Latin Amerika’nın “Kurtarıcı”sı: Simon Bolivar

Latin Amerika’da XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında ihtilaller birbirini izlemiş, buradaki ülkeler bir ihtilaller ve darbeler ülkesi olarak tanınmıştır. 1775-76’daki Amerika Devrimi’nden sonraki 80 yıl içinde Latin Amerika’da binden fazla darbe girişimi oldu, bunların çok azı başarıya ulaştı. Öteki Latin Amerika ülkelerinde de yaşanan benzeri durumları, bu ihtilalcilerden biri olan Bolivya’nın kurucusu Simon Bolivar’ın yardımcısı Mareşal Sucre şöyle ifade eder: “Vatanımızı yabancıların sultasından kurtardık. Şimdi onu kurtarıcıların elinden kurtarmak gerekiyor.”

Latin Amerika devrimcilerinin önde gelenlerinden biri de Bolivya’nın kurucusu olarak tarihe geçen ve “kurtarıcı” anlamına gelen İspanyolca “El Libertador” lakabıyla anılan Simon Bolivar’dır. Simon Bolivar kimdir sorusunun aslında kısa ve net bir yanıtı var: Güney Amerika’ya yaklaşık 300 yıl kadar mutlak egemen olan İspanyol sömürgeciliğine karşı başlattığı mücadeleyi zaferle sonuçlandırıp Güney Amerika kıtasını sömürge olmaktan kurtaran, Latin Amerika’ya özgürlüğünü veren, kıtanın siyasi mimarı olan büyük bir devrimci.

İspanyol asıllı bir Venezuela soylusunun oğlu olan Simon Bolivar, 24 Temmuz 1783’te Venezüela Caracas’ta dünyaya geldi. Oldukça zengin bakır ve altın madenlerinin sahibi olan ailesi sayesinde Bolivar, varlıklı ve nüfuzlu bir çevrede oldukça rahat yetişti. Üç yaşındayken babasını altı yaşındayken annesini yitirdiğinden, mirasının yönetimini amcası üstlendi. İleride bu madenler sayesinde kazandığı tüm serveti, Güney Amerika kıtasının bağımsızlığı için harcayacaktı. Küçük yaşlardan itibaren özel öğretmenlerden ders aldı. Özelikle öğretmenlerinden Simon Rodriguez’in eşitlikçi fikirleri Bolivar’ın düşünce yapısı üzerinde büyük etkiler bıraktı. 16 yaşında eğitimini tamamlamak için hukuk eğitimi alacağı Madrid’e gitti. Üç yıl İspanya’da yaşadıktan sonra 1801’de soylu bir İspanyol kızı olan Maria Teresa ile evlendi ve onunla birlikte Caracas’a döndü. Maria Teresa’nın 1802’de yakalandığı sarıhummadan ölmesiyle evlilikleri yalnızca bir yıl sürdü.

1804’te eğitim görmek için tekrar Avrupa’ya giden ve Alman bilim adamı Humboldt’un da etkisiyle anti-sömürgeci görüşleri benimseyen Bolivar, bir Roma gezisi sırasında, Monte Sacro tepelerinde ülkesini özgürlüğe kavuşturacağına ant içti:

Atalarımın tanrısının, onurumun, vatanımın üzerine ant içiyorum ki, İspanyol egemenlerin bizi boyunduruk altında tutmak için kullandıkları zincirleri kırana dek bedenimin ve ruhumun huzura kavuşmasına izin vermeyeceğim.

1807’de Doğu’daki ülkeleri dolaşarak ABD üzerinden Venezuela’ya döndü. Bolivar’ın dönüşünden bir yıl sonra, Napolyon’un İspanya’yı istilasıyla Güney Amerika’daki İspanyol otoritesinin sarsılması sonucu Latin Amerika bağımsızlık savaşımları başladı. Bolivar, yönetim karşıtı birçok toplantıya katıldı. 19 Mayıs 1810’da yetkileri resmen elinden alınan İspanyol valisi Venezuela’dan sürüldü ve yönetimi bir cunta üstlendi. Bolivar, yeni yönetime yardım sağlamak üzere gönderildiği Londra’ya Temmuz’da ulaştı. Görevi, silah ve destek elde etmekti. Bu konularda yaptığı görüşmelerden hiçbir sonuç alamamasına karşın, 1806’da tek başına Venezuela’yı kurtarma girişiminde bulunan ve sürgüne gönderilen Francisco de Miranda’yı, Caracas’a dönerek bağımsızlık hareketinin başına geçmeye ikna etti.

Mart 1811’de bir anayasa taslağı hazırlamak üzere Caracas’ta toplanan ulusal kongre uzun görüşmelerden sonra, 5 Temmuz 1811’de Venezuela’nın bağımsızlığını ilan etti. Böylece Venezüella, sömürgeci İspanya ile tüm bağlarını koparan ilk Latin Amerika ülkesi oldu, ülkede kralcı güçlerle cumhuriyetçiler arasında bir iç savaş patlak verdi.

Miranda, çok geniş askeri ve siyasi yetkiler verilerek cumhuriyetin başkomutanı ilan edilirken; genç cumhuriyetin ordusuna katılan Bolivar’a, Venezuela için yaşamsal önemde bir liman olan Puerto Cabello’nun sorumluluğu verildi. Ne var ki İspanyollar hızlı bir biçimde ilerleyerek kritik öneme sahip bütün kentleri teker teker ele geçirdi. Bolivar’ın savunduğu Puerto Cabello da subaylarından birinin ihaneti üzerine İspanyolların eline geçmişti. Durumun umutsuz olduğunu anlayan Başkomutan Miranda ile İspanyol İmparatorluğu’nun Venezüella’daki temsilcisi Juan Domingo de Monteverde arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Temmuz 1812’de ülkeyi yeniden İspanyolların yönetimine bırakan bir ateşkes antlaşması imzalandı. İspanyollara teslim olan Miranda, yaşamının geri kalan bölümünü Cadiz’de bir zindanda geçirdi. Miranda’nın İspanyollara teslim edilişinde Bolivar’ın rolü olduğunu öne süren tarihçiler olsa da bu savlar yalnızca bir varsayımdır.

Cartegana Bildirisi: Tek Devlette Birleşin

Yapılan anlaşmadan memnun olmayan ve mücadeleyi sürdürmeye kararlı olan Bolivar bir pasaport elde ederek ülkeyi terk etti ve Nueva Granada’nın (bugün Kolombiya ve Panama) Cartagena kentine gitti. Devrimci güçleri Venezuela’daki İspanyol egemenliğini yok etmeye çağıran ilk önemli siyasal bildirisi olan Cartagena Bildirisi’ni yayımladı. Cartegana Bildirisi aynı zamanda Latin Amerika kıtasının İspanyol sömürgeciliğinden kurtuluşu için tüm kıtanın birlik olması gerektiğini, ortak hedef için güçlerini birleştirmeleri gerektiğini savunuyordu.

Yönetim, barış sağlanana kadar hukuk ve anayasayı dikkate almadan korkutucu ve amansız olduğunu kanıtlamak zorunda. Biz kendi Amerikan hükümetlerimizi birleştirmediğimiz sürece, bunun düşmanın yararına olacağına inanıyorum. Bunu başaramazsak, iç savaşın çözülmez ağlarına yakalanmamız ve ülkemizi kirleten şu küçük haydutlar sürüsü tarafından yüz kızartıcı bir yenilgiye uğratılmamız kaçınılmaz olur.

İspanyol Amerika’sında doğmakta olan cumhuriyetler için güçlü yönetimlerin gerekliliğini savunmaya başlayan Bolivar, Cartegana’daki cumhuriyetçilerin desteğiyle Venezuela’yı kurtarma görevi verilen bir sefer birliğinin komutanlığına getirildi. Geniş bir alanda sürdürülen çetin bir harekâtla, İspanyolları altı meydan savaşında yenilgiye uğratarak başkenti yeniden ele geçirdi. 6 Ağustos 1813’te Caracas’a giren ve “kurtarıcı” unvanı verilen Bolivar bütün siyasal yetkileri elinde topladı.

Aslında bağımsızlık savaşı daha yeni başlıyordu. Napolyon savaşlarının sona ermesiyle İspanyollar artık tüm dikkatlerini Güney Amerika kıtasına çevirmişti. Bolivar, 1814’te İspanyolların disiplinsiz ama vahşice savaşan bir süvari birliğine dönüştürdüğü ovalı sığır çobanlarına (Llanero) komuta eden José Tomás Boves karşısında dayanamadı. 1814’te Caracas’a giren Boves, kent halkına korkunç baskılar yaptı. Böylece İkinci Venezuela Cumhuriyeti de sona erdi. Bolivar, İspanyolların eline düşmekten kıl payı kurtuldu. Birkaç küçük çatışmanın ardından Jamaika’ya kaçtı. Sürgündeyken devrimci yaşamının en büyük belgesi olan ve Şili’den Arjantin’e, Arjantin’den Meksika’ya kıtanın çarpıcı bir panoramasını sunan La Carta de Jamaica’yı (Jamaika’dan Mektup) yazdı. Bolivar, bütün İspanyol Amerika’sı için İngiltere’yi örnek alan bir anayasal cumhuriyet öneriyordu: Ömür boyu görev yapacak seçilmiş devlet başkanlığı sistemi

İspanya Krallığı 1815’te, isyancı kolonilerde egemenliğini yeniden kurmak için o güne değin Atlas Okyanusu’nu geçmiş en büyük askeri gücü gönderdi. Bu kuvvetin komutanı Pablo Morillo idi. İngiltere ve ABD’den yardım sözü alamayan Bolivar, Fransız egemenliğinden kurtulmuş küçük bir cumhuriyet olan Haiti’ye gitmek zorunda kaldı. Orada silah ve para yardımı elde etti.

Bolivar, kesin sonuç vermeyen sefer ve yenilgilerle dolu üç yıllık bir dönemden sonra, 1817’de savaşın yıkıma uğratmadığı ve İspanyolların kendisini kolay kolay çıkaramayacağı bir bölge olan Orinoco’da karargah kurmaya karar verdi. Çoğunluğu İngiliz ve İrlandalılardan oluşan binlerce yabancı paralı asker ve subaydan da yararlanan Bolivar, Angostura’yı ele geçirip (bugün Ciudad Bolivar) başkent yaptı ve bir gazete çıkarmaya başladı. Başta José Antonio Pâez ile Francisco de Paula Santander’in önderlik ettiği gruplar olmak üzere ovalık kesimde ki devrimci gruplarla ilişkiye geçti. 1819 ilkbaharında Nueva Grana’daki İspanyol genel valiliğine yapılacak saldırının ana planını hazırladı.

Bolivar’ın Nueva Granada saldırısı, askerlik tarihinin en gözüpek girişimlerinden biri olarak anılır. Bolivar’ın İngiliz paralı asker birliği de dahil 2.500 kişiden oluşan küçük ordusu, sel basmış ovalardan ve buzlu dağlardan geçerek, İspanyolların geçilemez sandığı yolları aştı. 7 Ağustos 1819’da yapılan Boyaca çarpışmasında İspanyol kuvvetlerinin büyük bölümü teslim oldu. Bolivar üç gün sonra Bogota’ya girdi. Bu, Güney Amerika’nın kuzey kesiminin tarihinde bir dönüm noktasıydı.

Simon Bolivar

Simon Bolivar’ın Düşü Gerçekleşecek mi?

Bolivar, 1819 yılının Aralık ayında Angostura’da toplanan kongrede başkan ve askeri diktatör seçildi, üç gün sonra da Büyük Kolombiya Cumhuriyeti kuruldu. Bir federasyon olan yeni cumhuriyetin üç bölümünden ikisi, Quito (Ekvador) ve Venezuela, İspanyol denetiminde oldukları için Büyük Kolombiya Cumhuriyeti şimdilik yalnızca kağıt üzerinde idi. Bununla birlikte Bolivar, zafere çok yaklaştığının bilincindeydi. İspanya’daki devrimin etkisiyle kralın kendi ülkesinde liberal ilkelerin geçerliliğini kabul etmek zorunda kalması, doğal olarak Güney Amerika’daki İspanyol kuvvetlerinin de cesaretini kırmıştı. Bolivar, Morillo’yu ateşkes görüşmelerine oturmaya ikna etti. İki savaşçı Santa Ana’da bir araya geldi ve Kasım 1820’de çatışmalara altı ay ara verilmesini öngören bir antlaşma imzalandı. Savaş yeniden başladığında, sayıca üstün durumda olan Bolivar, Venezuela’daki İspanyol kuvvetlerini pek zorlanmadan yendi. Haziran 1821’deki Carabobo çarpışması Caracas’ın kapılarını açtı ve Bolivar’ın anayurdu özgürlüğüne kavuştu. Aynı yılın sonbaharında, Kolombiya için bir anayasa taslağı hazırlamak üzere Cucuta’da bir kongre toplandı. Çok geçmeden Ekvador da kurtarıldı.

Bolivar, Ekvador’un Quito kentinde büyük bir tutkuyla bağlandığı Manuela Sáenz ile tanıştı. Bu sevgiye gönülden karşılık veren ve ateşli bir devrimci olan Manuela, savaş alanlarından başkanlık sarayına kadar her zaman Bolivar’ın yanında yer aldı. Kolombiya İspanyollardan bütün topraklarını geri aldıktan sonra, ABD yeni yönetimi resmen tanıdı. İspanyol egemenliğinde kalan tek ülke Peru’ydu. Bu sorun, Arjantinli devrimci José de San Martin ile Bolivar’ı bir araya getirdi. San Martin, Bolivar’ın kuzey için yaptıklarını kıtanın güneyinde başarmış bir devrimciydi. Ayrıca Lima’ya girerek Peru’nun bağımsızlığını ilan etmişti.

San Martin, dağlara çekilen İspanyol kuvvetlerini izlemede güçlük çekince, Bolivar’la birlikte davranmaya karar verdi. Bolivar ve San Martin, 26 Temmuz 1822’de Ekvador’un liman kendi Guayaquil’de bir araya geldiler. Bolivar’dan askeri yardım almayı amaçlayan San Martin, aynı zamanda sınır sorunları ve Latin Amerika’nın geleceği konularında da anlaşmaya varmak istiyordu, ama bir sonuç alamadı. Guayaquil’den döndükten sonra, Lima’daki görevinden ayrılarak kendi köşesine çekildi.

Eylül 1823’te Lima’ya giden Bolivar, 1824 yazında bir orduyla yüksek dağlık kesim üzerine yürüdü. Junin’deki ilk önemli çarpışmayı kazandıktan sonra, Peru seferini tamamlama işini komutanlarından Antonio José de Sucre’ye bıraktı. 9 Aralık 1824’te önemli bir çarpışmada yenilgiye uğrayan İspanyol genel valisi bütün ordusuyla birlikte teslim oldu.

Bolivar Kolombiya ve Peru’nun devlet başkanlığını üstlendi. Artık Güney Amerika kıtasının yalnızca küçük bir bölümü (Yukarı Peru) kralcı kuvvetlerin elinde bulunuyordu. Bu bölgeyi kurtarma görevi verilen Sucre, Nisan 1825’te İspanyol kuvvetlerini bölgeden çıkardı. Yeni ülkeye kurtarıcının anısına Bolivya adı verildi.

Simon Bolivar’a Suikast Girişimi

İspanyol sömürgecilerin Güney Amerika’dan tamamen kovulmasından sonra Bolivar’ın tek hedefi Latin Amerika’nın birliğini sağlamak üzere Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’nin sınırlarını (Ekvador, Kolombiya, Peru, Venezuela, Bolivya ve Panama) tek bir siyasi irade altında örgütlemekti. 1826’da Panama’da yapılan konferansta bu görüşünü açıklamış ama konferansa katılan delegeler bu fikri benimsememişti. Katılan temsilcilerde bağımsızlık istekleri ön plandaydı. Oysa Bolivar’a göre bağımsızlığın kalıcı olmasının tek yolu, sınırlar içinde tek bir millet ve cumhuriyet oluşturulmasıydı. Fakat ülkeler arasında çözülemeyen sorunlar, Simon Bolivar’ın hayatı boyunca düşünü kurduğu tek bir Latin Amerika ulusunun gerçekleşmesine izin vermeyecekti.

Ülkeler arasındaki ilk çatlağa Venezuela’da Jose Antonio Paez, Yeni Granada’da ise Santander ön ayak oldu. Paez tüm savaşlarda Bolivar’ın yanında yer almıştı, Santander ise Bolivar’ın yokluğunda en yetkili kişiydi. Bu iki yönetici arasındaki çekişme çok geçmeden iç savaşa dönüştü. Lima’dan ayrılıp Bogota’ya giden Bolivar, Cücuta Anayasası uyarınca Paez’in asi olarak cezalandırılmasını isteyen Santander’in baskısıyla karşılaştı. Bolivar, Kolombiya’nın bütünlüğünü korumak amacıyla Paez’i yatıştırmaya yöneldi ve 1827 başlarında onunla uzlaşmaya vardı.

Başkanlığı devralan Bolivar’ın toplantıya çağırdığı ulusal meclis Nisan 1828’de bir araya geldi. Santander’in önderlik ettiği liberaller mecliste çoğunluğu ele geçirdi. Bolivar, Cúcuta Anayasası’nı değiştirerek başkanlık yetkisini güçlendirmeyi umuyordu; ama liberaller bu yönde yapılan bütün girişimlere engel oldular. Ülkedeki siyasal durum kilitlendi. Eski anayasanın geçersiz olduğunu, ama yenisinin de yapılamadığını öne süren Bolivar bütün yetkileri elinde topladı. Bir grup liberal, 25 Eylül 1828 gecesi başkanlık sarayını bastı. Bolivar, suikastçıların hançerlerinden ancak sevgilisi Manuela Sáenz’in uyanıklığı sayesinde kurtulabildi. Suikast girişiminden sorumlu tutulan Santander ülke dışına çıkarıldı.

Suikast girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın karışıklıklar giderek arttı. Bolivar’ın sağlığı da iyice bozuldu. Bu sırada Peru, Guayaquil’i topraklarına katmak amacıyla Kolombiya’ya saldırdı. Sucre, Perulular’ı Tarqui’de yenerek Kolombiya’yı kurtardı. Bir kaç ay sonra Bolivar’ın en çok tuttuğu komutanlardan José Maria Córdoba ayaklandı. Ayaklanma bastırıldıysa da, daha önce kendisine bağlı kişilerin değerbilmezliğinin sürmesi, Bolivar’ı iyice umutsuzluğa düşürdü. Karışıklıkları fırsat bilen Fransa, İngiltere ve ABD, ülkenin içişlerine karışmaya başladılar. Sonunda 1829 yılında Venezuela, Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’nden ayrıldığını açıkladı.

Yaşadığı düş kırıklıkları nedeniyle Simon Bolivar hayatının geri kalan kısmını geçirmek amacıyla 8 Mayıs 1830’da Bogota’dan ayrıldı. Atlas Okyanusu kıyılarına ulaştığında, ardılı olarak yetiştirdiği Sucre’nin öldürüldüğünü öğrendi. Bolivar’ın acısı sonsuzdu. Bogotâ’da ayaklanan halkın geri dönmesi için yaptığı çağrıya yanıt vermedi. Avrupa yolculuğunu iptal etmekle birlikte, bir İspanyol hayranının Santa Marta yakınlarındaki malikanesine çekildi. 17 Aralık 1830’da, bağımsızlıklarına kavuşturduğu ülkelerin her zaman düşünü kurduğu birleşmelerini göremeden tüberkülozdan öldü.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.