Sovyetler Atom Bombasını Nasıl Kaptı?

3 Eylül 1949… Amerikan Hava Kuvvetleri meteoroloji uçağı, Sovyetler Birliği’nin uzak doğusundaki Kamçatka Yarımadası üzerinde uçuyordu. Radyoaktivite ölçme cihazları, uçağın olağandışı bir hava kirliliğinin içinden geçtiğini haber veren sesler çıkarmıştı… Kötü haber, Washington’a İşçi Bayramı’nda ulaştı. Sonraki hafta Amerikan uçakları bu radyoaktif bulutun Pasifik’ten geçip Kuzey Atlantik’e kadar uzandığını bildirince moraller iyice bozuldu.

Tekrar Sovyetler Birliği üzerinde uçmadan önce buluttan örnekler alan RAF uçakları, şüphelere iyi niyetle yaklaşanları üzecekti. Tahlil edilmek üzere getirilen havadaki plütonyum ve diğer doğal olmayan elementlerin izleri tek bir şey ifade ediyordu: Ruslar bir atom bombası patlatmıştı…

Manhattan Projesi’nin ürünü olan ve II. Dünya Savaşı’nı sona erdiren ABD’nin bu en büyük teknolojik başarısı, “geri” olarak nitelendirilen Stalin’in Sovyetler Birliği tarafından ele geçirilmişti. Uzmanların uzun yıllar süreceğini tahmin ettiği atomik üstünlük sadece 49 ay sonra Amerikalıların elinden alınmıştı.

Olup bitenler Washington’dakilerin tüylerini ürpertiyordu. Soğuk Savaş başlamıştı. Kızıl Ordu, Doğu Avrupa ülkelerinin üzerine boğucu bir örtü gibi çökmüştü. Ve kıtanın batı kısmı da her an başlayabilecek bir istila tehdidi altındaydı. Bir önceki yıl, Sovyetler, Müttefiklerin işgal ettiği Berlin’i kuşatmıştı. Batı bölgelerinde baş gösteren açlık, 10 ay süren ve uçaklarla yapılan yardımlar sayesinde önlenebilmişti.

Sonunda, ABD Başkanı Truman, “atom bombacıları” denilen bir filoyu İngiliz üslerine yolladı. Bunu gören Stalin geri çekilmek zorunda kalmıştı. Amerika’nın nükleer tekeli, Sovyet ordusunun gücüne karşı tek karşıt güç olarak görülüyordu. Ne var ki, kısa bir süre sonra Amerikalılar bu konuda tekel olmadıklarını anlayacaklardı.

Peki, Ruslar bu beklenmedik başarıyı nasıl gerçekleştirmişti?

Sovyetlerin Atom Bombası ABD’yi Neden Şaşırttı?

Nükleer patlama sonucunda atmosferden aşağı inen radyoaktif zerreler üzerinde yapılan inceleme, Sovyet bombasının, Hiroşima’yı yerle bir eden uranyum-235 ürünü “Little Boy”dan bile daha ileri teknolojide olduğunu gösteriyordu. Bu bomba, plütonyum çekirdeğine dayandırılan ve Nagasaki üzerine atılan daha gelişmiş atom bombası “Fat Man”e benziyordu. Yani, Manhattan Projesi’nin üstün mühendislik başarısını, nasıl olduysa Sovyetler de taklit edebilmişti.

Gururu elden bırakmayan Amerikalılar için, bu olayın tek açıklaması olabilirdi: Casusluk… Amerikan güvenlik birimleri, uzun yıllar Manhattan Projesi’nde kaçak olduğundan kuşkulanmışlardı. Hatta konuyla ilgili olan İngiliz bilimadamı Allan Nunny May, 1946 yılında küçük ayrıntıları Ruslara verdiği gerekçesiyle hapse atılmıştı. Artık Amerikalıların daha büyük kaçaklar olduğu konusunda kesin kanıtları vardı. Ruslar bombalarını patlatırken, FBI, ilk kez önceki 5 yıla ait Sovyet diplomatik şifrelerini çözmeyi başaracak yeni şifre çözücü bir teknik kullanıyordu.

Her şey tek bir adamı işaret ediyordu: Klaus Fuchs… Alman mülteci bilimadamı ve eski Komünist Parti üyesi olan Fuchs, İngiltere’nin nükleer araştırma ekibinde çalışmış, daha sonra da Amerikalıların Manhattan Projesi’nde görev almıştı. Bu casusluktan en çok etkilenen de hiç kuşkusuz Fuchs’un Manhattan Projesindeki patronu Hans Bethe’ydi. Bethe, Fuchs’un Ruslara bomba ile ilgili her şeyi söylediğine inanıyordu; bombanın nasıl bir araya getirildiğini, patlamanın nasıl kullanılacağını, patlayıcının ve nükleer maddenin nasıl yan yana getirileceğini, bombanın patlama kuvvetinin nasıl hesaplanacağını… Ve en önemlisi de, fasılasız enerji sağlaması için gerekli olan asgari radyoaktif element miktarının ne olduğunu…

Harwell’deki Atomik Enerji Araştırmaları Kuruluşu’nda yüksek bir mevkide bulunan Fuchs’un böyle afişe olması İngiltere’de üzüntü yaratmıştı. Bilimadamı burada, Başbakan Clement Attlee’nin 1945’in Aralık ayında verdiği emirle İngiltere’nin bomba projesi üzerinde çalışıyordu. Olayda derin bir ironi vardı; savaş süresince İngiltere ve Amerika atom bombası konusundaki çabalarını birleştirmişlerdi. Ancak sonraları, Amerikalılar daha fazla işbirliği yapmak istememişti. Sonuçta Attlee de İngiltere’nin bomba projesine karar vermek zorunda kalmıştı. İngilizler, işe Fuchs’un Los Alamos’tan kaçırdığı bilgilerle başlamışlardı… Aynı Rusların yaptığı gibi… Böyle olmasına rağmen, İngiltere’nin bombayı üretmesi 7 yıl sürmüş ve ilk bomba 1952 Ekim’inde patlamıştı.

İngilizlerin korktuğu gibi, Fuchs’un yaptıkları İngiliz-Amerikan ilişkileri için hiç de iyi olmadı. Ancak, Sovyet bombasının Amerikalılar üzerindeki etkisi ve “atom casusları”na karşı duyulan öfke çok büyüktü. Kendilerini adeta “aşağılanmış” hissediyorlardı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi 1949 yılında Mao ve komünistleri Çin’i kontrol altına almıştı. Bütün bu olaylar, Amerikan siyasetinde tehlikeli bir “antikomünist” dalganın doğmasına neden olmuştu. 1950 yılında Senatör McCarthy, Amerikan yaşamının her alanındaki komünizm sempatizanlarını sindirme avına başladı. Bağlılık yemini ulusal bir zorunluluk haline getirildi.

Peki Sovyetlerin elde ettiği, bilgiler ne kadar önemliydi? Ve bunun Sovyet bilimi ve ajanları açısından önemi neydi?

Sovyet fizikçileri de, aynı Avrupa, Amerika ve Japonya’daki meslektaşları gibi daha savaş başlamadan nükleer fizyonun olası sonuçlarının farkına varmışlardı. Sovyet hükümetine göre bu öyle gizli bir konu değildi, sansürcüler fikirlerini serbestçe yayınlayabiliyorlardı. Ta ki, Almanya 1941 yılında Rusya’ya saldırana kadar… Bu noktada, ön cephede hayatta kalmak için verilen mücadele, top, tüfek, tank, zırhlı araç gibi geleneksel silahları gerektiriyordu.

Stalin Kendi Manhattan Projesini Başlatıyor

sovyetler_atom_bombasiAma Stalin, bilimadamlarının yalvarmalarına kulak tıkamamıştı. Üniformalı genç bir bilimadamının sığınaktan yazdığı bir mektup, bu nedenle Büyük Lider üzerinde etkisini göstermişti. Igor Kurçatov adlı genç fizikçi, hemen çatışma ortamından alındı ve araştırma istasyonuna getirildi… Stalin, 1943 yılında Almanların doğu cephesinde bozguna uğramasıyla birlikte diğer fizikçilerinin yalvarışlarına da cevap verecek ve kendi Manhattan Projesi’ni oluşturacaktı. Bu kuruluşun adı şifre ismi “Ortaboy Makina İmalatı Bakanlığı”ydı. Açık olarak da “Standartlar Laboratuvarı” gibi bir ad taşıyordu.

Laboratuvarda çalışmalara başlayan ekibin başına, sadık bir komünist olduğu bilinen Igor Kurçatov getirilmişti ama gözü sürekli onun üzerinde olan biri daha vardı: KGB’nin atası sayılan NKVD’nin başı ve “Makina Bakanlığı’nın patronu Lavrenti Beria… Beria aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin en korkulan gizli polisiydi. Hatta Stalin’den sonra ülkenin en korkulan ikinci kişisiydi. Stalin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçirmeyi denese de tarihin bir cilvesi olarak NKVD’in binlerce kurbanı arasına katılarak cesedi bir mahzende bulunacaktı.

Korkunç kötü bir karaktere sahip olmasına rağmen Beria, iş bitiriciliği tartışılmayan bir kişiydi.  Bombayı hazırlamak için görevlendirilen “Makine Yapımcıları’’ ekibindekiler ise, Sovyetler Birliği’nin en ayrıcalıklı kişileri arasındaydılar. Bunlar, işlerini yaptıkları sürece, Sovyet yaşamının kısıtlamalarından hiçbir şekilde etkilenmiyorlardı. Ancak Amerikalıların ilk bombayı atmasından sonra, üzerlerindeki baskı aşırı derecede artmıştı.

Bu baskı sonuç verecekti… Makine Yapımcıları, kısa sürede bir bomba yapmayı başardılar. 1947 yılında, Moskova’dan 400 km. uzaktaki “Armazas-16”nın süper gizli araştırma kuruluşunda, Kurçatov ilk nükleer reaktörü çalıştırdı. Bu, 1942 yılında Chicago’da Enrico Fermi tarafından kurulan “atomik yığın”ın bir modeliydi. Sovyetler 5 yıl geriden geliyorlardı ama çalışmaya başlayan reaktöre Fuchs’un ve diğerlerinin sağladığı bilgiler de eklenince, aynı yolda hızla ilerlediler.

Bombanın yaratılması dünyanın en uzun süre çalışan nükleer fizikçisi olan Yuli Khariton’un sorumluluğundaydı. Kurçatov gibi, o da sadece yetenekli bir bilimsel ekibi yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda ekibini Beria’dan korumaya çalışıyordu. Ekip, bomba işi yolunda gittiği sürece iyi yerlerde barındırılıyor ve çok iyi besleniyordu. Ancak Beria’nın emrindeki “gölge” bilim ekibi, Kurçatov grubunun yaptıklarını yakından izliyordu. Başarısızlık halinde büyük olasılıkla hepsi Sibirya’daki zorunlu çalışma kamplarında gönderileceklerdi.

Sadece Kurçatov’un ekibindekiler değil, KGB’nin yurtdışındaki ajanları da canla başla çalışıyorlardı. Peki bu ajanları motive eden neydi? Kimileri komünistlere inandıkları için casusluk yapıyordu. Daha az bağlı olan diğerleri ise, dünya üzerinde tek bir gücün nükleer silahlara sahip olmasını tehlikeli görüyor, nükleer silahların dengeli dağılımının daha güvenli olacağını düşünüyordu. Eski KGB generali Pavel Sudoplatov’un olaydan 50 yıl sonra yaptığı açıklamalara bakılırsa, nükleer bilgiler 20.  yüzyılın en büyük fizikçilerinden gelmişti. Bunların arasında Niels Bohr, Enrico Fermi, Leo Szilard ve hatta Manhattan Projesi’nin başındaki Robert Oppenheimer bile vardı, Bugün bu iddialar pek inandırıcı bulunmuyor ama eski KBG subaylarının açıklamaları, Rusların Amerikalılardan ve İngilizlerden az da olsa düzenli bilgiler elde ettiğini doğruluyor.

Bugün, atom casuslarının iyilik mi kötülük mü yaptıkları konusunda herkes kendine göre farklı inanışlar içinde… Aslında casuslar olmasa da, Kurçatov’un adamlarının bir şeyler başarabilecek kadar zeki olduğu biliniyordu. Rus fizikçisi Andrei Sakharov’un da dediği gibi, “Sadece tek bir sır vardı, o da nükleer bir bombanın yapılabileceğiydi…”

Sakharov, Sovyet casusları olmadan da Sovyet bilimadamlarının Amerikalılarla yarışabileceğini kanıtlamaya çalıştı. Atom bombası, Soğuk Savaş silahlarının sadece bir tanesiydi ve 300.000 ton TNT’nin patlamasıyla ortaya çıkan enerji kadar enerji sağlıyordu. Ağır olanları ayırmak yerine, hafif atomları birleştirerek binlerce kat daha fazla enerji ortaya çıkarılabilirdi. Bomba yarışında, böyle bir silah, yani hidrojen bombası bir sonraki adım olacaktı.

Amerikalılar 1948 yılında daha da ileri gitti. Ruslar ise casusların Amerikalılardan çaldıkları hatalı bir Amerikan modelini kopyalamakla vakit kaybettiler. Ancak Sakharov ve arkadaşlarına “birilerini kopya etmeden kendi başlarına düşünmeleri” izni verildiğinde Ruslar da ilerleme kaydettiler. Casusların çaldıkları bilgilerin yardımıyla oluşturulan atom bombası, Amerikalılardan 4 yıl gerideydi. Sovyetler hidrojen bombasını 1955 yılında patladığında ise rakiplerin arasında 1 yıldan daha az bir fark kalmıştı.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.