Evliya Çelebi: Bir Rüya Gezgini

Saray kuyumcusu Derviş Mehmet Zılli oğlu Evliya Çelebi, 25 Mart 1611’de (Hicri 10 Muharrem 1020) İstanbul Unkapanı’nda doğdu. Asıl adının ne olduğu, kendisi de yazmadığından bilinmiyor. Mahlası ya da meslek lakabı “Zılli” olan ve 117 yaşına kadar yaşadığını yazdığı babasının kuyumculuk mesleği yanında bir Karagözcü olduğu açık. Kütahyalı ailesinin Zeregen mahallesindeki evlerinden, hayırlarından söz eden Evliya Çelebi’nin aslen Kütahyalı olduğu ve İstanbul’un fethinden sonra buraya göçtükleri anlaşılıyor. Soyu ve ataları konusunda Evliya Çelebi karışık bilgiler verir. Seyahatnamesi’nin 6. cildinde ailesini Germiyanoğullarına bağlayıp Hoca Ahmet Yesevi soyundan geldiğini söyler. Evliya Çelebi’nin dedesinin dedesi Yavuz Öz Bek diye de anılan Yavuz Er, Fatih Sultan Mehmet’in bayraktarıdır.  İstanbul’un fethinin ardından Unkapanı’nda kazandığı gaza ganimetleri ile dükkanlar ve bir de ev yaptırmış. Evliya Çelebi de işte bu evde doğmuş. Ailenin ikinci eviyle kimi dükkânları 1663’te yanmış. Kadıköy’de bağları, Bursa’da, Manisa’da birer evleri, Sandıklı’da çiftlikleri varmış. Abaza asıllı annesi, Melek Ahmed Paşa’nın teyzezadesi imiş. Mahmud adlı erkek kardeşi, İnal adlı kız kardeşi, üvey anne ve kardeşleri de varmış.

Ailesinin maddi durumu oldukça iyi olduğu için hiçbir zaman para sıkıntısı çekmediği muhakkak. Seyahatlerinin büyük bölümünü resmi görevli sıfatıyla gerçekleştirmiş olduğu için bu konuda masrafı olmamış; katıldığı pek çok savaştan kazandığı ganimetler, kendisine verilen armağanlar ve gezdiği yerlerde yaptığı ticaretten elde ettiği gelir ile de rahat bir yaşam geçirmiştir. Ancak ömrünün neredeyse tamamını seyahatlerde geçirdiği için hiç evlenmemiş ve çocuğu da olmamıştır. Evliya Çelebi’nin hayatı hakkında hakkında az bilinen gerçeklerden biri ise yaşadığı dönemin ölçütlerine göre oldukça hoşgörülü ve korkusuz olması. Saf  ve temiz bir dindar olmasının yanı sıra, içki yüzünden kellelerin uçtuğu IV. Murat gibi bir padişahın döneminde  konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı  maddeler bulundurması da son derece dikkat çekicidir. 

Seyahatnamedeki dağınık bilgilere göre Evliya Çelebi mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fil Yokuşu’nda Şeyhülislam Hamdi Efendi Medresesi’nde Ahfeş Efendi’den yedi yıl ders aldı. Bu dönemde en yakın arkadaşlarından biri de, sonradan Cinci Hoca olarak ünlenen Safranbolulu Hüseyin Efendi’ydi. Bu sırada aynı zamanda Sâdizâde Dârülkurrâ’sına giderek adaşı Evliya Mehmed Efendi’den de hafızlık dersleri almaya başladı.

Evliya Çelebi’nin Rüyası

Evliya Çelebi’nin büyük eseri Seyahatname’yi kaleme almasını sağlayan seyahatlerine nasıl başladığının öyküsü de ilginçtir. Küçük yaşlarından beri gezmeyi, öğrenmeyi seven Evliya, 1630 yılının Muharrem ayının aşure gecesi (19 Ağustos 1630) rüyasında kendisini Eminönü, Yemiş İskelesi’ndeki Ahi Çelebi Camii’nde ve büyük bir cemaatin ortasında Hz. Muhammed’in huzurunda görür. Peygamberin huzuruna geldiğinde ise heyecandan eli ayağına dolanan Evliya, “Şefaat ya Resulallah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah” der. Peygamber daha 19 yaşındaki genç Evliya’nın şaşkınlığını tebessümle karşılar. Onu hem Mekke-Medine’ye seyahatinin ve kabrini ziyaretinin gerçekleşmesinin ardından şefaatiyle müjdeler hem seyahat etmesine izin verir. O sırada peygamberin yanında bulunan sahabeden Sa’d bin Ebi Vakkas da Evliya’ya, gidip gördüğü yerleri kağıda aktarmasını tavsiye eder. Evliya Çelebi’nin gördüğü rüyayı yorumlayan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede ona seyahate İstanbul’dan başlamasını söyler. Evliya Çelebi’nin, bir düş ortamında Ahi Çelebi Camii’nde ve Hz. Muhammed’in huzurunda başlayan macerası, ölümüne değin yarım asırdan fazla sürer. Geniş bir coğrafyayı kapsayan on ciltlik Seyahatname külliyatı bu şekilde meydana gelir.

1630 yılında seyahatlerine başlayan Evliya Çelebi yaya olarak iki yıl boyunca bu ulu kentin surlarını, semtlerini, camilerini, hanlarını, çarşılarını, hamamlarını, tılsımlı direklerini, sarnıçlarını, tekkelerini, koltuk meyhanelerini, meddah kahvehanelerini gezmiş. Esnaf ve ordu alaylarını, yarışları izlemiş.

Evliya Çelebi İstanbul’u gezerken eğitimine de ara vermiyordu. Enderun’da öğrencilere, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm, edebiyat, şiir, dilbilgisi, Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri, matematik, coğrafya, mantık gibi derslerden oluşan çok yönlü bir eğitim verilirdi. Enderun’a giren Çelebi de bu eğitimden payını aldı elbette. Türkçeyi zaten oldukça güzel kullanan Çelebi’nin, Enderun’da Arapça, Farsça, Rumca öğrendiği, babasının arkadaşı Simyon Usta’dan da Latince ve Yunanca dersleri aldığı biliniyor.

Nihayet Hicri 1045 Kadir gecesinde (12 Mart 1636) Melek Ahmed Paşa’nın aracılığıyla Has Oda’da IV. Murad’ın huzurunda güzel sesiyle hem Kuran, hem şarkılar okuyarak Enderun’da Kilâr-ı Has’a (padişahın özel kileri) alındı. Turşucubaşı Ahmed, Hadım Gazanfer ağalardan kiler hizmetleri, Güğümbaşı Mehmed Efendi’den yazı, musahip Derviş Ömer Gülşeni’den musiki, Evliya Keçi Mehmed Efendi’den tecvit, nahiv, kafiye öğrendi.

Yine, düş gördüğü bir gecenin sabahında dostu arkadaşı Okçuzade Ahmet Çelebi’ye gider. Yıl 1640’tır. İki arkadaş Bursa seyahatine çıkarlar. Bu geziden dönüşte babasından seyahat izni, on iki şeyhin de duasını alarak önce İzmit’teki akrabalarını ziyaret eder. Bu ikinci gezisidir. Evliya Çelebi hayatının geri kalanındaki uzun seyahatlerini ise daima bir paşaya kapılanarak; eyalet valilerinin, serdarların dairelerinde, divan efendisi, musahip, nedim, katip olarak yapabilmiştir.

Bu noktada bir ara bilgi vermek gerekiyor: O dönemlerde vezirler, beylerbeyleri, seferber serdar ve seraskerler, kalabalık ofis-büro ve kolluk-güvenlik kadrolarını kendi ödenekleriyle oluştururlar, bunlara “daire ve kapu halkı” denirdi. Orta halli bir vilayet valisinin dairesinde, kethüda, divan efendisi, mektupçu, divan ve kethüda kâtipleri, imam, harem kethüdası, iç ağaları, silahdar, selam ağası, hazinedar, mühürdar, devatdar, kaftan ağası, çuhadar ağa vs. daha onlarcası bulunurdu. Paşalar bunların bir kısmını İstanbul’da yanına alır, kimilerini de görev yerinde seçerdi. Yine o dönem yolculuklarında, gün içinde en fazla 40 km yol gidilir, geceleri hanlarda veya çergelerde kalınır, elverişsiz havalarda günlerce beklendiği olurdu ki bu sayede Evliya Çelebi gibi meraklılara çevreyi gezmek, yakın köyleri, kasabaları görmek fırsatı doğardı.

Evliya Çelebi’nin Seyahatleri

Evliya Çelebi ilk uzun yolculuğuna Trabzon valiliğine atanan Ketenci Ömer Paşazade Baki Paşa’nın daire halkına katılarak Eylül 1640’ta çıkar. Bu zat babasının “ahiret oğlu”dur. Trabzon’da iken paşasının Azak serdarlığına atanan kethüdası Haşan Paşa ile Anapa’ya, oradan Kırım Hanlığı’nın başkenti Bahçesaray’a gider. Kışı orada geçirir. Nisan 1641’de İstanbul’a dönerken bindiği gemi Karadeniz’de batar. Evliya, bu kazayı hayal ötesi sahnelerle masallaştırmıştır.

1645’e değin Evliya Çelebi İstanbul’dadır. Gümrük Eminine kâtiplik yapar. 9 Nisan 1645’te, Deli Yusuf Paşa’nın ordusunda görev alarak Girit seferine katılır. Hanya Kuşatması’nı izler. Kışa doğru dönmüş olmalı ki, 1646’da Erzurum Beylerbeyliği’ne atanan Defterdarzade Mehmet Paşa’nın musahibi ve müezzini olur. 12 Eylül 1646’da paşayla Erzurum’a giderken kentleri, kasabaları, köyleri, derbentleri, hanları görür. Erzurum’da gümrük kâtibi olur. Mehmet Paşa’nın Şuşik Beyi’ne açtığı savaşa katılır. Tebriz Hanı’nın elçisine dönüşünde eşlik ederek Azerbaycan, Gürcistan ülkelerini gezip dolaşır. Revan Hanı’na, Tortum dolaylarına, Gümüşhane’ye gidip döner.

Evliya Çelebi, 1647 kışını Erzurum’da geçirir. Azledilen paşayla İstanbul’a dönerken Anadolu beylerbeyleri arasındaki mücadeleye katılırlar. Paşalar arasında elçilik-ulaklık yapar. Kar fırtınasına yakalanıp yol şaşırınca iki Celali sergerdesinin; Kara Haydar ile Katırcıoğlu’nun başıbozuk orduları arasında kalır. Güya, İpşir Paşa’nın, Varvar Ali Paşa’yı katledişini de izlerler.

1648 yılını İstanbul’da geçirir. Ölen babasının terekesi işleriyle uğraşır. Şam Beylerbeyliği’ne atanan Murtaza Paşa’nın müezzinbaşısı olarak yaz sonu güz başında bu kez İstanbul-Şam yolunu arşınlar. Bir mektup ulaştırmak için menzil atı koşturup on günde İstanbul’a gelir. Katırcıoğlu-Gürcü Nebi Celalileri ile Kapıkulu askerleri arasındaki Kayışdağı Savaşı’nı (7 Temmuz 1649) izler. Yine Şam’a döner. Beyrut ve Sayda kalelerinin yoklamalarını yapar.

Evliya Çelebi

Paşası Sivas’a atanınca yine refakatindedir. 1649 güzü, 1650 ilkbaharı boyunca vergi toplamak için orta ve doğu Anadolu’da dolaşır. Murtaza Paşa azledilince 14 Temmuz 1650’de İstanbul’a döner.

Bir ay geçmeden, sadrazam olan akrabası Damat Melek Ahmet Paşa’nın Eyüp Topçular’daki sarayında, Bahariyedeki yalısında ve Paşakapısı’ndadır artık. Azledilerek Özi Beylerbeyliğine atanan paşasıyla o yılın sonbaharında Evliya Çelebi de Balkan yollarındadır. Melek Paşa’nın bir yıllık Özi Beylerbeyliğinde bu bölgeyi, Tuna yalılarını Rusçuk’u, Silistre’yi gezer.

Rumeli Beylerbeyliğine atanan Melek Paşa’nın musahibi, yoldaşı yine Evliya’dır. Türlü görevlerle gezmedik yer bırakmaz. Babadağı köylerinin tahririni yapar. Dönüşleri Temmuz 1653’tedir. Paşa görevsiz, Evliya “kapısız” iki yıl kalırlar İstanbul’da. O arada, Evliya, Divan-ı Hümayun’dan yazılan mektubu İpşir Paşa’ya ulaştırmak göreviyle Konya’ya gidip gelir.

1655’te Van Beylerbeyliği’ne atanan Melek Ahmet Paşa’nın refakatindeki Evliya, bu kez Van havzasını turlar. Yurtluk, ocaklık beylerine mektuplar, uzlaşı mesajları götürür. Yezidi şeyhleriyle Bitlis Hanı Abdal’la görüşür. Ziyafetlerde bulunur, bölgesel çatışmalara katılır, diplomatik görevlerle Erdebil’e, Hemedan’a Kirmanşah’a, Tebriz’e, önceki efendisi Murtaza Paşa’nın tutsak kardeşini kurtarmak için Bağdat’a gider döner. Yine paşasının bir yazısını mendil atlarıyla 13 günde Van’dan İstanbul’a getirir. 4 Mart 1656’daki Çınar Vakası Vaka-i Vakvakiye denen Kapıkulları-esnaf ayaklanmasını, kesilen kellelerin Atmeydanı’ndaki çınarın dallarına asılışını seyreder. Haremağalarının asılışlarına “Araplar combalak etdi” diyerek tarih düşürür.

6 Nisan 1656’da Sadrazam Siyavuş Paşa’nın: “Tez emirnameleri ve padişah fermanları ile Melek Paşaya yetiş!” buyruğu ve 200 altın harcırah vermesi üzerine üç adamıyla “gece gündüz yol tutarak” Van’a döner.

23 Haziran’da Melek Paşa ile İstanbul’a dönerler. Bir ay sonra, ikinci kez Özi Beylerbeyliği’ne atanan paşasıyla yine yollardadır. Özi, Akkirman, Azak, Kili, Babadağı bölgelerini bir kez daha gezip dolaşır. Kırım Hanı’nın maiyetinde bulunur. 7 Ocak 1658’de İstanbul’a gelir, kışı geçirir, baharın tadını çıkarırlar.

Melek Paşa’ya yeni bir görev verilmediğinden Evliya, Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’ya kapılanır. Paşanın, IV. Mehmet ve Valide Turhan Sultan’la yaptığı Bursa, Çanakkale, Gelibolu gezisine katılır. Edirne’ye dönüşte, 12 Kasım 1658’de yeni Boğdan Voyvodası’nı memleketine götüren kafilede yer alır. Ertesi yıl, serdar Köse Ali Paşa’nın yanında Varad Seferi’ne gider.

Bosna Beylerbeyliği’ne atanan Melek Ahmet Paşa’nın yanına dönüşü 1660’tadır. Bosna’yı, Dalmaçya’yı dolaşır, gazalara, alanlara katılır. Sonbaharda Melek Paşa Rumeli Beylerbeyliği’ne atanınca birlikte Sofya’ya giderler. Bu kez zahire tahsili göreviyle dolaşır. 1660’ın son aylarında Melek Paşa’yla birlikte Köse Ali Paşa’nın maiyetinde Erdel Seferi’ndedir. Bu ülkeyi baştanbaşa gezer. Kışı Belgrad’da geçirip Sofya’ya gelirler. İstanbul’a dönüşleri Nisan 1662’dedir. Melek Paşa, kısa bir süre sonra ölür.

Köprülü Himayesinde Uzak Diyarlarda

Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın 1663-64 Avusturya seferinde, Kadızade İbrahim Paşa’nın; bu paşa öldürülünce sadrazam kethüdası yanında görev alır. Uyvar’ın Fethi’nde bulunur. Macaristan’ı gezer. Anlattıklarına göre ta İsveç’e kadar “nice nice yüz pâre şehirler” görür ve gezer. Haziran 1665’te Budin’den Viyana’ya giden elçi Kara Mehmet Paşa’nın heyetindedir. Viyana’da I. Leopold’un huzuruna çıkar. Macaristan, Erdel, Eflak, Boğdan, Kırım kalelerini yoklamacı göreviyle gezer. Kırım’dan Dağıstan’a, Hazer denizi bölgesine geçer. Kırım Hanları IV. Mehmet Giray ve ardılı Adil Giray’a danışmanlık eder. Bu uzun gezisi beş yıl sürmüştür.

11 Mayıs 1668’de yine Fazıl Ahmet Paşa’nın maiyetinde Edirne, Tesalya, Yunanistan ve Mora üzerinden Girit Seferi’ne katılır. Girit’te iki yıl kaldıktan sonra Nisan 1670’te bir ayaklanmayı bastırmakla görevli birliklerle Yunanistan’a geçer. Arnavutluk’u, Adriyatik kıyılarını dolaşır. O yılın sonunda İstanbul’a döner.

Gördüğü yeni bir rüya üzerine hac niyetiyle hazırlık yapar ve 21 Mayıs 1671’de yola çıkar. Bu, 60 yaşındaki gezginimizin büyük olasılıkla İstanbul’dan son ayrılışıdır. Batı Anadolu bölgesini gezip görerek Ege adalarını da “Rodos Defterhanesi”nden aldığı bilgilerle anlatan Evliya Çelebi Adana, Maraş, Antep, Kilis, Halep yolundan Şam’a ulaşır. O ve arkadaşları Hac Emiri Sarı Hüseyin Paşa’nın başkanlığındaki büyük hacılar kafilesine katılırlar.

Hacı olan, Mekke’yi, Medine’yi ve Hicaz bölgesini gezen Evliya, buradan Mısır hacıları kafilesine katılarak Kahire’ye gider. Kethüda İbrahim, Canbulatzade Hüseyin, Defterdar Ahmet, Abdurrahman Paşaların Mısır valilikleri boyunca (1671-1680) Mısır’ı, Sudan’ı, Habeşistan’ı, Kızıldeniz ve Nil boylarını gezer.

Beni Vefa Mağribileri üzerine asker sevki, Seyahatname’nin son satırlarında yakalanan bir haberdir. Bu duruma göre Evliya Çelebi’nin 1682’inin sonlarında ya da 1683 yılında ölmüş olması olasıdır. Evliya Çelebi eserini tamamlayamamış -belki de ansızın- ölmüş veya kalemini bir nedenle bırakmıştır. İstanbul’a döndüğü uzak bir olasılıktır.

Evliya Çelebi’nin hayatı, eserinden anlaşıldığı kadarıyla böyledir. Fakat yine de Seyahatname’nin güvenilirliği ile ilgili ciddi kuşkular vardır. Bunun başlıca nedeni, Evliya Çelebi’nin çok fazla abartıya kaçması, zaman mefhumunu kurgularıyla gerçeklikten çıkarmayı bir üslup olarak benimsemesindendir.

Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde kendisini “seyyâh-i âlem ve nedîm-i beni âdem” diye tanıtır. O, meslek itibariyle bir nedim ve musahibdir. Yani sosyal ve kültürel işlerde bir uzman, bir danışmandır. Pek çok paşanın hizmetinde üç kıtayı dolaşmış, hayatı boyu katıldığı 22 seferle imparatorluğun muazzam bir tablosunu bırakmıştır. Dönemindeki Divan Edebiyatı geleneğinin aksine ağdalı bir dil kullanmak yerine halkın kullandığı konuşma diline yakın bir dille yazmış olması nedeniyle kullandığı dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.