Fotoğrafın Tarihçesi

Eski Yunanca photos (ışık) ve graphein (çizmek) sözcüklerinin birleşiminden oluşan fotoğraf sözcüğü, optik sistemler aracılığıyla ışığa duyarlı gümüş tuzlarının etkilenmesi ve kimyasal işlemlerden sonra kalıcı görüntü elde edilmesi işlemi için kullanılır. Görüntü, ışığa duyarlı maddeleri, görünür ışık, morötesi, kızılötesi ve gamma ışınları gibi elektromanyetik ışınımın etkilemesiyle elde edilir. Kısacası fotoğrafçılığın temeli aydınlatılmış olan bir cismin objektifin içinden geçen görüntüsünü ışığa duyarlı bir yüzey üzerine kaydetme ilkesine dayanır. Fotoğraf sözcüğünün kullanılması ilk kez İngiliz astronom John Frederick W. Herschel’in 28 Şubat 1839’da fotoğrafçı William Henry Fox Talbot’a yazdığı mektupta önerilmiştir. Berlin’de yayımlanan Vossische Zeitung’un 25 Şubat 1839 tarihli sayısında, Herschel ile yazışmakta olan astronom Johann von Maedler’in yazısında da aynı terim kullanılmıştır.

Fotoğraf tek bir insanın buluşu değildir ve bu nedenle fotoğrafı icat eden kişi unvanı tek kişiye verilemez. Fotoğraf, Endüstri Devrimi sonrasında teknoloji ve sosyal yaşamdaki gelişmelere bağlı olarak birbirini izleyen çabaların sonucudur. İnsanlar yüzyıllar boyunca gözle görüleni ele gerek olmadan bir yüzey üstünde kalıcı hale getirme özlemini duymuşlardır. 19. yy başlarında Avrupa orta sınıfının güçlenmesiyle birlikte portrelerini yaptırmak, durumları güçlenen insanlar için yeni sosyal konumlarının göstergesidir. Giderek artan portre yaptırma isteği, ressam ve minyatürcülerin çalıştığı bu dalın mekanize olmasını zorunlu kılmış ve fotoğrafın gelişmesine neden olmuştur.

Fotoğrafın ortaya çıkışını hazırlayan teknik gelişmeler iki ayrı alanda olmuştur: Camera obscura (karanlık oda) ile optik görüntünün elde edilmesi ve ışığa duyarlı maddelerin geliştirilmesi. Latincede kara kutu anlamına gelen Camera obscura’yı oluşturan bilgilerin kaynağı Sümerlere kadar uzanmaktadır. Karanlık bir odanın duvarında küçük bir delik açılırsa, dışardaki görüntü karşı duvara ters olarak düşer. Eski Çin, Yunan ve Arap uygarlıklarında bu bilgi yazılı kaynaklara geçmiş ve sonraki yüzyıllarda güneşin gözlenmesi gibi olaylarda kullanılmıştır.

Rönesans döneminde sanatçıların geometri ve perspektifi işlemeleri camera obscura’yı tekrar gündeme getirmiştir. Leonardo da Vinci 15. yüzyılda karanlık oda ile ilgili olarak şunları yazıyordu:

Aydınlatılmış cisimlerin görüntüleri çok karanlık bir hücreye küçük bir delikten girdiğinde, bölmenin içine deliğin biraz ötesine beyaz bir kağıt yerleştirin. Bu kağıdın üzerinde o cisimleri gerçek şekil ve renkleriyle görebilirsiniz.

Camera Obscura’nın Ardından

Karanlık oda giderek taşınabilir kutulara dönüştürülmüş; 1550’de Milanolu fizikçi Girolamo Cardano deliği genişletip ince kenarlı mercek ekleyerek görüntünün netliğini artırmıştır. 1568’de bu sefer Venedikli araştırmacı Daniele Barbaro değişik çapta deliklerden oluşan sürgü diyaframla ışığı kontrol altına almayı başarmıştır. 1636’da Alman matematikçi DanieI Schwenter üç mercekli objektifi geliştirmiş; 1676’da bir başka matematikçi, Johann Christoph Sturm kutunun arkasına koyduğu 45’lik aynayla görüntünün yukarıdaki buzlu cama düz olarak aktarılmasını sağlamış, cam üstüne saydamlaştırılmış kağıt koyup görüntüyü elle çizmiştir. Böylece, camera obscura yaygın olarak kullanılan ve çizime yardımcı bir araç olmuştur.

Camera obscura’nın 17. yüzyılda gelişimini tamamlamış olmasına karşın ışığa duyarlı maddelerin bulunması için bir yüzyıl beklenmesi gerekmiştir. 1725’te Alman anatomi profesörü Johann Heinrich Schulze fosfor elde etmeye çalışırken,  cam şişe içerisindeki gümüş nitrat çözeltisinin güneş ışığına maruz kaldığında siyah renge döndüğünü yani ışığa duvarlı olduğunu keşfetti. Bu, ışığa duyarlı maddenin yaratılmasındaki ilk adımdı. 1775’te İsveçli kimyacı Carl Wilhelm Scheele güneş tayfının kısa dalga boylu mor ve mavi ışınlarının gümüş tuzlarını daha çabuk kararttığını gözlemiş, 1777’de ışıktan etkilenen gümüş klorürün amonyum hidroksitte erimediğini göstermiştir. 1782’de İtalyan kütüphaneci Jean Senebier güneş tayfının değişik renklerinin gümüş klorürü karartma sürelerini saptamış, ışıktan etkilenen bazı reçine türlerinin sertleştiğini ve terebentinde erimediğini bulmuştur.

Fotoğrafa giden yolda ilk çalışmaları yapanlardan biri İngiliz porselen yapımcısı Thomas Wedgwood’dur. Desenleri hazırlamak için karanlık oda kullanan Wedgwood, gümüş nitratla duyarlaştırılmış yüzeylerde optik görüntüyü kalıcı hale getirmeye çalışmıştır. 1802’de bu çalışmalarını yayımlayan arkadaşı kimyacı Humphry Davy ile birlikte gümüş nitrat ya da klorürle duyarlaştırılmış kağıt ve deri üstüne yaprak, böcek gibi cisimler koyup ışıklandırarak kopyalar elde etmişler; ancak poz süresi kavramını geliştirmemeleri ve sabitleştirme (fix) işlemini yapamamaları sonuca varmalarını engellemiştir. Wedgwood’un erken ölümü çalışmaların yarıda kalmasına neden olmuştur.

Tarihteki İlk Fotoğraf

İlk FotoğrafFransız donanmasında subay Joseph Nicéphore Niépce ve kardeşi de  benzer deneyler yapıyorlardı. J. N. Niépce 1810’larda taş baskı çalışmalarına başlamış, resimleri foto kimyasal yolla elde etmeyi denemiştir. Saydamlaştırılmış kağıttaki çizimleri ışığa duvarlı bir vernikle kapladıktan sonra baskı taşının üstüne kovarak güneşe tutmuştur. Camera obscura ile de denemeler yapan Niépce, Nisan 1816’da gümüş klorürle duyarlaştırılmış kağıt üstüne çiftlik avlusunun fotoğrafını almayı başarmıştır. Ancak bu bir negatiftir ve pozitif kopyayı gerçekleştirememiştir. Yıllarca çalışmanın sonucunda ışıkta kararan yerine sertleşen maddeleri deneyerek başarıya ulaşan Niépce, 1826’da kurşun ve kalay karışımı bir metal üstüne lavanta yağında eritilmiş yuda bitümü (Yahuda bitümü) sürüp camera obscura’ya yerleştirerek pencereden avluya yöneltmiştir. Sekiz saatlik pozlandırmadan sonra metal levhayı terebentinle yıkadığında güneş ışığının etkilemediği yerlerde bitüm erimiş ve altından siyah metal çıkmıştır. Sonuç pozitif bir görüntüdür ve tarihin ilk fotoğrafıdır.  1829’da tiyatro dekoratörü Louis Jacques Mande Daguerre ile ortak olan, onunla birlikte geliştirilmiş bir camera obscura modeli üreten ve fotoğrafı keşfeden Niépce, 1833’te öldüğünde henüz tanınmıyordu.

Niépce’in araştırmaları sürdüren Daguerre (bir görüşe göre rastlantı sonucu) camera obscura’da pozlandırma sırasında görüntü oluşuncaya kadar beklemek gerekmediğini, gizli görüntünün cıva buharıyla görünür hale getirilebileceğini bulmuş ve böylece poz süresini 15-30 dakikaya indirmiştir. Sofra tuzu kullanarak sabitleştirme yapabilmeyi ise ancak Mayıs 1837’de başarmıştır. Niépce’inkinden farklı olduğuna inanarak “daguerreotype” adını verdiği yöntemini 7 Ocak 1839’da Bilimler Akademisi’nde açıklayan Daguerre’nin yaptığı ilk fotoğraf makinası, birbiri içine giren iki kutudan oluşuyordu. Kutulardan ilkinde ince kenarlı basit mercekten oluşan objektif, diğer kutuda ise buzlu cam bulunuyordu. Bu kutular iç içe sürülerek uzaklık değiştiriliyor ve netlik ayarı yapılıyordu. Buzlu camın arkasında 45 derece eğimli duran bir ayna vardı.

Hükümet Daguerre’nin yöntemine patent vermedi; yöntemin kullanılmasını ve geliştirilmesini serbest bıraktı. Ama Daguerre’i Union d’Honnour nişanı ile ödüllendirmeyi ihmal etmedi.

Hükümetin isteği üzerine 19 Ağustos 1839’da Bilimler ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin ortak toplantısında fizikçi ve milletvekili Francois Arago tarafından açıklanan bu yöntemde bakır bir levha gümüşle kaplanmakta ve parlatılmaktadır. Işık geçirmeyen bir kutuda iyot buharına tutularak duyarlaştırılan levha camera obscura’ya yerleştirilip pozlandırılmakta ve sonra cıva buharına tutulmaktadır. Bu sayede ışık gören yerlerde amalgam oluşarak görüntü ortaya çıkmaktadır. Hiposülfitle sabitleştirme yapılıp suyla yıkanınca sonuç pozitif bir fotoğraftır. Açıklamanın yankısı büyük olmuş, ertesi gün aynı çalışmaları yaptığını öne süren pek çok kişi ortaya çıkmıştır. Fotoğraf, ilk gününden başlayarak geniş halk yığınlarının ilgisini çekmiş, hemen o hafta Paris’te malzeme satan dükkânlar açılmış, ressamlar ürkmüş, din çevreleri tepki göstermiştir. Artık yeni bir dönem başlamaktadır.

Bir insana ait bilinen ilk fotoğraf da 1838 yılında Paris’in Temple Bulvarı’nda yine Louis Daguerre tarafından çekilmiştir. İnsan trafiğinin oldukça yoğun olduğu bir bulvar olmasına karşın pozlama süresinin 10 dakikadan uzun olması nedeniyle bu kareye yalnızca bir boyacı ve ayakkabılarını boyatan bir kişi girmeyi başarabilmiştir.

Daguerre ve ilk insanlı fotoğraf

Kağıt Üstüne Fotoğraf

İlk olma önceliğini Daguerre’a kaptırmanın düş kırıklığını yaşayan İngiliz Hippolyte Bayard 1837’den beri kağıt üstüne fotoğraf elde etmekteydi. Gümüş nitratla duyarlılığı artırılan kağıdı ışıkta karartıp potasyum iyodürle yeniden duyarlı hale getirerek doğrudan pozitif görüntüye ulaşmış, “daguerreotype”ın açıklanmasından bir ay önce 30 baskıyla tarihin ilk fotoğraf sergisini açmıştı. Arkeolog, kimyager, matematikçi ve dilci Henry Fox Talbot da negatif-pozitif yöntemiyle kağıt üstüne fotoğraf elde etmişti. 31 Ocak 1839’da İngiltere Kraliyet Akademisi’nde yöntemini açıklamış ve 1841 başında calotype (kalotip) ya da talbotype adıyla yöntemine patent almıştı. Öte yandan İngiliz astronom Herschel de Daguerre’in yöntemini öğrenir öğrenmez çalışmaya koyulmuş ve kısa sürede sonuca ulaşmıştır. Gümüş karbonatla duyarlaştırılmış kağıt üstüne ilk fotoğrafını 29 Ocak 1839’da çekmiş ve hiposülfitle sabitleştirmiştir. Mart 1839’da Kraliyet Akademisi’ne bir bildiri sunarak 23 fotoğraf sergileyen Herschel’in fotoğrafçılığa pek çok katkısı olmuştur: “fotoğraf”, “negatif”, “pozitif”, “snapshot” gibi sözcükleri ilk kez o kullanmıştır. 1819’da bulduğu tiyosülfatlardan hiposülfitin sabitleştirici olarak kullanılmasını sağlamıştır. 1839’da cam üstünde fotoğraf elde etmiş, gümüş tuzlarının ışığa karşı duyarlık farklarını ve kızılötesi ışınların fotoğrafı kemiren etkisini göstermiştir. Cıva klorürün fotoğraftaki gümüş görüntü üzerinde ağartıcı (bleacb) etki yaptığını ve böyle bir fotoğrafın hipo eriyiğinde yenilendiğini bulan Herschel, bazı demir bileşiklerinin ışığa duyarlıklarını tanımlayarak (ozalit), 1842’de ilk mavi baskıyı (cyanotype) yapmış ve 1853’te de mikrofilmle arşivleme yöntemini tasarlamıştır.

Kağıt üstüne fotoğraf elde etmede daguerreotype çok net görüntü vermekle birlikte, hem çoğaltılamıyordu hem de cıva buharı insan sağlığı açısından zararlıydı. Üstelik kolayca çizildiği için cam altında deri kılıflarda korunmak zorundaydı. Calotype ise negatif-pozitif yöntemiyle çoğaltılabiliyor ama kağıt elyafı görüntüyü dağıtıyordu. Bu iki yöntemin zayıflıkları yeni arayışlara yol açmıştır.

Cam Üstüne Fotoğraf

Daguerreotype’ın netliği ve calotype’ın çoğaltılabilme özelliği, negatifte altlık olarak camın kullanılmasıyla sağlanmıştır. Cam üstüne fotoğraf elde etme yöntemini 1847’de Niépce’’in yeğeni Abel Niépce Saint Victor geliştirmiştir. Yumurta akıyla kaplanan cam levha, potasyum iyodür ve gümüş nitratla duyarlaştırılmakta, pozlandırmadan sonra mazı asidi (gallic acid) ile banyo edilip sabitleştirilerek yıkanmaktadır. Duyarlı cam levha pozlandırmadan önce ya da sonra bir-iki hafta saklanabilmektedir. Ancak poz süresi 5-15 dakikadır.

1851’de İngiliz fotoğrafçı ve heykelci Frederick Scott Archer “ıslak levha yöntemi”ni geliştirmiştir. Cam levha potasyum ve öteki iyodürleri içeren bir tabakayla kaplanıp karanlık odada gümüş nitrat eriyiğine batırılmaktadır. Bu karışıma batırılan cam levha kameranın içine konuluyor ve henüz ıslakken ışığa tutuluyordu. Ardından demir sülfat-asetikasitle banyo ediliyor ve potasyum ya da sodyum siyanürle sabitleştiriliyordu. Yapılan bu işlemler fotoğrafı çekenin üstünü başını batırıyordu ve işlem sayısı çoğalmıştı. Ancak yeni yöntem ışığa daha duyarlı olduğu için pozlama süresi hem 10 saniyeye kadar düşürmüştü hem de diğer yöntemlerden çok daha net fotoğraflar alınıyordu. Aynı yıl ambrotype (ya da melainotype) yöntemi de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Az pozlandırılmış kolodyum cam negatif, siyah kadife gibi bir altlık üstüne konarak çerçevelenmektedir. Negatifteki boşluklar siyahlaşınca gümüşün parıltısı beyaza kaçmakta ve görüntü pozitif olmaktadır.

Film Üstüne Fotoğraf

Camera ObscuraNe var ki sorunlar henüz tamamen çözülmüş değildi. Cam levhalar hem ağır hem de kırılgandı. Daha hafif ve daha dayanıklı bir altlık bulmak gerekiyordu.  1870’li yıllarda ışığa çok daha duyarlı gümüş bromürle kaplanmış jelatin emülsiyonla kaplanmış kuru levhalar geliştirildi. Bu amaçla İngiliz kökenli ABD’Ii fotoğrafçı John Carbutt’un ısrarıyla 1888’de bir selüloit fabrikasında ince levhalar üretilmeye başlandı. Ertesi yıl George Eastman’ın kurduğu Eastman Kodak çok daha ince olan nitro selüloz filmi, “Siz düğmeye basın, gerisini biz yaparız” sloganıyla ünlü makaraya sarılmış film kullanan Brownie kamerayla birlikte piyasaya sürünce gerçek anlamda bir devrim yaşandı, fotoğraf kitlelere yayıldı. Eastman Kodak’ın ilk sarma filmleri uzun ve ince bir kağıt şeridi biçimindeydi. İçindeki negatif tabaka çekilip çıkarılarak baskıdan önce cam levhaların üzerine yerleştiriliyordu. Yeni selüloz filmlerin üstünde tabanı görmeye sağlayan ışığa duyarlı bir emülsiyon bulunduğu içinse sıyırma işlemine artık gerek kalmıyordu. 1930’da çabuk alev alan nitro selüloz yerini selüloz asetat kullanıma bıraktı, yöntem aynı kalmakla birlikte emülsiyon sürekli olarak geliştirildi.

Renkli Fotoğraf

İlk açıklanışından başlayarak daguerrcotype’ın renkleri aktaramaması ve değişik tonlarda grilere dönüştürmesi bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Doğayı tüm ayrıntısıyla aktaran yöntemin renkleri de vermesi gerektiği ve biraz çalışmayla başarılabileceği düşünülmüş, ancak bu umulduğundan geç gerçekleşmiştir. İskoçyalı matematikçi ve fizikçi James Clerk Maxwell 1861’de üç renk kullanarak (mavi, yeşil, kırmızı) öteki bütün renklerin elde edilebileceğini kanıtlamıştı. Maxwell’in tekniğinde bu üç renkte sıvıyla dolu ince cam kaplar arkasından üç negatif çekiliyor, ardından cam negatifler üç ayrı özel cam kullanılarak ekrana yansıtılıyordu Maxwell’in tekniği kullanılarak tarihteki ilk renkli fotoğraf 1861 yılında Thomas Sutton tarafından çekildi.  Sonuç renkli fotoğraftı ama kullanılabilir olmaktan oldukça uzaktı. 1865’te bu üç rengin ışık için doğru olduğu, boya pigmentleri işe karıştığında üç ana renkte yeşil yerine sarı konması gerektiği keşfedildi.

Tarihteki ilk renkli fotoğrafRenkli fotoğrafa en büyük katkıyı yapan Fransız bilim adamı Louis Ducos du Hauron’dur. Maxwell’in üç ana rengin birleşmesini temel alan “toplayıcı bireşimine karşılık, 1869’da Hauron, pigmentlerin kendi renkleri dışında ışığın öteki renklerini emmelerini temel alan “çıkarıcı bireşimi önermiştir. Yeşil, turuncu ve mor filtreler arkasından üç negatif çekmiş; bu renkleri beyaza tamamlayan kırmızı, mavi ve sarı karbon pigmentler taşıyan ince jelatin bikromat levhalar üstüne ayrı ayrı baskılar yapmıştır. Kırmızı, mavi ve sarı baskılar üst üste konduğunda ortaya çıkan renkli fotoğraftır. Üç baskının kağıt ya da cam üstüne tespit edilmesiyle de renkli baskı ya da saydam (diapositive/slide) elde edilir.

Başlangıcından beri bütün emülsiyonlar ortocromatic’tir. Yani maviye çok, yeşile az duyarlı ve kırmızıya duyarsızdır. Renkli fotoğrafın gelişmesi ancak 1906’da panchromatic (bütün renklere duyarlı) emülsiyonun bulunuşundan sonra hızlanmıştır. 1907’de Fransız bilim adamları Auguste ve Louis Lumière kardeşlerin autochrome levhayı üretmeye başlamaları renkli fotoğrafçılıkta bir dönüm noktası olmuştur. Mikroskobik incelikteki mavi, yeşil ve kırmızı boyalı nişasta tanecikleriyle kaplanan cam levha üstüne ince bir tabaka pankromatik emülsiyon sürülmekte, levhanın öteki yüzünden pozlandırma yapılırken renkli nişasta taneleri filtre görevi yapmaktadır. Birinci banyodan sonra yeniden ışıklandırılan levha bir daha banyo edilmektedir. Sonuç, üç ana renkteki noktacıkların değişik oranlardaki karışımlarıyla renkli etkisi veren saydamdır. Ancak yine de poz süresi çok uzundur ve saydam (dia) için yoğunluk fazladır. Çalışmalar sürmüş, “toplayıcı bireşimle 1908’de Dufay, 1916’da Agfa renkli levha, 1932’de ise Agfacolor film piyasaya çıkmıştır. “Çıkarıcı bireşimle değişik ürünler ve 1934’te Kodak film pazarlanmış, iki Amerikalı amatör Leopold Godowsky ve Leopold Mannes tarafından geliştirilen Kodachrome film 1935’te kullanıma girmiştir.

Bu filmde üç kat emülsiyon vardır: Üst kat maviye, orta kat yeşile ve alt kat kırmızıya duyarlıdır. Pozlandırma ve ilk banyodan sonra ışıktan etkilenmemiş gümüş bromür kristalleri yeniden ışıklandırılmakta ve her tabakaya göre ayrı renk maddeleri taşıyan banyolardan geçirilmektedir. Ağartıcı ile gümüş filmden süpürülüp atılınca geriye yukarıdan aşağı sarı, magenta ve cyan (ara renkler) tabakalar kalmaktadır. Bu filme bakıldığında, yani içinden beyaz ışık geçtiğinde her ara renk tabakası karşıtı rengi emerek ve ötekilerini geçirerek renkli görüntüyü vermektedir. 1936’da piyasaya çıkarılan Agfacolor film de benzer ilkeyle çalışmakta, ancak renk pigmentleri emülsiyon içinde taşınmaktadır.

İlk renkli filmler projeksiyon ya da reprodüksiyon (tıpkıbasım) yapılmasına uygundu. Çoğunluğun isteğiyse renkli baskı elde etmekti. 1937de Agfacolor negatif-pozitif yöntem açıklanmış, ancak savaş nedeniyle geliştirilmesi 1950’ye kalmıştır. Kodacolor filmse 1942’de yapılmıştır. 1963’te üretilen Polaroid renkli film, Polaroid Land makineyle bir dakikada renkli pozitif vermekteydi.

Fotoğraf Makinelerinin ve Malzemelerin Gelişmesi

Fotoğrafın öncüleri genellikle kendilerinin yaptıkları basit camera obscura’larla çalışıyorlardır. Fotoğraf makinelerinin kitlelere satışına Haziran 1839’da Londra’da ve Agustos’ta Paris’te başlamıştır. Önde objektif ve arkada buzlu camıyla iç içe geçen iki ahşap kutudan oluşan daguerrcotype yöntemiyle çalışan bu ilk fotoğraf makineleri iyot ve cıva kapları, ispirto ocağı ve cezalarıyla 50 kg ağırlığındaydı. İlk objektiflerde odak uzaklığının çapa oranı f. 14 ya da 16’ydı. Bu nedenle pozlama süresi uzuyor ve portre çekilemiyordu.

1840’ta New York’ta Alexander S. Wolcott önünde objektif olmayan aynalı makineyi yaptı. Dipteki içbükey ayna ışınları ortadaki daguerrcotype levha üstüne odaklıyor ve poz süresi kısaldığı için artık portre çekilebiliyordu. Ocak 1841’de Avusturya’da optik malzeme üreticisi Friedrich Voigtländer, hesaplarını Macar matematikçi Josef Max Petzval’ın yaptığı objektifi taşıyan makineyi üretmiştir. Diyafram açıklığının 3.5 olması bir devrim yaratmış, emülsiyonların daha duyarlı hale getirilmesi de eklenince hareket görüntülenebilir olmuştur.

İlk fotoğraf makineleri

1850’de 10 calotype levha taşıyan ilk magazinli makine, 1854’te gene kağıt negatif için roll film düzeni yapılmıştır. 1850’lerde açık havada çalışacak bir fotoğrafçının en az 40-50 kg yük taşıması gerekiyordu. Kırım ve Amerikan İç Savaş’ında karanlık oda olarak bu nedenle donatılmış atlı arabalarla çalışılmıştı. Agrandisör ile büyütme henüz pratik olmadığından fotoğraf kontak kopyayla çoğaltılıyor ve büyük fotoğraf gerekiyorsa büyük makineyle çalışılıyordu. 1853’te çift mercekli stereoscopic makineler yapılmıştır. Yan yana çekilen iki fotoğraf, özel bakıcısıyla üç boyutlu görünüyordu. On beş yıl boyunca stereoscope hemen her evin eğlencesi olmuş, aynı yıllarda tabanca, cep saati, kravat iğnesi biçimindeki minyatür makineler de üretilmişti. 1879 da duyarlı kuru jelatin levhalar geliştirilince hem fotoğraf tekniği basitleşmiş hem de malzemeler hafiflemiştir. Makineler küçülmüş, obtüratörler (shutter/örtücü) kısa anlarda çalışır hale getirilmiştir. 1880’lerden sonra amatör fotoğrafçılığın hızla yayılması malzemelerin seri üretimini zorunlu kılmış, filmle birlikte makine çeşitleri çok artmıştır. 1900’lerde ABD ve İngiltere’de her 10 kişiden birinin fotoğraf makinesi vardı ama küçük makinelerin gelişmesi ancak 1924’te sağlanabilmiştir. 1910’larda sinema endüstrisi için üretilen 35mm filmi kullanan makineler üretilmeye başlanmış. 1914’te Almanya’da Ernst Leitz firmasının teknisyeni Oskar Barnack Leica’nın ilk modelini yapmıştır. Amaç sinema filmlerinin denenmesiydi. Küçüklüğü, pratikliği, sağlam yapısı ve f.3.5 Elmar objektifiyle bu makine ilgi çektiyse de savaş ve ekonomik yıkım nedeniyle üretimine 1924’te başlanabilmiştir. Aynı yıllarda yaygın olarak kullanılan f.1.8 ve f.2 Emostar objektifli Ermanox, basın fotoğrafının öncülerine az ışıklı iç mekânları habersizce fotoğraflama olanağı vermiştir.

1930’larda ince gren banyoların geliştirilmesinden sonra minyatür makineler dönemi başlamıştır. 1929’da Almanya’da yapılan TLR (iki objektifli refleks) RolIeiflex de bir öncüydü. II. Dünya Savaşı öncesi en çok kullanılan 6x6cm SLR makine yine Alman yapımı Reflex Korelle olmuştur. Savaştan sonra İsveç’te üretilen 6x6cm SLR Hasselblad, profesyonel fotoğrafçılar tarafından tercih edilmiş, İsviçre’de Arca, Almanya’da Linhof büyük boyutlu makineler üretmişlerdir. 1959’da Voigtlander ilk zoom (değişken odak uzaklıklı) objektifi gerçekleştirmiştir. 1948’de ABD’de bilim adamı ve mucit Edwin H. Land’tın geliştirdiği sistem ve Polaroid makineyle 60 saniyede pozitif fotoğraf elde edilmesi olanağına kavuşulmuştur.

1. Dünya Savaşı’ndan sonraysa Canon, Mamiya, Minolta, Nikon, Olympus, Pentax, Yashica, Bronica, Horseman ve benzeri Japon makineleri fotoğraf dünyasına egemen olmuştur. 35mm SLR makineler günlük yaşamın birer parçası haline gelmiş; değişik amaçlar için pek çok tip makine, gövde ve objektif, flaş ve öteki yardımcı parçalar üretilmiş, sistemler geliştirilmiştir. Makinelerin mekanik yapısı gelişmesinin sonuna vardığında yakın geçmişte mikro elektronik hizmete girmiş, ışık ölçümü, enstantane ve diyaframı otomatik olarak ayarlayan değişik programlar, autofocus (kendiliğinden odaklanan) objektifler, gövde içinde sayısı üçe varan motorlar, flaş sistemleri artık alışılmış özellikler olmuştur.

Dijital Fotoğraf Makinelerinin Doğuşu

Günümüzde dijital fotoğraf makineleri neredeyse piyasanın tamamını ele geçirmiş, analog fotoğraf makinelerini tarihin tozlu sayfalarındaki bir nostaljiye dönüştürmüştür. Film kullanılmadan fotoğrafın bir depolama ortamına kaydedilmesine ilişkin ilk patent başvurusu 1972 yılında Texas Instruments mühendisi Willis Adcock tarafından yapılmıştır. Ne var ki bu patent pratiğe geçme olanağı bulamamıştır.

İlk dijital fotoğraf makinesiİlk dijital fotoğraf makinesi 1975 yılında Kodak’ta mühendis olarak çalışan Steven Sasson ve bir grup teknisyen tarafından üretilmiştir. Günümüzdeki dijital fotoğraf makineleri ile karşılaştırıldığında ise oldukça ilkel sayılabilir. Yalnızca 0.1 megapixel çözünürlüğe sahip CCD sensörlü bu fotoğraf makinesinin tek bir fotoğrafı kaydetmesi bile 23 saniye sürüyordu. Üstelik 3.6 kg ağırlığı ile taşınabilir olduğu da pek söylenemezdi.

Ticari anlamda ilk gerçek dijital fotoğraf makinesi ise Fujifilm tarafından 1988 yılında Almanya’daki Photokina fuarında tanıtılan FUJIX DS-1P modelidir. Kodak’ın ürettiği modelden onu ayıran tek özellik yalnızca seri olarak üretilmesi değildir. Çektiği fotoğrafları analog bir ortamda saklayan Kodak’ın makinesinin aksine, FUJIX DS-1P çektiği fotoğrafları üzerindeki 2 MB büyüklüğündeki SRAM belleğe saklıyordu. Bu kapasite 5-10 fotoğrafın saklanması için yeterliydi. Bu nedenle Fujifilm FUJIX DS-1P tarihin tamamen dijital ilk fotoğraf makinesidir.

Günümüzde cep telefonları sayesinde aslında herkes bir fotoğraf makinesi sahibi. Ama temel amacı fotoğraf çekmek olan fotoğraf makineleri üzerine ar-ge çalışmaları halen daha sürüyor ve özellikleri gün geçtikçe artıyor.  Megapiksellerin yerini neredeyse gigapikseller almak üzere. Her ne kadar farklı bir amaçla üretilse ve farklı bir yöntem kullansa da, ABD Ordusu ve DARPA işbirliği ile geliştirilen ARGUS adlı sistem, 1.8 gigapiksel çözünürlük değeriyle dünyanın en yüksek çözünürlüğüne sahip fotoğraf makinesi olarak kabul edilebilir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.