu çerçevede, 1721’de Fransa’ya olağanüstü elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’ye verilen görevler içinde “Fransa’nın bayındırlık ve eğitim eğitim araçlarının gereği gibi öğrenilip yararlanılabilir olanlarının bildirilmesi” de bulunuyordu

Fransa’ya elçi olarak yollanan Çelebi Mehmet Efendinin de Fransa’da gördüğü yenilikleri hayranlıkla anlattığı Sefaretname adlı eserinde basımcılıktan söz etmemekle birlikte matbaacılıkla ilgilendiği, Fransa’da görüştüğü Duc de Saint Simon’a İstanbul’da matbaa açılacağını söylediği bilinmektedir

Hazırlıklar ve Matbaanın Açılışı

İbrahim Müteferrika ve ilk Türk matbaasıİbrahim Müteferrika matbaaya yönelik çalışmalarına, ilk matbaayı açmadan yaklaşık sekiz yıl kadar önce 1719’da başlamış ve hatta bir Marmara haritası basmıştı. Baskı, şimşir üzerine oyularak hazırlanan kalıpla (klişe) gerçekleştiriliyordu.

Fransa’ya olağanüstü elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi ile oğlu Said Efendi’nin  (Yirmisekizzade Mehmed Said Paşa) Paris’ten dönüşlerinden sonra İbrahim Müteferrika ile Said Efendi’nin ortak bir matbaa kurmak üzere anlaştıkları ve hazırlıklara giriştikleri, İbrahim Müteferrika’nın Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya verdiği dilekçeden anlaşılıyor.

Bu ilk hazırlıklardan sonra, İbrahim Müteferrika sekiz yıldır bu işle uğraştığını ve matbaanın neden gerekli olduğunu anlatan -sonradan Vesiletü’t-tıbaa  (Matbaanın Gerekleri) adı verilecek- 10 maddelik bir layiha (rapor) hazırlayarak İbrahim Paşa’ya sundu. Bir süre sonra matbaa açılmasına izin istemek üzere verdiği dilekçeye Vankulu Lûgatı’nın basılmış bazı sayfalarını eklediği düşünülecek olursa, Vesiletü’l-tıbaa’yı okuyan padişah ve sadrazamdan matbaa kurulması için izin alındığı, ilk basılacak eserin belirlenip basımevinin kurulduğu ortaya çıkar. Dolayısıyla, bunu izleyen dilekçe, ferman, fetva vb.ni bürokratik işlemlerin yerine getirilmesi olarak değerlendirmek gerekir.

İbrahim Müteferrika’nın sadrazama sunduğu ve Vankulu Lûgatı’nın basılmış birkaç sayfasını eklediği dilekçede tarih yoktur. 1727’de verildiği düşünülen bu dilekçe, sadrazam tarafından kethüdasına şu yolda bir buyrultu ile gönderildi “Bu bilginlere ve medrese öğrencilerine yararlı, kolaylık sağlayacak bir konu olmakla, Kaptan Paşa ve Defterdar Efendi ile görüşerek izin verilmek üzere gereken kâğıtları yazıp düzenleyesiniz”

Daha sonra Şeyhülislam Abdullah Efendi’den fetva alındı. Şeyhülislam ile dönemin din bilginleri, Vesiletü’t-tıbaa’ya birer övgü içeren sunuş yazısı yazdılar. Bunu Said Mehmet Efendi ile İbrahim Müteferrika’ya hitaben yazılmış Temmuz 1727 tarihli fermanın çıkması izledi.

Tefsir, hadis, fıkıh ve kelam kitapları basılmaması koşuluyla matbaa açılmasına izin veren bu fermanda, matbaanın düzeltmenlik işlerine Müteferrika’nın önerdiği kişilerin (eski İstanbul kadısı İshak, Selanik kadılığından alınmış Pirizade Saib, Galata kadılığından alınmış Yanyalı Esad, Kasımpaşa Şeyhi Musa Efendiler) atanması uygun bulunuyordu.

Din kitabı basımının yasaklanması, ilmiye sınıfının matbaaya karşı tepkisini engellemişti. Ama işlerini kaybedeceklerinden korkan hattatlar protesto gösterisi yaptılar. Kalem kâğıtlarını, divitlerini bir tabuta koyarak Babıali’de bir cenaze töreni düzenlediler. Hattatların böyle bir tepki göstermesi aslında gereksizdi. Çünkü İbrahim Müteferrika’ya verilen matbaa açma izni, Osmanlı lonca sisteminin en önemli kavramlarından biri olan “gedik” dahilinde verilmişti. Bir tür tekel ya da ayrıcalık olan gedik yüzünden başka birisinin matbaa kurması olanaksızdı, ki İbrahim Müteferrika’ya tanınan bu ayrıcalık ancak II. Mahmut döneminde kaldırılacaktı.

Sıra matbaanın açılmasına gelmişti. İbrahim Müteferrika- Said Efendi ortaklığına  “miri fonlarından ödenecek senelik tahsisat” ayrılmıştı. Gerçekten de, 14 Aralık 1727 ve 16 Aralık 1727 tarihli, İbrahim Efendi basımahanesinde Vankulu Lûgatı basımında çalışan işçilere basım işlemi tamamlanana kadar günlük birer çiftten 15 çift fodla (ekmek, pide) verilmesi buyruğunu kapsayan iki belge yayımlanmıştır. Bunlar, matbaanın çalışmaya başladığı tarih üzerine bilgi edinilmesini de sağlamaktadır.

Müteferrika İbrahim Efendi’nin Selimiye semti Harem İskelesi yanındaki konağında açılan ve -ilk sekiz kitapla on yedinci kitaptaki kayda göre Dârü’t-Tıba’atü’l-Mamure ya da -dokuz ile on altıncı kitaplarda yer alan kayda göre- Dârü’t-Tıba’atü’l-Âmire adı verilen matbaanın makineleri ile kalıpları dışardan, büyük olasılıkla Hollanda’dan getirtilmiştir. Holdermann’ın İstanbul’dan yazdığı bir mektuba göre, matbaada kitap basımı için dört, harita basımı için iki makine bulunuyordu. Harflerin Fransa ya da Viyana’dan geldiği savını öne sürenler varsa da, bunların İstanbul’da döküldüğü anlaşılmaktadır.

16 puntodan biraz kalınca ve 18 puntoya yakın görünen harflerin kalıpları, en tanınmış ünlü Musevi harf döküm ustası Yona Eskenazi’ye döktürülmüştü. Bu kalıplarda kullanılan nesih yazı ile İbrahim Müteferrika’nın Damat İbrahim Paşa’ya verdiği dilekçede kullanılan nesih yazının olağanüstü benzerliği “bunu yazanın bir yerli hattat ve belki aynı hattat olduğu ve bunların İstanbul’da döküldüğü izlenimini güçlendirir. Nitekim I. Abdülhamid’in matbaa fermanında da İbrahim Müteferrika’nın matbaa harflerini biçimlendirip çelik, demir, bakır ve kurşuna hâkkettiği belirtilmektedir. Yona Eskenazi’nin hazırladığı bu ilk döküm harfler yaklaşık 60 yıl boyunca kullanıldı.

Vankulu Lûgatı’nın ilk formalarının Said Efendi tarafından XV. Louis’nin kitaplık yöneticisi rahip Bignon’a gönderildiği ve Bignon’un “harfler gayet iyi hakkedilmiş ve Paris’in en usta işçileri tarafından yapılan harflere o kadar yaklaşmıştır ki, az kalsın sizi kıskanacaktım” diye yanıt verdiği; baskının güzelliğini övdüğü bilinmektedir.

Yapılan hazırlıklar ve iki yıl kadar süren çalışmalar sonunda, İbrahim Müteferrika Matbaası’nın ilk kitabı olan Vankulu Lûgatı’nın birinci cildi 31 Ocak 1729’da ciltsiz olarak 35 kuruşa satışa çıkmıştır. Bin adet basılan ve iki ciltten oluşan kitap, İmam Ebu Nasr İsmail bin Hammadü’l-Cevher el-Farabi’nin “Sıhah-ı Cevheri” adlı sözlüğünün Mehmet Efendi tarafından yapılan çevirisidir. Çeviriyi yapan Mehmet Efendi, “Vankulu” lâkabı ile tanındığından dolayı özgün ismi “Tercüme-i Sıhah-ı Cevheri” olan bu kitaba Vankulu Lûgatı denmiştir. İbrahim Müteferrika tarafından basılan kitapların listesi aşağıdadır:

  • Vankulu Lûgatı (1729)
  • Tuhfetü’l Kibar fi Esrafi’l Bahar (1729)
  • Tarih-i Seyyah (1729)
  • Tarih-i Hindi Garbi (1730)
  • Tarih-i Timur Gürkân (1730)
  • Tarih-i Mısrü’l-Kadim ve Mısrü’l Cedid (1730),
  • Gülşen-i Hulefa (1731)
  • Grammarie Turque (1731 ya da 1732)
  • Usulü’l Hikem fi Nizami’l Ümem (1732)
  • Füyuzat-ı Mıknatisiye (1732)
  • Kitab-ı Cihannüma (1733)
  • Takvimü’t-Tevarih (1733),
  • Naima Tarihi (1734)
  • Tarih-i Raşid (iki cilt, 1741)
  • Çelebizade Asım Tarihi (1741),
  • Ahval-i Gazavat der Diyar-ı Bosna (1741)
  • Ferheng-i Şuuri (2 cilt, 1742)

Müteferrika Matbaası’nın İkinci Dönemi

Yirmisekizzade Mehmed Said Paşa1731’de patlak veren Patrona Halil Ayaklanması, III. Ahmet’in tahttan indirilmesi ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın öldürülmeleriyle sonuçlandı. Aynı yıl I. Mahmut tahta çıktı. Yeniçerileri yatıştırmak için bir süre ılımlı görülen I. Mahmut da yeniliklerden yanaydı, ayaklanma sırasında matbaa zarar görmedi. Ortalık biraz durulunca İbrahim Müteferrika Usulü’l Hikem fi Nizami’l-Ümem adlı devlet yönetimi ve askerlik alanındaki ıslahat önerilerini içeren bir kitap basıp padişaha sundu.

Bu dönemde Said Mehmet Efendi’ye önemli devlet görevleri verilmesi nedeniyle, yenilenen matbaa fermanında onun adı geçmez.

Naima Tarihinin yayınından (1734) sonra İbrahim Müteferrika Matbaası beş yıl süreyle çalışmadı. 1740’ta bir (Tarih-i Raşid), 1741’de iki (Çelebizade Asım Tarihi ve Ahval-i Gazavat) kitap yayımlandı. Ertesi yıl İbrahim Müteferrika yaşlılığı dolayısıyla matbaacılığı bıraktı. Ferheng-i Şuuri’den (1742) ardından iki yıl boyunca hiçbir kitap basılmadı.  İbrahim Müteferrika 1745 yılı başında öldü. Mezarı Okmeydanı’nda iken, Cumhuriyet döneminde Tünel başındaki Mevlevihane’ye nakledildi.

Öldüğü zamana kadar 23 ciltlik 17 eser basmıştı; bunların baskı sayısı toplamının 12.700 olduğu tahmin ediliyor. Rakamın bu derece düşük olmasının nedeni, her ne kadar Sadrazama sunduğu raporda matbaanın kitapları ucuzlatacağını iddia etse de, kitap fiyatlarının alım gücüne göre oldukça yüksek olmasıdır. Örneğin kendi maaşıyla almaya kalkması durumunda yalnızca Vankulu Lûgatı’nı alması için çalışması gereken süre yaklaşık olarak 88 gündür.

1747’de, İbrahim Müteferrika’nın kalfası İbrahim Efendi ile Ahmet Efendi’ye başvuruları üzerine yeni matbaa fermanı verildi. Fakat matbaayı çalıştırmak mümkün olmadı. 1754’te bu kişilere III. Osman tarafından ikinci kez ferman verildi. 1755’te Vankulu Lûgatı’nın birinci cildinin ikinci, 1756’da aynı kitabın ikinci cildinin ikinci baskısı yapıldı. Bundan sonra matbaa uzun bir süre (1756-1783) çalıştırılmadı.

Araç gereçleri çalışmamaktan dolayı işe yaramaz duruma gelmeye başlamış olan ve Fransız elçiliğinin de satın almak istediği matbaa, Fransızların basacakları Türkçe kitapları yüksek fiyatla satabilecekleri ve dizgi yanlışları olabileceği endişesiyle, I. Abdülhamid’in isteği üzerine yeniden çalıştırıldı.

1. Abdülhamid, matbaanın yeniden çalışabilmesi için beylikçi Raşit Mehmet Efendi ile vakanüvis Vasıf Efendi’yi görevlendirerek matbaanın araç gereçlerinin Kadı İbrahim Efendi mirasçılarından satın alınmasını sağladı. Raşit Mehmet ve Vasıf Efendilere 11 Mart 1784’te ferman verildi. Bu fermanda, önceki dönemde matbaanın giderlerinin hazineden, çalışanların ücretlerinin “taraf-ı mirîden” karşılandığı, ancak bundan böyle adı geçen yayıncılara ne hazineden ne de vakıflardan herhangi bir ödenek verilmeyeceği belirtiliyordu. Matbaanın, kurulacağı yeni yeri belirlemek, çalışanlarının ve mukabelecilerinin ücretlerini ödemek, kâğıt, mürekkep vb.ni satın almak yayıncıların yetki ve yükümlülüğündeydi. Ayrıca, basılan her kitap için padişah vakfına “resim” ödenecekti.

Öte yandan, bu matbaadan başka bir yerde Müslüman ahalinin konuştuğu dilde kitap basılması yasaklanıyor; yasağa aykırı davrananların basımevleriyle matbaa araç gereçlerine el konulacağı da belirtiliyordu. Fermanda, ayrıca, matbaacılık sanatın gelişmesinin, kitapları dikkat ve özenle tashih edip en yetkin biçimde yayımlamaya, şiir vb.ni de aynı zariflikle yazmaya yatkın, bilimden anlar kimselerin matbaada çalıştırılmasına bağlı olduğu ifade ediliyor; bilim ve fenden habersiz, cahil ve budala kimselerin çalıştırılmaması isteniyordu. Matbaanın açılmasına, basılacak kitapların ucuza mal olmasının Müslümanlara kolaylık sağlayacağı ve değerli eserlerin yayımlanmasına olanak vereceği düşünülerek izin verildiği de açıklanıyordu.

Toderini, bu matbaayla ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyor:

11 Mayıs (1784) günü matbaayı görmek üzere Venedik elçiliğinden İstanbul’a geçtim. Tam bir çalışma içindeydi ve birçok sayfa temiz olarak çıkmıştı. Gittiğim gün iki baskı makinesinden biri çalışıyordu. İşçiler arasında, merhum Kadı İbrahim ile çalışmış, baskı işlerinden anlayan becerikli iki adam vardı. Mürettiplerin bulunduğu odanın yanında düzelti işlerini büyük bir dikkatle yapan bilgili efendiler gördüm. Matbaanın başdenetçisi olan yüksek tabakadan bir zatın odasına götürüldüm. Beni nezaket ve samimiyetle karşıladı; bakıra hakkedilmiş coğrafya, astroloji, Amerika tarihi kalıplarını gösterdi. Padişahın basımcısı İbrahim Müteferrika döneminde kullanılmış olan bu levhalar oldukça iyi korunmuştu. Karadeniz haritasını basmak için kullandığı levhayı görmek istedim. Çok iyi hakkedilmiş çeşitli parçalardan oluştuğunu gördüm.

8 Kasım 1784’te yeni matbaayı bir daha ziyaret ettim. İki baskı makinesi de çalışmaktaydı Mürettipleri, eski matbaada Kadı İbrahim Efendi tarafından yetiştirilmiş iki Türk’tü. Venedik’ten alınan kâğıdın gelmesi geciktiğinden, “İzzi Tarihi”nin basılmış iki sayfasını görebildim. İlk matbaacı Müteferrika İbrahim Efendi’nin güzel dizgi harfleri sürekli kullanımdan dolayı aşınıp şekillerini kaybettiği için yeni dizgi harfleri dökmüşlerdi. Ancak bunlar kötü bir karışımdan yapılmıştı; şekilleri de eskisi kadar değildi. Karışıma kurşundan başka maden de eklenmesi gerektiğini söyledim; bu karışımın bilimsel bilgiyle belirlenmesi gerektiğini de işaret ettim. Zamanla aşınmış olan güzel şekilli eski harfler yerine yenilerini dökme olanağına sahip olmadıkları belliydi; ben de bunları hemen eritip eski matbaadan kalma güzel kalıplara dökebileceklerini bildirdim.

Bu dönemde basımcılığın gelişememesinin gerçek nedeni, matbaanın koruyucusu sayılan Sadrazam Halil Hamit Paşa’nın gözden düşürülmesinin (sonradan idam edildi) ardından, Raşit Mehmet Efendi’nin de görevinden uzaklaştırılmasıdır. Raşit Mehmet Efendi bir süre sonra eski görevine getirildi. Görevine dönünce matbaa yeniden çalıştırıldıysa da ancak bir tek kitap basılabildi: İğrabü’l-Kafiye (1785).

III. Selim döneminde (1789-1807) matbaa yeniden çalıştırıldı ve askerlikle ilgili üç kitap (Fen-ni Harb, Fen-ni Lağım, Fen-ni Muhasara, 1792-1794) basıldı. Bu dönemde basımevinin Raşit Efendi “uhdesinde” bulunmakla birlikte devlet eliyle çalıştırıldığı anlaşılıyor. 1796 yılında Mühendishane-i Bahr-ı Hümayun’un açılmasından bir yıl sonra binanın alt katında öğrencilerin ders kitaplarını basmak üzere Basmahane Odası diye adlandırılan mühendishane matbaası kuruldu. İbrahim Müteferrika matbaasının tüm malzemeleri Raşit Efendi’den satın alınıp buraya yerleştirildiğinde matbaa da tarihe karıştı.

İbrahim Müteferrika’nın kurduğu bu matbaa, ilk kitabın basıldığı 1729’dan kapandığı 1797 yılına kadar ancak 18 yıl çalıştırılabilmiştir. Matbaanın çalıştığı bu 18 yıl içinde de 23 (ikinci baskılar, ikinci ve üçüncü ciltler de sayılırsa 31) kitap yayımlanabilmiştir. Bunların toplam baskı sayısının da 27 bini geçmediği söylenebilir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.