Albert Einstein’a İsrail Cumhurbaşkanlığı Teklif Edilmişti

19 Mayıs 1948’de İsrail devleti kurulduğunda rahat bir soluk alanlardan biri de hiç kuşkusuz modern fiziğin babası kabul edilen Albert Einstein idi.  Einstein daha ABD’ye göçtüğü 1921 yılında Kudüs’te bir üniversite kurulması için bağış toplamış ve özellikle II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımının başlamasıyla Yahudilere bir yurt bulunması fikrine sımsıkı sarılmıştı.

Yalnız Einstein’ın bu yaklaşımını başkasına ait toprakları işgal etme olarak anlamamak gerekir. Çünkü o yalnızca aynı soydan geldiği insanların rahatça, baskı görmeden diğer uluslardan ya da dinlerden insanlarla bir arada yaşayabileceği bir yurt özlemi içindeydi. Bağımsız bir devlet olmasa da olurdu. Yeter ki Yahudiler bir daha soykırıma maruz kalmasın. İsrail kurulmadan tam 10 yıl önce yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:

Bence Araplarla ortak barışçı bir yaşam temeli üzerinde bir anlaşmaya varmak, bir Yahudi devleti kurmaktan daha mantıklı olacaktır. Yahudiliğin temel karakteri hakkında edindiğim bilinç, ne kadar mütevazı olursa olsun, sınırları, ordusu ve dünyevi bir iktidar projesi olan bir Yahudi devleti düşüncesini kabullenmiyor. Saflarımızda, dar bir milliyetçiliğin gelişmesiyle Yahudiliğin uğrayacağı zararlardan endişe duyuyorum.

Kısacası Einstein’ın düşlediği Yahudi yurdu, iki halkın barış ve işbirliği içinde yaşadığı topraktan başka bir şey değildi. Yine Einstein’ın 1929-1930 yılları arasında yazıştığı Falastin dergisi editörü Azmi El Naşaşibi’ye gönderdiği mektuplara bakılacak olursa böyle bir barışı ancak Arap ve Yahudi doktorlar, yargıçlar, din adamları ve işçi temsilcilerinden kurulacak 8 üyeli bir kurul sağlayabilirdi.

1952 yılında, İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı Haim Weizmann öldüğünde, Princeton’da bulunan Albert Einstein, New York Times gazetesinde yazılan makaleyi şaşkınlık içinde okuyordu. Yazılanlara bakılacak olursa, İsrail Başbakanı Ben Gurion kendisine İsrail’in yeni cumhurbaşkanı olmasını teklif etmeye hazırlanıyordu.

Einstein gazetede yazılanlara önce doğal olarak inanmadı. Hayatı boyunca siyasetle hiç uğraşmamış, ömrü bilimsel çalışmalarda geçmişti.

Fakat New York Times’ta yazılanların şaka değil gerçek olduğunu, İsrail’in Washington Başkonsolosu Abba Eban tarafından yazılan mektup kendisine ulaşınca anladı. Mektupla özetle şunlar yazıyordu:

Bu mektubu size getiren kişi, Washington Büyükelçiliği’mizde görev yapmakta olan Bay David Goitein’dir. Size değerli başbakanımız Ben Gurion’un bir sorusunu iletecek. Eğer Knesset’te (İsrail Meclisi) yapılacak bir oylamanın sonucunda, başkanlık için uygun bulunursanız, İsrail cumhurbaşkanı olmak ister misiniz? Bu durumu kabul ettiğiniz takdirde İsrail yurttaşı olup İsrail’e taşınmak zorunda kalacaksınız.

Fakat başbakanımız size garanti veriyor ki,  aynı zamanda araştırmalarınız ve bilimsel keşifleriniz için de devlet size maddi açıdan destek verecektir.

Mektubu ulaştıran Bay Goitein sormak istediğiniz bir soru varsa yanıtlayacaktır.

Hangi kararı verirseniz verin, sizinle birkaç gün içerisinde yeniden konuşmak beni oldukça memnun edecektir.

Mektup daha da uzuyor ve Einstein’ı ikna etmeye çalışıyordu. Mektubu okuduktan sonra evin içinde dört dönerken, “Çok sıkıcı, çok sıkıcı…” diye söylenip duruyordu. Heyecanlı olduğu kadar da huzursuzdu…

Sonunda 18 Kasım 1952 tarihinde Princeton’dan Washington’a, İsrail’in Başkonsolosu Abba Eban’a bir mektup gönderdi. Albert Einstein kendisine teklif edilen İsrail Cumhurbaşkanlığı teklifini nazik bir dille geri çeviriyordu:

Devletimiz İsrail adına şahsıma yapılan teklif beni son derece duygulandırdı, ama aynı zamanda üzdü ve altüst etti; zira bu teklifi kabul etmem mümkün değil. Yaşamım boyunca kendimi cisimlerin dünyasına adamış olduğumdan, insanların dünyasıyla ilgilenmek ve resmi görevlerle uğraşmak için gerekli olan deneyimden de yetenekten de yoksunum.

Bu nedenle yaşımın ilerlemesi gücümü sınırlamamış olsaydı bile, böylesi bir makamın yüklediği sorumlulukları yerine getiremezdim.

Tüm bunlar çok üzücü; Yahudi halkıyla aramdaki ilişkinin uluslar bünyesindeki nazik konumumuzun bilincine vardığımdan beri en fazla gönül vermiş olduğum şey olması üzüntümüm boyutunu daha da fazlalaştırıyor.

Son derece trajik koşullarda yazgımızın ve bağımsızlık mücadelemizin yükünü böylesine uzun süre omuzlarında taşıyan kişinin (Weizmann) arkasından ağlarken, geçmişteki faaliyetleri ve kişiliği itibariyle bu ağır ve zor görevin altından kalkabilecek birinin bulunmasını tüm yüreğimle diliyorum.

Albert Einstein İsrail Cumhurbaşkanı Olmayı Neden Reddetti?

Mektuptan da anlaşılacağı üzere, Einstein cumhurbaşkanlığı teklifini son derece nazik ve bir o kadar da diplomatik bir dille reddetmişti. Onun yerine Yitzhak Ben-Zvi, 16 Aralık 1952’de İsrail’in 2. cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Einstein’ın bu teklifi reddetmesinde görünürdeki neden, yaşının ilerlemiş olması ve böyle bir görev için yeterince deneyiminin olmadığını ileri sürmesiydi. Mektuptan bunu anlıyoruz. Peki, Einstein İsrail Cumhurbaşkanı olmayı neden reddetti? Aslında bu sorunun yanıtı Einstein’ın dini ve siyasi geçmişinde gizli.

Einstein Yahudi kökenli bir aileden geliyordu. Ama ailesinin dindar olduğu pek söylenemezdi. Hatta onlar açısından Yahudilik kavramının yalnızca kültürel bir olgu olduğu bile söylenebilir. Albert Einstein’ın dine bakışı da bu çerçevede oldu; yaşamı boyunca dine ve dini temeli olan siyasal akımlara karşı hep mesafesini korudu. Einstein’ın dine bakışı agnostisizm ve ateizm arasında oldukça ince bir çizgideydi. Yani bir tarafta Tanrının var olup olmadığının bilinemeyeceğini savunan bir inançla, diğer tarafta Tanrı kavramını kesinlikle reddeden bir inanç. Mektuplarından, son dönemlerinde Einstein’ın Tanrı inancının oldukça zayıfladığı anlaşılıyor. İsrail’de Ağlama Duvarı’nın önünde ağlayan Yahudileri “yüzlerini duvara dönüp bedenlerini bir o yana bir bu yana sallayarak yüksek sesle dua eden kabilemizin aptal oğlanları” olarak niteleyen Einstein, ölümünden yalnızca bir yıl önce  1954’te filozof Eric Gutkind’e yazdığı ve “Tanrı Mektubu” olarak bilinen mektubunda Tanrı inancını şöyle dile getiriyordu:

Tanrı sözcüğü bana göre insanın güçsüzlüğünün bir ifadesi ve ürünü olmaktan başka bir şey değil. İncil saygı duyduğum, ancak yine de ilkel ve bir hayli çocuksu bulduğum bir söylenceler topluluğu. Hiçbir yorum, ne denli incelikli olursa olsun, bu görüşümü değiştiremez. En incelikli yorumlamalar birbirlerinden oldukça farklılar ve bunların özgün metinle hemen hemen hiçbir ilgisi yok. Bana göre Yahudilik, öteki tüm dinler gibi, en çocuksu boş inançların nesneleştirilmesidir ve üyesi olmaktan mutluluk duyduğum, düşünce yapısına son derece yakın olduğum Yahudi halkı da benim için öteki insanlardan farklı bir niteliğe sahip değildir. Bu insanlarda seçilmiş olduklarını gösteren hiçbir şey görmüyorum.

Görüleceği üzere Einstein dine ve inançlara karşı oldukça mesafeliydi. Saygısız değildi ama Tanrı kavramı ona göre insanın acizliğinin bir ürünüydü. Onun dini yaşamı boyunca bilim olmuştu. Kendisinin dini görüşü hakkında yalan yanlış birçok şeyin yazıldığının ve kendisinin bir tarafa çekilmek istendiğinin de farkındaydı. Ölümünden sonra 1972 yılında, ders verdiği Princeton Üniversitesi tarafından onun sözlerinden yola çıkarak basılan “Albert Einstein, The Human Side: Glimpses from His Archives” adlı kitapta dini görüşünü şöyle anlatıyordu:

Benim dini bağlılıklarım konusunda okuduklarınız, sistematik olarak yinelenen yalanlardan başka bir şey değil. Kişisel bir tanrıya inanmadığım gibi bunu saklamayı bırakın, açık ve net bir şekilde ifade ettim. Eğer içimde “dini” olarak tanımlanabilecek bir şeyler varsa, o da bilimin aydınlatabildiği kadarıyla dünyanın yapısına olan sonsuz hayranlığımdır.

Einstein ve Siyonizm

Albert Einstein’ın Siyonizm’e bakışına gelince…

1911 yılında Prag’da profesör olarak ders verirken bile Yahudi sorunu pek ilgisini çekmemişti. Oysa Prag, 1897 yılında Theodor Herlz bir Yahudi devleti kurma fikrini ortaya attığından beri bu konunun en hararetli konuşulduğu yerlerden biriydi. Sorunun ciddiyetini ancak 1914 yılında Berlin Üniversitesi’ne atandıktan sonra anladı. Fakat bu düşünce değişikliğinde bile Yahudi asıllı olmasından çok sosyalizme olan yakınlığı etkiliydi. Nitekim 1921 yılında Haim Weizmann, onun Siyonist harekete katılması için çaba gösterilmesini istediğinde Kurt Blumenfeld onu şöyle uyaracaktı:

Einstein’ın bir Siyonist olmadığını biliyorsun. Sakın onu Siyonist yapmaya ya da bizim örgüte katılmasını sağlamaya çalışma. Sosyalizme eğilimli olan Einstein, Yahudi emek ve emekçilerin hedefleriyle çok yakından ilgileniyor. Einstein’ın konuşmalar yapmasını bekliyormuşsunuz diye duydum. Bu konuda çok dikkatli olun, çünkü çoğu zaman ağzından safça dökülen sözcükler hiç de işimize gelmeyebilir.

Blumenfeld’in de dediği gibi Einstein Siyonist değildi ama sosyalist eğilimli olduğu için zaten doğal olarak ezilenin yayındaydı. 1914 yılında Berlin’e yerleştikten sonra Yahudilerin içinde bulundukları, yaşanan ekonomik çöküşten onların sorumlu tutulduğunu görmüş, Alman hükümeti Doğu Avrupalı Yahudiler aleyhine önlemler almaya niyetlenince karşı çıkıp Berliner Tageblatt gazetesine bir yazı yazıp “bu tür önlemlerin insanlık dışı ve mantıksız olduğunu” çekinmeden belirtmişti.

Kısacası Einstein’ın kendine bir Yahudi gözüyle bakmasında ve dünya üzerindeki Yahudilerin davasıyla ilgilenmeye başlamasında, Almanya’da yükselen Yahudi düşmanlığı etkili olmuştu. O Siyonizm dahil bütün ırkçı eğilimlerin karşısındaydı. 1919’da Siyonist önder Blumenfeld’e önce, “bir milliyetçiliğin daha ortaya çıktığını görmeyi kabullenemeyeceğini” söyleyecek; ama daha sonra fikir değiştirip “milliyetçiliğe karşıyım fakat Siyonizm taraftarıyım” diyecektir. Sonraki yıllarda ise bu çelişkinin nedenini şöyle ifade edecektir:

Hoşgörüsüz, aşağılık, şiddet yanlısı adamların ortasında yaşamak zorunda kalmasaydık evrensel bir insan topluluğunun yararına her türden milletçiliği reddedecek ilk kişi ben olurdum.

Kısacası onun Siyonizm anlayışında, milliyetçilerin “siyasi vizyonu” değil, barış ideali ve kültürel gelişme fikri ön plandadır. Onun Siyonizm’den beklentisi, yazının başında da belirtildiği gibi bağımsız bir devlet kurma fikrinden çok Yahudilerin Araplarla barış içinde yaşayabileceği bir yurttur. Bu durumu bozacak her fikrin karşısındadır. Nitekim Weizman kendisini ABD ve İngiltere’ye Yahudi sorununu dile getirmesi için bir gezi teklif ettiğinde Einstein teklifi kabul etmiş ama şunları yazmıştı:

Birçok yerde kendini belli eden yüksek gerilimli Yahudi ulusalcılığı her an hoşgörüsüzlüğe ve bağnazlığa dönüşebilecek bir tehlike yaratıyor. Umarım bu durum salt çocuksu bir kafa karışıklığından ibarettir.

Fakat Albert Einstein’ın bu düşünceleri gerçekleşmedi ve kurulan İsrail devleti Siyonizm temelleri üzerinde hem ırkçılığa hem dine dayalı olarak yükselmeye başladı. Einstein büyük düş kırıklığı içindeydi. Araplarla birlikte barış içinde yaşama umudu yok olmuş, büyük karamsarlığa kapılmıştı. Sosyalist düşünceli bir insan olarak daha 1945 yılında Siyonizmi savunan 100.000 militanın İsrail’e kabul edileceğini öğrenince şu sözlerle eleştirmişti: “Bu insanlara musibet gözüyle bakıyorum. Yanlış yola sapmış bu canilerle ilgili hiçbir şeyi ne bilmek ne de görmek istiyorum.”

Birçok Yahudi aydın ile birlikte kaleme aldıkları ve 4 Aralık 1948 tarihinde New York Times gazetesinde yayınlanan mektubunda yeni kurulan İsrail devletinin tanımını şöyle yapıyordu: “Faşizmin üç ana özelliği, milliyetçilik, otoriterlik ve ırkçılık, etnik açıdan saf bir devleti savunan mevcut İsrail rejiminin karakteristikleridir.”

Oysa Einstein tüm yaşamını insanlığa ve barışa adamıştı. İlk atom bombasının yapılmasıyla sonuçlanacak Mannattan Projesi’nin hiçbir aşamasında görev almamasına karşın kimilerince sırf Yahudi kökeni nedeniyle Einstein’ın adının atom bombasıyla birlikte anılması ona karşı yapılan büyük bir haksızlıktır. Oysa 1945’te bu projenin tamamlanmakta olduğunu anladığında, bir mektup yazarak ABD Başkanı Eisenhower’ı bu silahı kullanmaktan vazgeçirmeye çalışan da, ömrünün sonuna kadar silahlardan arındırılmış bir dünyayı savunan da Einstein’dır.

Einstein’ın 1952 yılında kendisine yapılan İsrail Cumhurbaşkanlığı teklifini neden reddettiği hem siyasi görüşleri hem dini inancı incelendiğinde rahatça anlaşılabilir. Güç ya da iktidar peşinde koşan bir insan böyle bir teklifi hemen kabul edebilirdi. Oysa İsrail Cumhurbaşkanı olma teklifini kabul etmek, Einstein için yaşamı boyunca inandığı ve savunduğu tüm fikirleri bir anda kaldırıp çöpe atmak demekti. Oysa Einstein’ı Einstein yapan onun fikirleriydi, savunduğu görüşlerdi; bilime olan tutkusu, doğmalara olan karşıtlığıydı. Yaşamı boyunca insanların dinlerine ya da uluslarına bakmadan hep ezilenlerin tarafında olmayı tercih eden ve sosyalizme olan eğilimini saklamaya gerek duymayan bir insandı. İnsanı ayakta tutanın et ve kemikten oluşmuş bir beden değil, yalnızca fikirleri olduğunu çok iyi bilen Albert Einstein’ın tüm geçmişini yadsıyıp İsrail Cumhurbaşkanı olmasının olanağı yoktu.

18 Nisan 1955’te Princeton Hastanesi’nde dünyaya gözlerini kapamadan birkaç gün önce, İsrail devletinin kuruluşunun 7. yıldönümü için bir demeç hazırlayan Einstein, “olaylara nesnel olarak bakmaya çalıştığını” ve “kimsenin hoşuna gitmeme pahasına da olsa, gerçeğe ve adalete hizmet etme kaygısı taşıdığını” belirtmesi de bu nedenleydi.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.