Patentin Tarihçesine ve Patent Sistemine Bir Bakış

Türk Patent Enstitüsü’nün yaptığı tanıma bakılacak olursa, patent nedir sorusunun yanıtı, buluş sahibinin buluş konusu ürünü belirli bir süre üretme, kullanma, satma veya ithal etme hakkıdır. Sözcük olarak ise “kamunun incelemesine açık mektup” anlamına gelmektedir. Patenti bir nevi şahsi mülkiyet olarak görebiliriz: satılabilir, ipotek edilebilir ve mirasçılara geçebilir. Şahsi mülkün doğası gereği patent sahibi, patentin üçüncü kişiler tarafından kullanılmasını engelleyebileceği gibi, dilerse belli bir bedel karşılığında patentin kullanım imtiyazını devredebilir. Doğaldır ki, patentin şahsi mülkiyet benzeri özellikleri nedeniyle sosyalist ekonomilerde bir patent sisteminden bahsetmek olanaksızdır. İnsanlığın yararına olan bir yenilik, yalnızca belirli kişilerin kullanımına özgü olamaz, sosyalist ülkelerde bilimsel bir buluşun getirdiği faydalardan yararlanmak tüm insanların hakkıdır.

Kapitalist ekonomilerin bireyin çıkarını düşünen politikalarının aksine, sosyalist ekonomilerin toplumun çıkarını düşünen bu uygulamasına günümüz patent sistemi düşünüldüğünde hak vermemek olanaksız. Örneğin dünyanın herhangi bir köşesinde, insanların yüzyıllar boyunca sağlığa faydasını bildikleri için kullandıkları bir bitkinin günün birinde bir şirket tarafından patentinin alınmasın sonuçlarını bir düşünün. Patenti alan şirket benzer ürünlerin üretilmesini engelleyecek, belki de binlerce insan maddi yetersizlikten dolayı o ilacı alamayacağından yazgılarıyla baş başa kalmak zorunda kalacak. Ya da aynı ilacın muadilini üretmek olanaksız olacağından, devlet pahalı olan o ilacı almak zorunda kalacak ve sosyal güvenlik sistemine çok daha fazla bütçe ayrılması gerekecek. Gelişmiş ülkeler için bu durum sorun oluşturmayabilir, peki ya azgelişmiş ülkeler? Günümüzde patent sisteminin en büyük sakıncası olan bu durum, patent sisteminin tartışmaya açılmasının da temel nedeni.

Patent verilecek buluşlarda bazı ölçütler aranır: Yenilik, tekniğin bilinen durumunun aşılması ve sanayiye uygulanabilirlik ya da faydalı olması gibi. Oysa günümüzde, alınan binlerce patentten pek azı fayda getirdiği gibi kimi patenler de insanları oldukça şaşırtabiliyor. Örneğin Apple ile Samsung arasında artık yılan öyküsüne dönüşen patent davasında ortaya çıkanlar gibi. Çoğu insan için, kenarları yuvarlatılmış bir cep telefonu tasarımının bile patent sitemi ile koruma altına alındığı öğrenmek oldukça şaşırtıcı gelebilir.

George Basalla’nın, “Teknolojinin Evrimi” isimli kitabında sorduğu sorunun yanıtını almak, bu perspektiften bakıldığında gerçekten önemli:

Bir buluşun gerçekten yeni, faydalı ya da önemli olup olmadığın kararını kim verecek? Bu kararların neye göre verilmesi gerekiyordu? Bir buluşu değerlendirirken mucidin özgünlük konusundaki açıklamaları doğru olarak kabul edilebilir miydi? Patent, yapısı gereği seçkinci, tekelci ve bu yüzden antidemokratik değil midir?

Peki patent sistemi nasıl doğdu, bu noktaya kadar nasıl geldi? Patentin tarihine baktığımızda, kapitalizmin gelişimine paralel bir çizgide hareket ettiğini çok rahat görebiliriz.

İlk Patent Yasaları

Tarihsel sürece baktığımızda, ülkelerin sınai mülkiyet haklarını korumak için üretime dayalı sınai mülkiyet hakları (imtiyazlar) ve ürüne dayalı sınai mülkiyet hakları (patent) olmak üzere iki farklı sistem kullandıklarını görürüz. İmtiyazlı üretime dayalı sınai mülkiyet ile sanayileşmelerini tamamlayan ülkeler zamanla üretime dayalı sınai mülkiyete yani patent sistemine geçiş yapmışlardır.

Patentin bir hukuk branşı haline gelmesinin geçmişi de çok eski değildir. Gerçi yine de hak olarak patentin korunması uygulamasına Roma İmparatorluğu döneminde bile rastlayabiliriz. Örneğin Roma İmparatoru Konstantin, 337 yılında araba imalatçıları, mühendisler ve çilingirler gibi belli sektörlerdeki zanaatkarları tüm sosyal hizmetlerden muaf tutmuştu. Teknik eserlerin korunmasına ilişkin verilen ilk imtiyazlar ise doğrudan teknik eserle ilişkili olmayıp, verildiği ülkede yeni bir endüstrinin kurulmasını teşvik etmek amacını taşıyordu. 1331 tarihinde III. Edward tarafından İngiltere’de verilen kumaş dokuma zanaatı ile ilgili imtiyaz tarihteki ilk teknik imtiyazdır.

Avrupa, 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iktisadi ve sosyal alanda köklü değişimlere sahne olmaya başlamıştı. Üretim ve nüfus arttığı gibi yeni teknik gelişmeler de hız kazanmaya başlamıştı. Ortaçağ’a özgü, anında tüketime yönelik bireysel küçük üretimlerin yerini ticarete ayrılan büyük sosyal üretimler alıyor, kısacası çözülen feodal üretim biçiminin yerine artık kapitalizm doğuyordu.

Bu gelişmenin bir sonucu olarak, mucitlerinin icatlarından para kazanabilmeleri için yaptıkları icatları güvence altına alabilecek bir sisteme gereksinim duyulmaya başlar. Ve tarihin ilk patentleri olarak kabul edebileceğimiz mucitlere ayrıcalıklı onay belgesi verilmesi uygulaması, icatların getirilerinin önem kazanmaya başladığı bu dönemde Venedik’te başlar. Gerçi ilk patentin Venedik’te mi, Floransa’da mı yoksa İngiltere’de mi verildiği konusunda kesin bir görüş birliği bulunmamaktadır. Kimine göre, Floransa Cumhuriyeti’nde 1421 yılında ünlü mimar ve mucit Filippo Brunelleschi’ye, ünlü mimari eseri Duomo of Florence’e Carraran mermeri taşımak için tasarladığı gemisi için verilen belge ilk gerçek patenttir. Kimine göre ise ise Kral 6. Henry tarafından 1449 yılında John Utyman’a Venediklilerin kullandığı ama İngiltere’de daha önce bilinmeyen bir cam yapım süreci için 20 yıllık koruma sağlayan belgedir. Kısacası ilk patenti belli bir ülkeye mal etmek olanaklı değildir. Fakat herkesin üzerinde görüş birliğine vardığı ilk patent yasası, Venedik Cumhuriyeti’nin 19 Mart 1474’te kabul ettiği patent yasasıdır.

Patentin sistematikleşmesinde ve yasalaşmasında ise Sanayi Devrimi’ni ilk gerçekleştiren ülke olması nedeniyle İngiltere’nin öncü bir rol üstlendiğini görebiliriz. Hatta kimilerine göre, yeni bir teknolojiyi İngiltere’ye getiren ya da geliştiren kişilere bu buluşunu belirli bir süre kullanma hakkı tanıyan ve 14. yüzyılda İngiltere’de verilen patent belgeleri (Letters Patent) ilk patentlerdir. Fakat geçen zamanla birlikle kişilere tanınan bu hakların kötüye kullanılması, yeni yasal düzenlemelerin yapılması zorunluluğunu da beraberinde getirir.

Bu amaçla 1623 yılında çıkarılan “Tekeller Yasası” ile buluşlara bazı sınırlamalar getirilir, buluşlardan kaynaklanan haklar 14 yıl süre ile sınırlanır. Bugünkü patent yasalarıyla karşılaştırıldığında, Tekeller Yasası’nın bazı önemli farklılıkları bulunmaktadır. Örneğin Kraliyet’in izni olmadıkça bu patentler devredilemez ya da miras olarak kalamazdı. Daha da önemlisi, İngiliz hükümeti patent sahibinin iznine gerek olmaksızın patent verilen icadı kullanma hakkına da sahiptir. Günümüzde modern patent yasalarının temelini oluşturan Tekeller Yasası, çok uzun yıllar boyunca herhangi bir değişiklik görmeden yürürlükte kalır. 1790 yılında ABD’de patent yasası yürürlüğe girer. Hemen ardından Fransa’da 1791 yılında patent kanunu yasalaşır.  Dünyanın diğer ülkelerinde patent yasalarının yürürlüğe girmesi için daha bir süre beklemek gerekecektir…

Sanayi Devrimi sırasında sanayi ile bilim arasındaki ilişkilerin belli bir sistem içerisinde yürüdüğünü pek söyleyemeyiz. Modern araştırma laboratuvarları kurulana kadar geçecek olan bu süre daha çok mucit girişimcilerin dönemidir. Bu dönemde rekor sayıda patente (1093 adet) sahip olan Edison’dan, dinamitin mucidi Alfred Nobel’e kadar birçok bilim adamı, deneylerinin finansmanını kendileri karşılamakta, yeni icatlar yapıldıktan sonra patentleri alınmakta, sonrasında ise şirketler kurularak ürünlerin satılmasına geçilmektedir.

Fakat çok geçmeden Edison ya da Nobel gibi bireysel mucitlerin yerini modern araştırma laboratuvarları almaya başlar. Büyük şirketler, kendi bünyelerinde önemli buluşlara imza atacak araştırma geliştirme laboratuvarlarını teker teker açarlar.

Teknolojik gelişmeler baş döndüren bir hız kazanırken, dünyanın diğer ülkelerinde birer birer patent yasaları çıkmaya başlar. 1815’te Rusya, 1864’te İtalya, 1877’de Almanya ve 1885’te Japonya’da, kendine özgü yanlarıyla patent yasaları yürürlüğe girer.

Osmanlı’da İlk Patent Yasaları

1894 yılında zincirsiz bir bisiklet için alınan patent örneğiOsmanlı’nın da yaşanan gelişmelere ayak uydurması fazla sürmez. 1871 yılında “Eşya-i Ticariyeye Mahsus Alamet-i Farikalara Dair Nizamname” ve 1879 yılında “İhtira Beratı Kanunu” marka ve patent konularında ülkemizde patent konusunda atılan ilk adımlar olur.  Diğer önemli bir adım ise 1965 yılında yürürlüğe giren 551 sayılı “Marka Kanunu”dur. Üzerinde yapılan ufak değişikliklerle bu yasalar 1994 yılına kadar geçerliliğini sürdürür. 24 Haziran 1994 tarihinde, 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Türk Patent Enstitüsü sınaî mülkiyet hakları alanında bir dönüm noktası olmuştur.

Patent tarihinde uluslararası alanda yaşanan en önemli gelişmelerden biri, 20 Mart 1883’te sınai mülkiyet haklarının korunması için imzalanan Paris Sözleşmesi’dir (Paris Convention for the Protection of Industrial Property). Sınai mülkiyet hakları konusundaki dünyanın ilk uluslararası sözleşmesi olan Paris Sözleşmesi, üzerinde çeşitli değişiklikler yapılarak 1947 yılında son halini alacaktır.

İlerleyen yıllarda patent başvuruları sırasında gereken belgeler, patentlerin sınıflandırılması gibi konularda standartlaşma sağlanması için çeşitli uluslararası anlaşmalar imzalandı. 1973’te Avrupa Patent Sözleşmesi’nin (European Patent Convention, EPC) hazırlanması kararı alındı ve Avrupa Patent Ofisi (European Patent Office, EPO) kuruldu. EPO, sözleşmenin 1977’de imzalanmasının ardından, 1 Kasım 1977’de fiilen çalışmaya başladı. Daha sonra kurulacak olan Avrasya Patent Örgütü, Afrika Bölgesel Sınai Haklar Örgütü gibi birliklerle, birliğe üye ülkeler için tek bir başvuru yapmanın yeterli olması amaçlandı…

Günümüzde patent dünyası, kıyasıya bir rekabetin ve savaşların yaşandığı, birçok şirketin patentler sayesinde yüklü miktarda gelir elde ettiği bir piyasa  haline gelmiş durumda. Örneğin yalnızca son iki yılda ve yine yalnızca akıllı telefon pazarında patent davalarına ve satın almalara harcanan paranın miktarı 20 milyar dolardan fazla. Patent sayesinde kazanılan gelirlerin devasa boyutlara ulaşması herkesin iştahını kabarttığı için patent trolü denilen bir kavramın doğmasına da neden oldu. Patent trolünü “patent konusu olan buluş üzerinde üretim ya da satış gibi hedefi olmadan saldırgan ya da fırsatçı bir şekilde patent ihlalleri yapmış olabilecek kişi ya da kurumlar üzerinde baskı kuran kişi ya da kurum” olarak tanımlamak olanaklı. Patent trollüğü öylesine ileri boyutlara ulaşmış durumda ki, James D. Petruzzi ve Robert M. Mason’ın aldıkları patent, durumun ne derece trajikomik boyutlara ulaştığını gösteriyor. İkilinin patent başvurusu, dokümanlarını doldurmak üzere bilgisayar, klavye, fare, yazıcı ve ekrandan oluşan bir yöntemi anlatıyor. Bu demek oluyor ki, bilgisayar destekli olarak patent başvurusu yapan herkes, aslında bu patenti ihlal etmiş oluyor!

Günümüzde Patent Nasıl Alınır?

Apple ve Samsung arasındaki amansız patent savaşıGünümüzde patent almak oldukça kolaydır, hatta eski dönemlere kıyasla fazlasıyla kolay! Zaten paten trollüğünün günümüzde bu kadar yaygınlaşmasının temel nedenlerinden biri de, fazla bir çaba ve masraf gerekmeksizin genel kavramlar üzerinde patent sahibi olmaktır.

Eğer yaptığınız bir buluşun özgün ve yenilikçi olduğunu düşünüyorsanız, kendiniz ya da patent bürolarına vekalet vererek Türk Patent Enstitüsü’ne gerekli belgelerle başvurmanız gerekir. Patent başvurusunda gereken belgelerin neler olduğunu Türk Patent Enstitüsü’nün sitesinden öğrenebilirsiniz.

Yaptığınızı düşündüğünüz buluşun özgün ya da yenilikçi olup olmadığını, daha doğrusu daha önce başkası tarafından patentinin alınıp alınmadığını öğrenmek, mevcut patentleri öğrenmek için patent sorgulaması yapmanız önerilir. Bu sorgulama sizi boşa masraf yapmaktan kurtaracaktır. Patent sorgulaması için en pratik iki yol Google Patent Search servisini kullanmak ya da Türk Patent Enstitüsü’nün çevrimiçi web hizmetlerini kullanmaktır.

Patent sorgulama işlemini başarıyla tamamladıysanız, yani icadınıza daha önce başkası tarafından patent alınmadığını belirlediyseniz sıra patent türünü seçmeye gelecektir. Türkiye’de iki çeşit patent türü bulunmaktadır:

  • İncelemesiz Patent:  Maddi olanaklarınız kısıtlı ise tercih edebileceğiniz bir patent sistemidir. İşlemleri hızlı ve ucuz biçimde sonuçlandırılır.  Bu sistemde, patent verilebilirlik şartları açısından esas inceleme yapılmaz. 7 yıl boyunca icadınız koruma altına alınır.
  • İncelemeli Patent: İşlemleri incelemesiz patente göre daha uzun sürer. İcadınızın patent ölçütlerini tam olarak kapsayıp kapsamadığını araştıran ayrıntılı bir inceleme raporuna dayanılarak verilir. İncelemeli patentin avantajı, 20 yıllık bir süre için icadınızı koruma altına almasıdır.

Bütçeniz sınırlı ise incelemesiz patent her durumda daha avantajlı olacaktır. Çünkü patentinizden kazanç sağlamanız durumunda ileride gerekli koşulları yerine getirerek patentinizi incelemeli patente dönüştürerek koruma süresini uzatabilirsiniz. Bu iki modelin dışında bir de 10 yıllık koruma sağlayan Faydalı Model‘den bahsedebiliriz. Faydalı Model’de, patentten farklı olarak tekniğin bilinen durumunun aşılması koşulu aranmaz.

Unutmamanız gereken diğer bir önemli nokta, aldığınız patentin size yalnızca Türkiye sınırları içerisinde koruma sağlayacağıdır! Buluşunuzun diğer ülkelerde de korunmasını istiyorsanız, diğer ülkelerin patent kurumlarına başvurmanız gerekecektir.

Bugün, en çok patent alan ülkelerin ekonomik açıdan en gelişmiş ülkeler olduğu yönünde yaygın bir inanış egemen. Bu, kısmen doğru olabilir. Ancak ekonomik büyüme ile patent vermenin birbirleriyle bire bir bağlantılı olmadığını savunan uzmanlar, bunun aksi yönünde çeşitli kanıtları da ortaya koyabiliyor. Fakat yine de sahip olunan patentler bir ülkede araştırma-geliştirme çalışmalarına ne kadar kaynak ayrıldığını; bilimsel çalışmalara, dolayısıyla bilim adamlarına verilen önemin en somut göstergesi olarak kabul ediliyor.

Patent başvuruları ülkelerin gayrı safi ulusal hasıla değerleri ve araştırma-geliştirme yatırımları ile doğru orantılı. Araştırma-geliştirmeye daha fazla kaynak ayıran ülkelerin patent sayıları da haliyle diğerlerinden daha fazla. Örneğin 2007 yılında tüm dünyada verilen patentlerin %63.4’ü ABD, Japonya ve Kore’ye aitti. Türkiye’de 200 yılda verilen toplam patent sayısının ABD’de 10 günde verilen patent sayısıyla hemen hemen aynı miktarda olduğu düşünülecek olursa, kapitalist dünyada Türkiye bilim üretimi konusunda kendine ancak “az gelişmiş ülkeler” arasında yer bulabiliyor. Türkiye için tek sevindirici nokta belki de, yapılan araştırma-geliştirme harcamaları patent sayılarına oranlandığında Türkiye’nin pek çok ülkeyi geride bırakarak kendine en üst sıralarda (2007 itibariyle 15.) yer bulmasıdır. Yani Türk bilim adamları, kendilerine verilen kaynağı son derece verimli kullanıp, kıt kaynaklarla yine de en iyisini yapmayı başarabiliyorlar.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.