Einstein’ın Mektubu

1949 Kasım’ında, o tarihte ABD’nin Princeton Üniversitesi’nde öğrenimini sürdüren Münir Ülgür’le, yüzyılın en büyük dâhilerden Albert Einstein arasında rastlantı sonucu da olsa oldukça anlamlı bir sohbet geçer. Ürgül’ün Türk olduğunu öğrenen Albert Einstein Atatürk’ü kast ederek, “Biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz” der. Sohbetin sonlarına doğru Einstein, son derece çarpıcı bir durumu daha anımsatır: “Atatürk 1930’larda Türkiye’deki üniversitelerde ders vermem için beni davet etmişti. Ama olmadı…” Ülgür bu kez çok şaşırır ve böyle bir fırsatın kaçmış olmasından dolayı da buruklaşır.

Yıllar sonra, 2006 yılında yine bir rastlantı sonucu Mesut Ilgım tarafından Başbakanlık Arşivleri’nde bulunan bir belge,  ünlü dâhinin de Türkiye’ye yazdığı bir mektubun ortaya çıkmasını sağlar. Bugün çoğu kişinin “Einstein’in Atatürk’e yazdığı mektup” olarak bilmesine karşın mektup aslında imza kısmından da görüleceği üzere Atatürk’e değil, Türkiye Cumhuriyeti Başvekaleti Celilesi’ne (Başbakanlık Makamına – The President of the Cabinet of Ministers of the Turkish Repuclic) yani İsmet İnönü’ye yazılmıştır. “Yahudi Halklarının Sağlığının Korunması Vakfı” Onursal Başkanı olarak altında Albert Einstein’ın imzasının bulunduğu 17 Eylül 1933 tarihli mektupta,  Nazi zulmünden kaçan Yahudi akademisyenlerin Türkiye’de mesleklerini icra edebilecekleri bir kuruma yerleştirilmeleri rica edilmektedir… Einstein’ın yazdığı mektubun içeriği şöyledir

“Ekselansları,

OSE Dünya Birliği’nin onursal başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarını Türkiye’de sürdürmelerine izin vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Bahsedilen kişiler, Almanya’da halen geçerli yasalar dolayısıyla mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş deneyim, bilgi ve bilimsel liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkeye yerleştikleri takdirde çok yararlı olacaklarını kanıtlayabilirler.

Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarını sürdürmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz deneyim sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilim adamları, hükümetinizin emirleri doğrultusunda herhangi bir kurumda bir yıl süresince hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzulamaktadırlar.

Bu başvuruya destek vermek amacıyla, hükümetinizin talebi uygun bulması halinde, yalnızca yüksek düzeyde bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği umudunu belirtmek cüretini buluyorum.

Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan onur duyan

Prof. Albert Einstein”

Einstein’ın Mektubu’nun Yazıldığı Dönem

Albert Einstein’ın bu mektubu yazdığı dönemde Almanya’da Nazilerin Yahudi kökenlilere karşı baskısı giderek artmaktaydı. Hitler 30 Ocak 1933 tarihinde  başbakan olarak iktidara gelmiş, hemen ardından 7 Nisan 1933’de Devlet Memuriyetinin Meslek Olarak İfasına Yeniden Dönüş Yasası’nı çıkararak Yahudi asıllı akademik personelin mesleklerini icra etmesini engellemeye başlamıştı. Almanya’dan ve daha sonra Avusturya’dan kaçan akademik personel ve öğretim görevlileri sığınacak güvenli limanlar aramaya başlamışlardı. Einstein da bunlardan biriydi. 1933 baharında Almanya’dan kaçarak Fransa’ya yerleşmiş ve “College de France”da ders vermeye başlamıştı. Türkiye de bu tarihlerde Yahudi bilim adamları tarafından tıpkı Fransa gibi sığınılabilecek güvenli limanlardan birisi olarak görülmektedir. Peki, Türkiye Nazilerden ve Hitler’den kaçan Yahudi bilim adamları için neden güvenilir bir limandır?

Einstein’ın mektubu Türkiye’ye ulaştığı zamanlarda Darülfünun’un çağın gereksinimlerini karşılamaması sonucu Haziran 1931’de başlatılan üniversite reformu çalışmaları tam hızla devam etmektedir. Bu amaçla Atatürk tarafından tarafsız bir inceleme yapması için görevlendirilen Cenevre Üniversitesi Pedagoji öğretim üyesi Prof. Albert Malche, inceleme sonucu hazırladığı 95 sayfalık raporunda, Darülfünun’un kapatılmasını, fen ve bilimin güncelliğine uymayan öğretim üyelerinin tasfiyesiyle kadro açığının yurtdışından getirtilecek bilim adamlarıyla tamamlanmasını önermektedir. Nitekim önerileri uygulanır da… 31 Mayıs 1933 tarihinde yayınlanan ve 1 Ağustos 1933 tarihinde yürürlüğe giren 2252 sayılı İstanbul Darülfünun’un İlgasına ve Maarif Vekaleti’nce Yeni Bir Üniversite Kurulmasına dair Kanun uyarınca Darülfünun’da görevli 157 öğretim üyesinden sadece 83’ü çalışmalarına devam ederken diğerlerinin yeni kurumla ilişikleri kesilir ve Türkiye Nazilerden kaçan bilim adamları ile temasa geçer. Görüşme yapılan Yahudi kökenli bilim adamları da 1 Ağustos 1933’ten tarihinden başlayarak Türkiye’ye gelmeye başlar.

Hitler Türkiye’nin bu davranışına oldukça sinirlenmiştir ve Yahudi profesörlerin ülkeye sokulmaması için Türkiye’yi tehdit eder. Atatürk’ün yanıtı hem küçümseyici hem de son derece nettir: “Bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez!” Ve hemen ardından işlemlerin daha da hızlandırılması emir verir. Kısacası Hitler’in blöfleri havada asılı kalır. Gerçi Hitler bu isteğini Atatürk’ün ölümünün ardından 1939 yılında Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Herbert Scurla ile bir kez daha yineler. Türkiye ziyaretinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile görüşen Scurla, Yahudi bilim adamlarının Almanya’ya iade edilmesi halinde Almanya’nın en parlak bilim adamlarını Türkiye’ye göndereceklerini söyler. Fakat o sırada gücünün doruklarında, Avrupa’nın en güçlü devleti olan Almanya’ya verilen yanıt yine değişmez. Türkiye bir kez daha Hitler’in baskılarına boyun eğmez ve isteğini reddeder. Görüleceği üzere kamuoyunun Einstein’in Atatürk’e yazdığı mektup olarak bildiği mektubun adresinin Türkiye olması ve Türkiye’nin Yahudi bilim adamları için güvenilir bir liman olması hiç de şaşırtıcı değil.

Einstein'ın Atatürk'e yazdığı mektupGelelim mektubun Türkiye’ye ulaşmasının öyküsüne… Burada tarihe not düşerek belirtelim ki, mektubun bizzat Einstein tarafından kaleme alındığı kesin değildir.  Çünkü mektubun yazıldığı 17 Eylül tarihinde Einstein’ın Paris’te olmadığı bilinmektedir. Mektup büyük olasılıkla daha sonradan kullanılmak için Einstein tarafından önceden imzalanan OSE antetli kağıtlardan birinin OSE yönetimi tarafından yazılması ile oluşturulmuştur. Fakat Einstein adına yazılan bir mektuptan OSE yönetiminin Einstein’ı bilgilendirmesi düşünülemez.

Mektubu Türkiye’ye ulaştıran kişi ise Yahudi asıllı diş doktoru yurttaşımız Samy Gunzberg’dir. Mektubun yazıldığı sırada Paris’te bulunan Gunzberg, Türkiye’ye dönüşünde İngilizceden Türkçeye bir çevirisini de ekleyerek OSE’nin mektubunu başbakanlığa iletir.  Mektuba eklenen bu çeviri, Bugün ve Zaman gazetelerinin “Einstein Atatürk’e mektup yazmamış” başlığı altında tarihsel bir yanlışa düşerek böyle bir mektubun hiçbir zaman var olmadığını iddia etmelerinin altındaki temel nedendir. Mektubun Samy Gunzberg tarafından yazıldığını sanmalarının nedeni OSE antetli mektubu değil, Samy Gunzberg’in çevirisini görerek asıl mektubun bu olduğunu sanmalarıdır.

Mektubun üzerindeki el yazılarından İsmet Paşa’nın mektubu okuduğu ve incelenmesi için gerekli mercilere yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Fakat yine mektup üzerindeki (büyük olasılıkla Hikmet Bayur’a ait) elyazısından görüleceği üzere talebin yerine getirilmesi yasalara göre olanaklı görünmemektedir. Nitekim İsmet Paşa’nın Albert Einstein’a yanıt olarak gönderdiği mektuptan da bu durum anlaşılmaktadır.

Samy Gunzberg'in Einstein'ın mektubunu Başbakanlığa iletirken eklediği çeviri“Saygıdeğer profesör,

İktidardaki hükümetin politikası gereği Almanya’da bilimsel ve tıbbi çalışmalarını yerine getiremeyen 40 profesör ve doktorun Türkiye’ye kabulünü dileyen mektubunuzu aldım. Bu beylerin hükümetimiz kuruluşlarında bir yıl ücretsiz çalışmayı kabul ettiklerini gördüm. Teklifiniz çok çekici olmasına rağmen ülkemiz kanun ve nizamları gereği size olumlu cevap verme imkânı göremiyorum. Saygıdeğer profesör, bildiğiniz gibi şu anda 40’tan fazla profesör ve doktor istihdam etmiş durumdayız. Çoğu benzer nitelik ve kapasitede olan bu şahıslar da aynı politik şartlar altındadırlar. Bu profesör ve doktorlar burada geçerli kanun ve şartlar altında çalışmayı kabul etmişlerdir. Şimdiki halde, çeşitli kültür, dil ve kökenlerden gelmiş üyelerle çok hassas bir oluşum geliştirmeye çalışıyoruz. O nedenle içinde bulunduğumuz şartlar gereği daha fazla personel istihdam etmemizin mümkün olmadığını üzülerek bildiririm.

Saygıdeğer profesör,

Arzunuzu yerine getirememenin üzüntüsünü ifade eder, en iyi duygularıma inanmanızı rica ederim.”

İsmet İnönü”

İsmet Paşa’nın Einstein’ın mektubuna olumsuz yanıt vermesine karşın o tarihten sonra 40 değil, 190 profesörün Türkiye’ye geldiğini ve üniversitelerde ders vermeye başladıklarını bilmekteyiz. Peki İnönü’nün olumsuz yanıtına karşın bu profesörler Türkiye’ye nasıl gelebildiler? İşte bu noktada, Münir Ülgür’ün yazının en başında aktardığımız anısından, devreye İnönü’yü de aşan bir gücün yani Atatürk’ün girdiğini rahatlıkla anlayabiliriz.  Zira Ürgür, tam bu zamanlarda Atatürk’ün Einstein’ı Türkiye’ye davet ettiğini anlatmaktadır.

Einstein’ın kendisi gelmese bile, Nazi zulmünden kaçarak ülkemize sığınan bilim adamlarının Türkiye’ye çok büyük katkıları oldu. Kimileri yeni yurtlarını öylesine benimsediler ki, geri dönmeyi bir daha hiç düşünmediler. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde ders vermeye başlayan ve 3 yıl içinde Türkçe öğrenerek derslerini bu tarihten sonra Türkçe vermeye başlayan Profesör Ernst Hirsch, 1945 yılında doğan çocuğuna “Enver” adını verdi. Manyas Kuş Cenneti genetik uzmanı Curt Kosswig tarafından bulundu. Ankara’da bugün birçok bakanlık binasının mimarı Clemens Holzmeister’dır. Muazzez İlmiye Çığ, Kemâl Balkan ve Raci Temizer gibi birçok bilim insanı ise Hititolog Hans Güterbock’un öğrencileridir.

Atatürk gibi ileri görüşlü bir öndere sahip olmanın, Türkiye’ye neler kazandırdığının bundan daha güzel örneği olabilir mi?

2 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.