Eski Türklerde Silah ve Zırh Sanatı

Askerliğe doğuştan yatkın olan Türklerde silah ve zırh, daha Orta Asya bozkırlarında, işlevselliğinin yanında estetiğiyle de ilgi konusuydu. Savaşçı örme zırh veya levhalı zırh kuşanıyor, hep ince ve uzun olarak resmedilmiş bir kargı, bir balta, kuşkusuz ok ve yay ve belki bir kılıç taşıyordu. Savaşçının ayrılmaz bir parçası olan ata da savaş sırasında bir baş zırhı takılıyordu.

Osmanlı silahları biçim yönünden Yakındoğu İslam ülkelerinin silahlarına benzer. XV. yüzyılda klasik biçimini alan Osmanlı kılıcının kesici gövdesi hafif eğri, tek ağızlı ve incedir. XVI. yüzyılın ikinci yansından sonra yatağan, XVII. yüzyılda pala ortaya çıkmıştır. Baltalar, çoğu zaman demir saplı ve ay biçimindedir. İki ağızlı ay balta teber adını alır. Sert ağaçlardan yapılan mızrakların demir uçlan yassı, sivri veya tırtıllıdır. Gürz, topuz ve şeşperler yekpare metaldendir veya başları metal, sapları ağaç olarak yapılmıştır. Çok eski bir geleneğe dayanan ok ve yaylar üstün niteliklidir.

Zırhlar, zincir örgü veya metal plakalar halindedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar peçelikli miğferler, XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra siperlikli miğferler kullanılmıştır. Yapıldığı malzemeye göre değişik adlar alan yuvarlak veya dikdörtgen kalkanlar göbekli veya düzdür.

Osmanlı silahları biçimlerinin ve üstün niteliklerinin yanı sıra oyma, kakma, ajur, telkari, savat tekniklerinde yapılmış süslemeleriyle sanat eseri niteliği de taşır. Genel olarak “murassa” diye nitelenen altın, gümüş ve değerli taşlarla işlenmiş kılıç, hançer, balta, teber, topuz, tabanca, tüfek, zırh, miğfer, kalkan gibi silahlar Osmanlı maden, tezhip, kuyumculuk, hat sanatlarının ortak ürünü niteliğindedir.

Zırhlar ve Kalkanlar

Keçe, deri ve demir gibi sağlam malzemelerden yapılan Türk zırhları miğfer, zırh gömlek, zırh göğüslük, kolçak, dizçek, hayvan zırh takımları gibi çeşitli parçalardan oluşur. Bu parçalar genellikle zincir örme ve metal plakaların üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır.

Miğfer: Genellikle konik külah biçiminde olan miğferler “peçelikli” ve “siperlikli” olmak üzere iki türdür. XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar kullanılmış olan peçelikli miğferler dik veya diyagonal yivlerle süslü şişkin bir gövde ile ince, uzun bir tepelikten oluşmaktaydı. Ön kısımda iki göz oyuğu ile burnu koruyan hareketli bir burun siperliği vardır. Miğferin taban çevresine çelik halkalarla tutturulan zincir örme peçelik omuzlara kadar inerek boynu korur.

XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlaşan siperlikli miğferlerin tepelikleri basık, gövdeleri koni biçimindedir. Bu tür miğferlerde peçeliğin yerini ön, kulak ve ense siperlikleri almıştır. Hareketli burun siperliği bu miğferlerde de mevcuttur. Ayrıca bazılarında sorguç veya tüy takmak üzere bir veya birkaç sorguç yuvası vardır.

XVI. yüzyılın sonundan itibaren ateşli silahların iyice yaygınlaşmasıyla birlikte miğferler yavaş yavaş tören silahına dönüşmüştür. Bu dönemden itibaren görülen zerrin külahın ağız ve tepelik bölümleri madeni parçalarla güçlendirilmiş; üzeri altın yaldızlarla ve gövdesi renkli kadifeyle kaplıdır. Gene XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı tören ve alaylarını bakır üzerine altın yaldızlı tombak miğferler süslemeye başlamıştır. Genellikle altın ve gümüş kakma teknikleriyle bezenen klasik Osmanlı miğferlerinin baş çemberi ve tepelikleri kûfî ve sülüs yazılarla süslenmiştir. Yazılarda savaşçıyı düşmandan koruyacak ayet ve dualar, dönemin hükümdarını öven sözler, bazen de yapımcı ustanın adı yer alır. Tombak miğferlerde genel olarak bir sadelik dikkati çeker. Ancak bir grup tombak miğferde kazıma, kumlama, kabartma gibi tekniklerle işlenmiş bitkisel süslemeler ve yazılar görülür.

Zırh: Kesici ve delici silahlardan vücudu korumak için giyilen elbiselere zırh gömlek sadece göğsü örten parçaya ise zırh göğüslük denirdi. Eski Türk kaynaklarında cebe veya cevşeni adıyla geçen zırh gömlekler, genellikle yarım kollu, sivri yakalı ve arkadan tek yırtmaçlıdır. Demir plakalar ve zincirlerden oluşan bu örme gömleğin altına genellikle, üzerinde Kuran’dan ayetler yazılmış deri, pamuklu, keten veya keçe bir iç gömlek giyilirdi. Zırh gömleğin plakalarıysa kazıma, gümüş veya altın kakma tekniklerinde, fetih ve zaferle ilgili ayetler, övgü ibareleri, bitkisel motifler ve madalyonlarla süslenirdi. XVII. yüzyıldan itibaren bütünüyle zincir örme gömlekler yapılmaya başlanmıştır. Son dönemdeyse törenlerde kullanılmak üzere Batı tarzı çelik göğüslükler yapılmıştır.

Kolçak ve Dizçek: Kolçak, kolun ve bileğin korunması için kola takılan zırh parçasıdır. Diz ve baldırı korumak için bacağa sarılan zırh parçasına da dizçek denir. Dizçek ve kolçaklar fazla bir biçim değişikliği göstermeyen zırh parçalarıdır.

Kolçak ve dizçek, bitkisel motiflerle dolgulu zemin üzerinde, dilimli madalyonlarla çevrelenmiş nesih ve sülüs kitabelerle süslenirdi. Yazı ve bezemeler altın ve gümüş kakma tekniğiyle, kolçağın büyük plakası ile dizçeğin diz taşı ve baldır plakaları üzerine uygulanır.

Hayvan Zırhları: Savaşçının bindiği hayvana da zırh giydirilirdi. Timur döneminden kalma bir fil zırhı halen daha Londra’daki Royal Museum’da sergilenmektedir. Askeri Müze’de de gümüş üzerine akik taşlar kakılarak süslenmiş bir deve alın zırhlığı bulunmaktadır.

Osmanlı at zırhları, alın zırhları ve sağrı zırhlarından oluşmaktadır. Alın zırhları hayvanın başını saracak biçimde dövme demir ya da bakırdan yapılmıştır. Kazıma, gümüş ve altın kakma ve altın yaldız teknikleriyle süslenmiş alın zırhlarının üzerinden fetihle ilgili ayetler, sultan ve yöneticiler adına övgü ifadeleri ile bitkisel motifler bulunur. Miğferlerde olduğu gibi at alın zırhlarında sorguç yuvaları bulunur. Sorguçlar hem törenlere renk katıyor, hem de atın sahibinin rütbesini vurguluyordu.

Boyun kalkanı da denilen boyun zırhı zincir halkalarla örülmüş demir plakalardan yapılırdı. Hayvanın gövdesini saran sağrı zırhı dört parçadan oluşur. Demir plakaların zincir halkaları ile birbirine bağlanmasından oluşmuştur.

Sağrı zırhını oluşturan plakalar, sağrı kısmında enine dizilerek hayvanın karnını etek gibi sardıktan sonra bacak hizasında son bulurdu. Bu zırhların görünüşleri ağır kumaşlar ve saçaklarla da zenginleştirilirdi.

Kalkan: Savaşçıların kendilerini ok, gürz, kılıç, mızrak gibi silahlara karşı korumak için, sol kollarına taktıkları korunma silahıdır. Yuvarlak, beyzi veya köşeli olmak üzere çeşidi biçimleri olan kalkanlar; demir, çelik, bakır, söğüt ve incir dalı, deri gibi dayanıklı maddelerden yapılırdı.

Kalkanların demirden olanlarına hacefe, sepet örgü yapılıp üzerine deri geçirilenlere deraka, matrak, ortası şişkin olanlarına kubbeli kalkan denirdi. Bükme ipten yapılan kalkanlar Büyük Selçuklular tarafından da bilinmekteydi. Kalkan adı verdikleri bu silah daha sonra Iran ve Türkiye’de de aynı teknikle yapılıp, aynı adla kullanılmıştır. Bu kalkanlar da bükme ipler arası ipek ipliklerle bağlanırdı.

Osmanlılar demir, söğüt ve incir dalından yapılmış kalkanları muharebe ve talimlerde, bakır kalkanlarıysa (tombak) tören ve alaylarda kullanmışlardır. Bu kalkanların içleri meşin, keçe ve çeşitli kalın kumaşlarla kaplanırdı. Süsleyici bir unsur olarak kalkanın ön yüzüne perçinlenen kabaralara, arka yüzden taşıma kayışları bağlanırdı. Diğer silahlarda olduğu gibi kalkanların üzerleri de çeşitli biçimlerde süslenirdi.

Silahlar

Türk zırhıSavaşçı topluluklar olan bozkır Türkleri mükemmel kılıç, kalkan, kargı, temren, zırh, tolga yapıyorlardı. Kılıçların hayvan figürlü kabzaları altın levhalarla kaplanıyor ve kıymetli taşlarla süsleniyordu. Zırhlar, tolgalar çoğu zaman altın, gümüş işlemeliydi. Zaman içinde gelişen ve çeşitlenen Türk silahlan en olgun biçimlerini, XVI. yüzyılda dünyanın en güçlü ordusuna sahip olan Osmanlılarda almıştır.

Kılıç: Yakın döğüş silahı olarak piyade ve süvariler tarafından çok eski dönemlerden beri kullanılan kılıç, kabza, balçak ve kesici gövde (namlu) bölümlerinden oluşur. Kabza, el ile tutulan kısımdır. Gövdeyi kabzaya bağlayan balçak kılıcın elden kaymasını önlemek ve eli korumak için yapılmıştır. Kesici gövde kesme ve delme görevini yerine getiren asıl bölümdür. Demir veya nitelikli çelikten yapılan gövdede kan olukları da bulunur.

Türk kılıcı zaman ve kullanım amacına göre farklılık gösterir. Örneğin Orta Asya’daki Türk atlılarının düşman yayalara karşı kullandığı kılıçlara, harcanan kuvveti azaltmak, buna karşılık kesme etkisini artırmak için kılıcın kesici tarafına dış bükey eğim verilir. Ayrıca kılıcın sırtı tabir edilen diğer ağzının da bir kısmı geniş tutulur ve keskinleştirilir.

Türk kılıçlarının güzel örneklerini Topkapı Sarayı Müzesi ve Askeri Müze başta olmak üzere, dünyanın bütün büyük müzelerinde görmek mümkündür. Osmanlı kılıçları arasında işçilik ve süsleme açısından XV. ve XVI. yy örnekleri özellikle ilgi çeker. Osmanlı maden sanatının doruğuna ulaştığı bu dönemde ünlü kılıç ustaları Türk kılıcına klasik biçimini vermişlerdir. İnce ve zarif kabzalarda kemik, fildişi, boğa, mercan, deri gümüş ve altın kaplama kullanılmıştır. Genellikle dört kollu olan balçakların üzeri altın, gümüş, değerli ve yarı değerli taş kakmalarla zenginleştirilmiştir. Namlu hafif eğri tek ağızlıdır. Namlunun süslenmesinde Osmanlı ustaları bitkisel ve geometrik motifleri birlikte kullanmışlardır. Ayrıca kûfi ve sülüs hat sanatı örnekleri ile Kuran’dan ayetler, hadisler, tarih, usta ve sahip adları kesici gövdeyi zenginleştirir.

Pala, kesici gövdesi kısa, enli ve uca doğru genişleyen bir yakın dövüş silahıdır. XVII. yüzyıldan itibaren bir kılıç türü olarak ortaya çıkmıştır.

Hançer: Kesici gövdesi bazen tek, ama genellikle çift ağızlı kesici bir silahtır. Namlusu kavisli oldukça sivri ve olukludur. Hançerin, namlusu düz ve iki ağızlı olanına kama adı verilir. Kemere takılarak taşınan Türk hançerleri yaklaşık 35-40 cm. boyundadır. Çelikten yapılmış olan kesici gövdesi altın veya gümüş kakma yazılar bitkisel motifler, saadet düğümü ya da Mühr-ü Süleyman gibi motiflerle süslenmiştir. Kabzaları kemik, fildişi, gümüş veya altın kaplamadır. Bunlar ahşap üzerine kadife, deri, gümüş veya altın kaplama bir kın içinde taşınır.

Kesici gövdeleri diğer Şam çeliği veya özel sulandırılmış menevişli çelikten yapılmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi veya Askeri Müze’de Osmanlı döneminde yapılmış kama örnekleri çoktur. Topkapı Hançeri adıyla bilinen III. Ahmet dönemine ait bir örnek, titiz kuyumculuk işçiliği ve nitelikli malzemesiyle bir şaheserdir.

Yatağan: XVI. yüzyılın ikinci yarısında Yeniçeriler ve leventler tarafından yardımcı silah olarak kullanılan Türklere özgü bir kesici silahtır. XVIII. yüzyıldan itibaren Balkanlar’da yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yatağanın karakteristik biçim özelliği kesici gövdesinin içbükey ve tek ağızlı, kabza başınınsa hamle sırasında yatağanın elden çıkmasını önlemek için kulaklı olmasıdır. Bu nedenle halk içinde yatağana kulaklı denildiği de olur. Genellikle kın içinde ve bele sarılı olarak taşınan yatağan türüne Zeybek bıçağı da denilirdi. Bunlar çok ince ve keskin olarak yapılır; kabzaları kemik ya da gümüş kaplamadır. Balçak ve kesici gövde üzeri kazıma, kakma teknikleriyle gümüş, altın ve değerli taşlarla süslenirdi. Süslemelerde rumi, palmet, şemse, saadet düğümü motifleri, Kuran’dan ayetler, güzel beyitler kullanılmıştır.

Balta: Ahşap veya metal bir sapa takılan demir, çelik veya bronzdan yapılmış, bir yüzü kesici diğer yüzü vurucu bir silahtır. Müzelerde değişik örnekleri bulunan Osmanlı baltalarının üzeri altın ve gümüş kakma tekniklerinde bitkisel motifler, ay-yıldızlar, kitabelerle süslenmiştir.

Teber bir sapa takılı çift ağızlı baltadır. Genellikle hükümdar maiyetinde bulunan özel muhafızlar ve çeşidi tarikatlara mensup dervişler tarafından kullanılırdı. Kesici gövdeleri ay biçiminde olduğu için bunlara bazen ay balta da denmiştir. Osmanlı ordusunda daha çok tören silahı olarak kullanılmışlardır. Teberlerin üzerleri de altın ve gümüş yaldız veya kakma teknikleriyle ve geleneksel motiflerle zengin bir biçimde süslenmiştir.

Mızrak, Yay ve Ok: Kargı da denilen mızrak, uzun bir sırıkla ucuna geçirilmiş ucu sivri bir demirden oluşur. Eski dönemlerde uçlarına renkli kumaşlar bağlanarak bayrak yerine de kullanılırdı. Osmanlı döneminde mızraklı alayı denilen mızrakla donatılmış bir muhafız alayı vardı.

Ok ve yay kadim Türklerde en önemli savaş savaş aracıydı. At üzerinde dörtnala giderken bile hedefi ıskalamadan yay kullanabilen Türkler, oklarla hem düşmanı oldukça uzaktan atışlarla zayıflatıyor hem de taktik gereği yapılan geri çekilmelerde düşmana büyük hasarlar veriyordu.

Hunların barışta ve savaşta kullandıkları en önemli araçları da ok ve yaydı. Ok atma eğitimlerine çok erken yaşlarda başlanır, savaş olmadığı zamanlarda eğitim amaçlı yapılan avlanmalarda genellikle ok kullanılırdı. Çavuş Oku da denilen ıslık çalan ok bizzat Hun Hakanı Mete tarafından icat edilmiş ve tüm ordu bu oklarla eğitilmeye başlanmıştı. Roma ve Bizans tarihçileri, on binlerce Peçenek atlısının düşmana ıslık çalan oklarını attıkları zaman güneşin kapandığını ve ortalığın karardığını; on binlerce okun çıkardığı dehşet verici sesten düşman askerlerinin korkarak kaçtıklarını yazarlar.

Hunların düşmanlarına karşı en büyük avantajlarından biri de yapımında oldukça fazla emek, yetenek  ve deneyim gerektiren bileşik-kompozit yay kullanmalarıydı. Elastiki ağaçtan yapılmış, iki ucunun sonu ve ortası kemik levha ile sertleştirilmiş, gerileceği yönün tersine doğru bükülen bu yaylar, düşman piyade ve süvarisi için son derece ölümcüldü. Çünkü basit ya da uzun yay gibi diğer yay türlerinin aksine, sürekli hareket halinde olan süvariler tarafından kullanılması oldukça kolaydı.

Osmanlı miğfer ve kalkanıYay yapımı ustalık gerektiren bir iştir. Ok atmakta kullanılan yay kavisli bir ağaç kabuk ile buna gerilmiş kirişten oluşur. Yay yapımında birçok ağaç türü kullanılmışsa da, en değerli kabul edileni akçaağaçtan yapılmış olanıydı. Yayın kirişi önceleri öküzün bilek ve dizi arasından alınan sinirlerden yapılırdı. Sonraları hava koşullarına bağlı olarak özelliğini yitirmesinden dolayı sinirin yerini ham ipekten yapılan çok katlı ibrişimler almış ve bu nedenle çile olarak da adlandırıldığı olmuştur. Yayın ana malzemesi olan ağaç, başta altın yaldız olmak üzere çeşitli boylarla süslenirdi. Süslemede bitkisel motifler yanında, kartuşlar içerisine yerleştirilmiş yapımcı adı ve tarih veren kitabeler de yer alırdı. Harp oku, av oku, hedef oku ya da işaret vermek için kullanılan öten ok gibi isimler altında toplanan oklar, başlıca üç kısımdan ibaretti.

Temren okun ucunda bulunan sivri kısımdır. Önceleri çakmaktaşından, sonra kemik, pirinç, demir ve çelikten yapılmıştır. Ok uçları demirden yapılmaya başladıktan sonra, demirden yapılmış anlamında “temürgen”, yani temren adını almıştır. En çok zarar veren temren türü çengelli olanlardı. Çünkü çengelli temrenle vurulan bir düşman ölmese bile, okun çıkarılması sırasında, yaralanmış düşman daha hazla zarar görebiliyordu. Hunların üç kenarlı demirden ve eşkenar dörtgen biçimli, yan kesimli, 3-9 cm. arası uzunlukta ok uçları vardı. Ayrıca, baklava biçimli yapraklı, çivi stilinde düz ok uçları da yapılıyordu.

Genel olarak çam, dişbudak ve gürgen gibi hafif ve sert ağaçlardan yapılan ok gövdesinin uzunluğu yay uzunluğunun yarısı kadardır. Ok gövdesi üzerine dizilen kuş tüyleri veya küçük kanatçıklar, okun yelek bölümünü oluşturur ve atışta dengeyi sağlardı. Hun oklarından bazılarının 81 cm. uzunluğunda olduğu kayıtlarda yazılıdır.

Ok ve yay mahfazaları deri, kumaş, keçe veya ahşaptan yapılırdı. Ok ve yayın birlikte konulduğu muhafazalara sadak veya tirkeş, sadece ok konanlarına ise kubur deniyordu. Bunlar, atın sağrısına veya omuza çapraz olarak asılarak taşınırdı. Üzerleri çoğu zaman malzemenin cinsine göre aplike gümüş ve altın kakma, sırım işleme, kalemişi teknikleriyle süslenmiştir.

Bir spor silahı olan cirit, elle atılan bir tür kısa mızraktır. Süvarilerin kullandığı bir silahtır. Ciritlerin sapları genellikle ahşap, temrenleriyse metal veya kemikten yapılırdı. Müzelerimizde gümüş ve altın gibi değerli madenlerle zenginleştirilmiş güzel cirit örnekleri bulunmaktadır.

Gürz ve Topuz: Bozdoğan, gürz, topuz, şeşper gibi adlar alan vurucu silahlar, bir sap ve ucundaki vurucu gövdeden oluşur. Bunlar gerek savaş gerek tören silahı olarak kullanılmıştır. Türklerin “salık” adını verdikleri gürzün bir türü, bir sapın ucuna zincirle bağlanmış dikenli bir ya da ender birden fazla küre yahut yumurta şeklindedir ve yakın dövüşten ziyade hedef alınan düşmana fırlatılmak suretiyle kullanılır.

Vurucu gövde gürzde armudi, topuzda yuvarlaktır. Osmanlı döneminde ortaya çıkan ve yaygınlaşan şeşper altı dilimli topuza verilen addır. Bozdoğan gürzün Türkçe adıdır; yekpare demir bakırdan yapılmış olanları olduğu gibi, başları demir veya bakır, sapları ağaçtan yapılmış olanları da vardır. Madenden yapılanların içleri bazen boş olabilir. Fakat gürzler ne kadar ağır olursa o kadar değerlenirdi.

Askerlerin ya da düşük rütbeli subayların kullandığı gürzler oldukça sade olmasına karşın yüksek rütbeli subayların gürzlerinin altın ve gümüş kakmalarla ve zümrüt, yeşim, yakut, fîrûze, akik gibi kıymetli taşlarla süslendiği görülür. Düşmanlarını bir gürzle öldürenlerin gürzleri halka göstermek için cami kapılarına asılırdı.

Top, Tüfek ve Tabanca: Osmanlı topları, dönemlinin en pahalı hammaddelerinden birisi olmasına karşın çoğunlukla tunçtan dökülmüştür. Üzerlerine kabartma tekniğinde usta adları ve döneminin padişah adı ve dekoratif bitkisel süslemeler işlenmiştir. Kuyruğa yakın yerinde topun ölçüleri kontrol edilerek

Osmanlılar da tüfekler ve tabancalar, ateşleme mekanizmaları, nişangah sistemleri, kabza ve dipçik formlarıyla diğer ülke tüfek ve tabancalarından farklı özellikler gösterir. Özellikle XVI. ve XVII. yüzyıla tarihlenen ve paşa ve vezirlerin kullandığı “ejderhan” denen, namlu ucu ejder başına benzeyen tüfekler, XIX. yüzyıl sonlarından itibaren gelişmeye başlayan ateş gizleyen namluların ilk örnekleridir. Askeri Müze’de bulunan ve Sokullu Mehmet Paşa ile Silahtar Mustafa Paşa’ya ait olan tüfek örnekleri değerlidir.

Osmanlı tüfek ve tabancalarının süslenmesinde namlularda altın, gümüş, yarı değerli taş kakma, dipçik ve kabzalarda kemik, bağa gümüş ve taş kakma kullanılmıştır.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.