Türk Çizgi Roman Klasiği Abdülcanbaz

1960’lı yıllara Türkiye’deki gazetelerde bugün artık hiç rastlamadığımız iki özel bölüm önemli bir yer tutardı. Bunlardan ilki tefrika romanlardı. Gazete okurları için günümüzün televizyon dizilerinin işlevini yerine getiren tefrika romanlar her gazetenin vazgeçilmeziydi ve her gazetenin ünlü tefrika romancıları olurdu. 1950’lerde Refik Hafit Karay Nilgün romanı ile Hürriyet’te, Esat Mahmut Karakurt Erikler Çiçek Açtı ile Yeni Sabah’ta, Kerime Nadir Son Hıçkırık ile Cumhuriyet gazetesinde tiraj patlaması yaratmışlardı.

Bugün unutulan söz konusu ikinci bölüm ise Fransızların “bande dessinee” dedikleri çizgi roman şeklinde sürekli aynı kahramanların öykülerini içeren resimli roman bandlarıydı. Her gazetede pek çok sayıda çizgi roman bantları yayımlanırdı. Bu işe 1930’lu yıllarda Amerikalı popüler dedektif Nick Carter’ın çizgibandlarını yayımlayarak Cumhuriyet gazetesi ön ayak olmuştu ve bu uygulama bütün gazetelerde yer almakta gecikmemişti. 1950’li yılların belli başlı gazetelerinde en az beşer altışar çizgi roman bandı yayımlanırdı. Bu işte Hürriyet başı çekmiş, Alex Raymond’un Dedektif Nik’i yanında Amerikalı çizerler Young’ın “Fatoş”ve McManus’un “Güngörmüşler” tiplemeleri okuyucuların beğeniyle izlediği resimli bandlar olarak gazetede yerini almıştı. Bunu diğer gazeteler takip edecek; Yeni Sabah’ta “Hasbi Tembeler”, Vatan’da “Hoş Memo”, Cumhuriyet’te “Profesör Nimbüs” gibi sevilen çizgibantlar okuyucu ile buluşacaktı.

1954 yılında Abdi İpekçi’nin yönetimi üstlenmesiyle büyük bir çıkış yakalayan Milliyet gazetesi de bu kervana katılmakta gecikmeyecekti. Gazetenin en beğenilen çizgibandı Manfred Schmidt adında bir Alman çizerin yarattığı hafiye Nick Knatterton tiplemesinin “Zehir Hafiye” adıyla uygulamasıydı. Ancak İpekçi’nin asıl düşüncesi yerli çizerlerin yaratacağı yerli kahramanlarla çizgibantlar yapmaktı. Bunun için Milliyet’in iki çizeri Turhan Selçuk ve Bedri Koraman’a baskı yapıyordu. Önlerindeki örnek de Altan Erbulak’ın Yeni Sabah’ta 1955’te başlattığı “Cafer ile Hürmüz” çizgibandıydı. Bedri Koraman 1956da “Cici Can” adlı kahramanının öykülerini çizgiband olarak çizmeye başladı.

Gazetenin başkarikatüristi olan Turhan Selçuk ise bu akıma ilk önce Bülent Oran’ın sözlerini yazdığı “Afrodit” adlı bir çizgiromanı çizerek katkıda bulundu.

18 Aralık 1956 günü çıkan Milliyet’te bir duyuruda gazetenin “6+6=12” başlığıyla mevcut altı çizgiromana yeni altı çizgiroman eklendiği müjdeleniyordu. Bunlardan biri Bedri Koraman’ın “Cici Çan’ı diğeri Turhan Selçuk’un resimlediği Afrodit idi. Cici Can tuttu ama Afrodit pek tutmadı.

Abdülcanbaz’ın İsim Babası: Aziz Nesin

Turhan Selçuk Abdi İpekçi’nin ısrarlarına dayanamayıp 1957 yılında yeni bir denemeye girdi. Senaryosu ve sözleri Aziz Nesin tarafından kaleme alınacak yeni bir kahramanın serüvenlerini çizecekti. Kahramanın adını Aziz Nesin koymuştu: “Abdülcanbaz.

Başından hiç düşmeyen fesi, II. Meşrutiyet subaylarının alamet-i farikası olan dönemin Alman İmparatoru ll. Wilhelm’in ucu yukarı kalkık bıyıklarına benzeyen ve “Wilhelmkâri” diye adlandırılan bıyıkları ve setre-pantolonu ile temiz, titiz bir İstanbul efendisi olan Abdülcanbaz yakışıklı, dürüst, namuslu, yurtsever ve bunun yanında sınırsız güçleri olan; ünlü Osmanlı tokadını patlattığında karşısındaki ne kadar güçlü olursa olsan yere seren; ancak mecbur kalırsa tabanca kullanan ama kullandığında da attığını vuran ideal bir kahramandır. Çok yakışıklıdır, kadınlar hemen etkisinde kalırlar ama o karısı Ruhsar’a hiç ihanet etmez; bu da dizinin fettan, canbaz kadınlarını çok şaşırtır. Abdülcanbaz hep haklının, ezilenlerin, halkın yanındadır. Sıkı bir millicidir. Tarih içinde çeşitli dönemlerde yaşar, zamana ve mekana sığmaz.

O günlerde Aziz Nesin adının basında görülmesi pek istenmediğinden, yayımlanan çizgibandında ismi görülmüyordu. Turhan Selçuk bu işten aldığı paranın yarısını Aziz Nesin’e veriyordu.

Aziz Nesin’in yarattığı karakter bir turist rehberiydi, hilekâr, üçkağıtçı bir tipti. Gelen bir turist gemisini karşılayıp bir Amerikalı ailenin rehberi olmaya onları ikna ediyordu; ilk işi konuklarına iyi bir otel ayarlamaktı. Ancak o dönemin tek lüks oteli olan Hilton’da -öyküde Milton olarak geçiyor- yer olmadığından diğer otelleri deniyorlar ve üçkağıtçı Abdülcanbaz’ın önerileriyle kaldıkları otellerde ya tahtakurularının saldırıları sonucu perişan oluyorlar yahut da Abdülcanbaz’ın anlaştığı otel randevu evi gibi işlediğinden basılıp karakollara düşüyorlardı. Amerikalılar Abdülcanbaz’a “Eyptılcımbız” diye hitap ediyorlar ve sonunda onun kazıklarından yaka silkip bir kez daha gelmeyi hiç düşünmeksizin İstanbul’dan adeta kaçıp kurtuluyorlardı.

Abdülcanbaz’ın ilk serüveni sona erdikten sonra Aziz Nesin, ikinci Abdülcanbaz öyküsünü kaleme almayı “ben artık bu konuda yazmam” diyerek geri çevirince, Turhan Selçuk Rıfat Ilgaz’a başvuruyor ve gazetede metnini Rıfat Ilgaz’ın kaleme aldığı “Abdülcanbaz Artist Ajanı” isimli macera yayımlanmaya başlıyordu. Bu sefer Abdülcanbaz, Raci adındaki ortağıyla bir artist acentesi açıyordu. Oysa Raci’nin gerçek niyeti, tuzağına düşürdüğü genç Adana barlarına satmaktı. Bu sefer Abdülcanbaz arkadaş kurbanı oluyor ve Raci’nin kendisini kandırdığını anlayınca kadın tacirleriyle savaşmaya başlıyordu. Bu arada Tarsus’ta sonra en yakın dostlarından biri olacak “Tarzan” la tanışıyor ve birlikte Halep ve Beyrut’a uzanan birçok serüvenin ardından kızları kurtarıyorlardı. Abdülcanbaz ilk macerasına göre giderek daha olumlu bir karakter çizmeye başlamıştı. Bu dönüşümde çizgiromana alışan Turhan Selçuk’un büyük katkısı vardı. Çünkü Rıfat Ilgaz çizgibandın sözlerini aksatmaya başlamış ve günlük gazetenin hızı içinde bu gecikmeler sorun yaratınca Turhan Selçuk olayın gidişine bakarak sözleri de kendi yazmış ve gecikmeyi önlemeye çalışmıştı. Bu durum Rıfat Ilgaz’ı küstürünce o da yazmayı bıraktı. Bu durumda Abdülcanbaz’ın bütün sorumluluğu Turhan Selçuk’un omuzlarına yüklendi ve bir “İstanbul Efsanesi” olacak Abdülcanbaz yepyeni bir kimlikle Turhan Selçuk’un öz malı olarak yeniden doğdu. İlk iki öyküdeki bıçkın, üçkağıtçı, düzenbaz Abdülcanbaz karakteri ortadan kaybolmuş, yerine düzenin yozlaştırdığı ortama ve bu ortamın ürünü olan ahlaksız, namussuz, utanması arlanması olmayan kişilere karşı savaşan bir kahraman gelmişti.

Turhan Selçuk bu değişimi kahramanının bir rüyasını anlatarak başardı. “Sayısız Fırtınalar” adlı çizgibandın alt başlığı “Abdülcanbaz’ın Rüyasıdır” idi. Tanıtım ilanında yeni Abdülcanbaz, “Abdülcanbaz Bey yeni tuttuğu kulübede bir rüya görür. Bir paşazadedir, tokadını yiyen muhakkak yeri öper, devrilir. Meşhur fırtınalardandır” diye tanımlanır. Rüyanın diğer kahramanları olarak Tarzan, Benli Eftelya, Gözlüklü Sami ve iki ünlü kabadayı Sürahi Mustafa ve Yengeç Abdullah tanıtılmakta ve macera “Kan, ölüm, ihtiras, vahşet, kin, aşk, hovardalık, racon, afi romanı yarın başlıyor” diye reklam edilmektedir.

Abdülcanbaz

Turhan Selçuk ve Yeni Abdülcanbaz’ın Doğuşu

O günlerde Milliyet gazetesinin köşe yazarlarından Refi Cevat Ulunay’ın, II. Abdülhamit döneminin İstanbul’unda “Onikiler” diye ünlenen başını Arap Abdullah’ın çektiği kabadayıları anlatan kitabı Sayılı Fırtınalar yayımlanmış ve büyük bir ilgiye mazhar olmuştur. Turhan Selçuk “Sayısız Fırtınalar” isimli çizgibandında hem ondan esinlenmiş hem de onu sarakaya almıştır. Turhan Selçuk, bu şekilde bir rüya ile başlayan yeni Abdülcanbaz serüvenlerini bilinçli bir biçimde uzatarak ilk iki maceradaki kötü Abdülcanbaz karakterini okuyucuların belleklerinden silmiş, başka bir deyişle Abdülcanbaz gördüğü rüyadan hiç kalkmamıştır.

“Sayısız Fırtınalar”ı diğer Abdülcanbaz maceraları izledi; artık Abdülcanbaz daha sonraki yıllarda efsane olacak karakterine bürünmüş, ünlü Osmanlı tokadını atınca karşısındaki en babayiğit rakibini bile yere deviren ama yalnız kaba kuvvetle değil mertliği, vatanseverliği, insanlığı ile simgeleşen bir kahraman olmuştu. Haksızlığa, üçkağıtçılığa, riyakârlığa, halkı kandıranlara karşıydı. Maceralar bir yandan Karagöz gibi geleneksel Türk seyirlik edebiyatının ve meddah geleneğinin izlerini taşırken Turhan Selçuk’un kurgu üçgeninin bir kenarını Gözlüklü Sami, Sürmegöz İhsan, Ebucehil Kadri Kadrettin, Molla Çapkını gibi kötüler, diğer tarafını Abdülcanbaz’la birlikte Tarzan, Fettah, Karanfil Hoca, Komiser Osman gibi iyiler oluşturuyor, üçgenin üçüncü kenarını kadınlar tamamlıyordu. Güzel yüzlü, uzun bacaklı, ince belli, dipdiri memeli ve kalçalı kadınlar; çizerimizin deyişiyle “karpuz göğüslü, ayva göbekli, ince belli, sütun gibi bacaklı kadınlar”. Çizerimizin klasikleşen ve simgesi olan köşeli çizgileri kadınlar için geçerli değildir, kadınlar bütün yuvarlakların sahibidir. Abdülcanbaz’ın karısı Ruhsar, Safinaz, Cihanyandı Saliha, Esnaf Raziye gibi iyi kadınlarla birlikte Zaruhi, Katina Katerina, Ramona gibi şeytani kötüler de bulunur.

Abdülcanbaz’ın ilk öykülerindeki zaman dilimi II. Abdülhamit dönemi sonu, II. Meşrutiyet dönemi ve Mütareke dönemi İstanbul’udur. Bu serüvenleri sırasında Mahmut Sadrettin Paşa’nın kızı Ruhsar’la tanışıp evlenir. Bir süre sonra Abdülcanbaz zaman ve mekandan bağımsız olarak yeni serüvenler yaşamaya başlar.

Bir bakarsınız tarih öncesi dönemlerde daha tekerlek icat edilmeden ortaya çıkar; bir bakarsınız IV. Mehmet’in ünlü sadrazamı İbşir Paşa ile mücadele eder, Turgut Reis ile denizlerde savaşır; XVII. yüzyılın ünlü seyyahı Evliya Çelebi ile seyahatlere çıkar. Günün birinde 2083 yılında Dipkus gezegenindedir, sonrasında 2190 yılında uzay kıyılarındadır. Bu arada resimli bantların yayımlandığı tarihlerdeki olaylara da el atar. Mısır’a o dönemdeki Mısır Cumhurbaşkanı Abdülnasır’ın daveti üzerine gider ve 007 James Bond rüzgarının estiği günlerde 007 Neymiş Bond ile mücadelesinde Komiser Osman’a yardım eder. Mekan olarak da geniş bir yelpazede kendisini görürüz. Irak’ta Türkiye’nin petrol çıkarlarını korurken Paris-Moskova arası otomobil yarışına katılır, Paris’te Arşene Lupin’le ABD’de Al Capone ile kapışır.

Tüm bunlar yaşanırken okurlar artık Abdülcanbaz’ı kendi ailesinden biri gibi görmeye başlamış ve onunla ruhsal bir yakınlık kurmuştur. Okur için Abdülcanbaz neredeyse canlı bir varlık, yaşayan bir karakterdir. Abdülcanbaz yeni yolculuklara çıkmaya karar verince Türkiye’nin pek çok yerinden davet alır. Ruhsar ile evleneceği olayın gelişmesinde Ruhsar hastalanıp ölmek üzeredir; okurlardan Ruhsar’ın iyileşip Abdülcanbaz ile evlenmesi için büyük bir baskı gelir; hatta ünlü yazar Ahmet Mithat’ın torunu olduğunu iddia eden bir okur “dedem gazetede tefrika edilen romanlarında okuyucularının ısrarlı isteği üzerine ölmekte olan kadın kahramanlarını iyileştirirdi” diye yazınca  Ruhsar iyileşir ve evlenirler, kızları Canbaziye doğar. Bir ilginç nokta da Ruhsar’ı ev haliyle biraz dekolte çizince gelen tepkilerdir. Okuyucular “Turhan Bey kardeşim, sen bizim yengemizi nasıl böyle dekolte çizersin, Abdülcanbaz’ın hanımına ayıp olmuyor mu?” diye eleştirirler. Görüleceği üzere artık hayranları için Abdülcanbaz bir mittir, ona yakışıksız davranılması affedilmez. Turhan Selçuk bu tepkileri ciddiye alıyor günlük bandın başına veya sonuna bir not düşerek bu uyarıları dikkate aldığını gösteriyordu.

Abdülcanbaz’ın maceraları uzun süre boyunca Milliyet’te yayımlandı, daha sonra Turhan Selçuk’un gittiği Yeni İstanbul, Akşam, Cumhuriyet gazetelerinde, tekrar Milliyet’te yayımlandı, 1980’li yılların sonunda Turhan Selçuk Abdülcanbaz maceralarını noktalamayı öngördü ama 1994’te kısa bir süre de olsa yeni maceraları yayımladı. Turhan Selçuk 12 Mart 2010’da öldüğü zaman ardında altmışa yakın Abdülcanbaz öyküsü bırakmıştı.

Abdülcanbaz öykülerinin konularını dört ana başlıkta incelemek mümkündür:

  • Son dönem Osmanlı öyküleri,
  • 60’lı yılların öyküleri,
  • Dış ülkelerde geçen öyküler,
  • Geçmiş ve gelecekteki öyküler.

Son Dönem Osmanlı Öyküleri

Bu öykülerde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya yaklaştığı günlerde geçen olaylarda Abdülcanbaz ve arkadaşları Gözlüklü Sami’de simgeleşen şer güçleriyle savaşırlar. Örneğin “Ya Çekil ya Öldürürüz” isimli bantta Gözlüklü Sami Ruhsar’ın babası Mahmut Sadrettin Paşa’nın yerine göz diker ve Abdülcanbaz’ı yıldırmak için Abdülcanbaz’ın kızı Canbaziye’yi kaçırır Abdülcanbaz Musa Keyta adlı bir zencinin yardımıyla kızını kurtaracaktır. “Direklerarası Faciası”nda kötü adam olarak yine Gözlüklü Sami ve adamı Pehlivan Tefo ve onun musallat olduğu kantocu Minyon Eleni başroldedir. “Karacaahmet Mezarlığının Esrarı”nda Gözlüklü Sami çetesinin halkın batıl itikatlara saplanmasının sonucu olan olaylar ve bunların ortaya çıkarılması işlenir. Kötülüğün simgesi Gözlüklü Sami yine başroldedir.Abdülcanbaz

“İstanbul Sokakları Hem Geniştir Hem Dardır” ise Mütareke Dönemi İstanbul’unda geçer. Lüks randevuevi işleticisi Katina Katerina, Gözlüklü Sami ve kabadayı Yengeç Mustafa, eski Dahiliye Nazırı Enver Sabri ve Damat Ferit Paşa’dan oluşan şer şebekesi ile Abdülcanbaz ve arkadaşlarının mücadelesi söz konusudur. İstanbul işgal altındadır; Abdülcanbaz ve arkadaşları Kuvay-ı Milliye ile Turhan Selçuk’un tabiriyle “Milliciler” ile birliktedirler, aynı şekilde “Tulumbacılar Takımı” da bir futbol karşılaşması bağlamında İstanbul’da o günlerde yabancı güçlerle olan mücadeleyi anlatır. “İşgal Altında” ise Gözlüklü Sami, Ebucehil Kadri Kadrettin ve Molla Çapkını gibi dönem mebuslarının Mıgırdıç Efendi isimli bir Ermeni tüccar ile işbirliğine karşı gazeteci Abdülcanbaz’ın mücadelesidir. Olayda Mıgırdıç’ın karısı güzeller güzeli Zaruhi başroldedir. Aslında bu öykü 1970’lerin ünlü hayali ihracatçısı Mıgırdıç Şellefyan davasının bir parodisidir. Mütareke döneminde geçen son Abdülcanbaz macerası ise “Oyun İçinde Oyun”dur. Burada da Zaruhi en başat figürdür. Kurgu, aynı zamanda Gözlüklü Sami’den intikamını feci şekilde alan ve ona yaşamı zehir eden akıllı Cihanyandı Saliha’nın da öyküsüdür.

Yine mekan olarak İstanbul’un seçildiği ama değişik konuların ilişkili olduğu öyküler arasında Gözlüklü Sami’nin yardımıyla cinayetlerine İstanbul’da devam eden ünlü “Kadın Kasabı Landru İstanbul’da” da bu ünlü cani ile Abdülcanbaz’ın mücadelesine, “Velosiped Olayı” adlı öyküde Abdülcanbaz’a Fransız dostu Kont Mansard tarafından hediye edilen bir bisikletin o zamanki söyleyişiyle “velosiped”in yol açtığı gülünç olaylara tanıklık ederiz. “Küçük Şeytanlar”da ise Abdülcanbaz ile Gözlüklü Sami’nin çocuklukları anlatılır.

İstanbul’da geçen bir ilginç öykü de “Ramona’dır. Erkek düşkünü İspanyol Ramona ve ünlü Japon karate ustası Nakayama’nın öyküsü ve karate numaralarıyla dönemin bütün ünlü Türk pehlivanlarını yenen Nakayama’nın Abdülcanbaz’ın Osmanlı tokadına yenilmesi Abdülcanbaz öykülerinin en çarpıcılarından biridir. Turhan Selçuk bu öyküyü ünlü sahaf Elif Kitabevi’nin sahibi Aslan Kaynardağ’dan aldığı eski bir kitapta okuduğunu söyler.

60’lı Yılların Öyküleri

Bantların yayımlandığı günlerdeki ilginç olaylar da Abdülcanbaz’ın serüvenlerine konu olabilir. Örneğin dönemin Mısır Cumhurbaşkanı kaybolan köpeğini bulmaları için Abdülcanbaz ve arkadaşlarını ülkesine çağırır. “Nil Sahilleri” isimli bu olayda kahramanlarımız, Abdülnasır yanında o zamanki Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve Nasır’ın dostu Makarios ile de karşılaşırlar. “Tamtam Buana” isimli öyküde ise tamtamlar ülkesi Kenya’ya yolculuk ederler ve orada Ernest Hemingway’le karşılaşırlar. Sinemalarda James Bond filmlerinin birbirini izlediği günlerde de Abdülcanbaz “007 Neymiş Bond Komiser Osman’a Karşı” isimli öyküde bu ünlü ajanı dize getirir. Said-i Nursi’nin adının çok geçtiği günlerde de kahramanımız gittiği bir Anadolu kasabasında Seyid-ül Kürsi ile mücadele edecektir.

Dış Ülkelerde Geçen Öyküler

Abdülcanbaz serüvenleri yalnızca Türkiye’de geçmez. Bütün dünya onun eylem alanıdır; Paris’teki dostu Kont Mansard’ın ünlü elmasının çalınmaması için tanınmış detektifler Sherlock Holmes ve Nat Pinkerton ile birlikte davet edilen Abdülcanbaz, şeytani zekalı Arşene Lupin’in hilelerini birer birer sonuçsuz bırakır ve dostunun “Allahabad Elması” isimli elmasının çalınmasını önler.

Aynı dostunun aracılığıyla otomobille devr-i alem seyahatine katılır ve rakiplerini geçerek birinci olur.

“Sahra Kaplanları”nda ise Irak’a gidecek ve Osmanlıların petrol çıkarlarını korumak için savaşacaktır. Rakipleri ünlü İngiliz casusu Lawrence ile onun kadar ünlü İngiliz kadın casus Gertrude Bell ve bütün zamanların en karanlık adamı ünlü silah taciri Basil Zaharof’dur.

“Aşkın Gözyaşları”nda ise bu kez Musul’a sürgün gidecek ve sadık dostu Fettah’a orada rastlayacaktır.

Geçmiş ve Gelecekteki Öyküler

Daha önce değindiğimiz gibi Abdülcanbaz öyküleri zaman kavramı dışındadır. Kahramanımız “Kraliçe Hamurabiye”de Karanfil Hoca ile birlikte tekerleği keşfederken, “Ben ki Abdülcanbazım” adlı öyküde IV. Mehmet’in sadrazamı kanlı İbşir Paşa ile mücadele eder, “Kara Ejderha”da Turgut Reis’in donanmasındadır. “Gelen Gideni Aratır” bilinmeyen bir tarihte geçer, XVII. yüzyılda ünlü seyyah Evliya Çelebi ile yaptıkları bir gezi “Seyahat-ı Foncistan”da öyküleştirilir. Abdülcanbaz Evliya Çelebiyi günümüz Türkiye’sine ahiretten getirecek ve şaşkınlığını “Seyahatname-i Türkiye”de anlatacaktır.

Abdülcanbaz bütün zamanların ve mekanların kahramanı olmak yanında bir bilim kurgu kahramanıdır. Karanfil Hoca’nın keşfettiği araçlarla hem “Toprak Nihayetlerine Seyahat”de yerin yedi kat dibine inecek, hem “Gök Katlarına Seyahat”de göğün yedi kat üstüne çıkacaktır, bu arada Karanfil Hoca ile ilk kez onlar aya ayak basacaktır. 2083’te “Dipkus Gezegeni”nde, 2101’de “ Volga, Volga” adlı öyküde, 2190’da “Uzay Kıyıları”nda akıl almaz maceralar yaşayacak; “Buzul İnsanları” ve “Yıldız Savaşları”nda günümüzden asırlar sonraki yıllarda o günlerin Gözlüklü Sami’leriyle savaşacaktır.

Bütün bunların dışında Turhan Selçuk Abdülcanbaz’ı kaleme aldığı romanların yanısıra “Bayanlar ve Baylar”, “Bir Köpeğin Anıları” ve “Hayvanistan” adlı öyküleri de yazıp çizmiştir. Bunlarda Abdülcanbaz’ı göremeyiz. Çizerimizin özellikle kadın erkek ilişkilerini incelediği ilk iki kitabı Abdülcanbaz öyküleri kadar ilginçtir.

Abdülcanbaz’ın esrarcı dostu Dumancı’nın tipik Abdülcanbaz öykülerinden farklı olan ve Abdülcanbaz’ın rolünün çok az olduğu “Dumancı”, “Dumancı’nın Dumanaltı Serüvenleri”, “Dumanaltında 20.000 Fersah” ve Dumancı’nın dostunun öyküsü “Esnaf Raziye” ise Abdülcanbaz külliyatının kendine özgü parçalarıdır.

Abdülcanbaz öyküleri 1972’de Genco Erkal, Engin Ardıç, Mehmet Akan ve Macit Koper tarafından oyunlaştırıldı ve Dostlar Tiyatrosu’nda sahnelendi. Abdülcanbaz rolünü o günlerin tanınmış sinema oyuncusu Ahmet Mekin üstlenmişti; Gözlüklü Sami’yi Genco Erkal, Karanfil Hoca’yı Zihni Küçümen oynuyordu. Aynı oyun Devlet Tiyatroları ile İstanbul Belediyesi Tiyatrolarında da sahnelendi. Abdülcanbaz’ın serüvenleri artık Biz AŞ. tarafından hem sanal ortama taşındı hem de klasik biçimiyle kendinize ya da sevdiklerinize verebileceğiniz en güzel, en anlamlı armağanlardan biri olarak kitapevlerinde.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.