Köy Enstitüleri Neden Kapatıldı?

Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in vurguladığı gibi “bir ekin devrimiydi.” Geçmiş dönemlerin gücünü yitirmiş değerlerinden, kuramlarından arınılarak, yeni değerlerin kökleştiği, özümlendiği yeni bir yaşam biçimi gerçekleştirmektir amaç. Uygun bir alt yapı, düzeni yönlendirici bir sınıf yoktur ortada. Her şey iyi bir eğitim dizgesinin kurulmasına, buradan yetişeceklerin özverili çalışmalarına bağlıdır.

Öğretim Birliği Yasası’nın çıkarılışından 1924’den 1935’e değin, yoğun bir arama dönemi yaşandı. Parti de, yöneticiler de öncelikle laik ilköğretimin hızla gerçekleştirilmesini istiyordu. Alfabe bunun için değiştirilmiş, dil devrimi bunun için yapılmıştı. Ne var ki, 1935’e gelindiğinde kırsal kesimde yaşayan insanların % 80’i  hâlâ kara cahillik içindeydi. Kentlerdeki eğitim de geçmiş dönemde yetişmiş, medrese alışkanlıklarından kurtulamamış kadrolarla yürütülmeye çalışılıyordu.

Saffet Arıkan Kültür Bakanlığı’na getirildiğinde (10.6.1935) verilen bilgiler, Mustafa Kemal’i isyan ettirecek acılıktaydı. İvedi çözümler bulunmalı, eğitim işi Kurtuluş Savaşı anlayışıyla ele alınmalıydı.

Köye dört duvar, kara tahta, okulu götürmek, klasik anlayışla kokmaz bulaşmaz bilgiler aktarmak, yeni yaşam biçimi gerçekleştirmeye çalışan Türkiye için, hâlâ Ortaçağ karanlığında yaşayan köylerimizin sorununu çözemezdi. Köylü köleliklerin her çeşidinden kurtulacak, bir daha kimseye uşaklık etmeyecek biçimde uyandırılıp bilinçlendirilmeliydi. Yeni Cumhuriyet yurttaşı olarak yetiştirilmeliydi; eğitim de içinde olmak üzere, sorunun çözümü buradaydı. Önemli olan, üretim yaşamını değiştirmek, yetişecekleri bunu yapabilecek niteliklerle donatmaktı.

Bu amaçla 17 Nisan 1940’ta, Köy Enstitüleri Yasası çıkarıldı. Bu kurumlarla eğitimde dünya eğitimine katkı sayılan bir girişimi başlatıyor, köye Cumhuriyet aydınlığı ulaştırılıyordu.

Köy Enstitülerine yönelik eleştiriler, yasa tasarısı Meclis’te görüşülürken dile getirilmeye başlanmıştı bile. Yasa, 426 üyeli Mecliste, 278 üyenin katılımıyla görüşüldü. Eskişehir milletvekili Emin Sazak, İstanbul milletvekili Kazım Karabekir tedirgindi. Kuşkularını, karşı düşüncelerini dile getirdiler, sonuçta katılanların oy birliği ile yasa çıktı. Oturuma katılmayan 148 üye arasında Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Yahya Kemal gibi ünlü adlar vardı.

İsmail Hakkı Tonguç, yasa çıktıktan sonra Köy Enstitüsü yöneticilerine gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

Sizlere kanunlarla verilmiş olan salahiyetlerden başka birçok idari salahiyet ve imkânlar da verilmiş bulunmaktadır. Bunların tümünden maksat; topluma vefakar, yeni, diri, çalışkan, dürüst, cesur, becerikli, meşakkate dayanabilen, müşkül ne olursa olsun onu yenebilen, toprağa bağlı köklü, yaşamdan zevk alan, yaşamaya doyamayan yurttaşlar yetiştirmek içindir.

Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın zor günlerinde kıt olanaklarla başlangıcından beri Cumhuriyetin amaçladığı yeni toplumu yaratıcı, yeni insanı yetiştirme atılımı başlıyordu. Osmanlı artığı kurumları, medrese anlayışından kurtulamayanları, Osmanlı kafalı yöneticileri sarsıcı bir girişimdi bu. Üstelik Devlet Başkanı; “başlatılan eğitim seferberliğini “millet olma, insan olma davası” sayıyordu.

Köy Enstitüleri’ne İlk Tepkiler

Klasik eğitim yandaşları tedirgindi. Okul yaptırmaya; gelecek öğretmenlere okul toprağı ayırmaya gönülsüz, eğitim seferberliğine ayak uyduramayanlar, tedirgindi. En önemlisi, halen daha topluma egemen olan güçler iyice tedirgin olmaya başlamışlardı. Toprak ağaları ayaklarının altından bir şeylerin kaydığının farkına varmaya başlamışlardı.

Bazı yörelerde, bir köyün, birkaç köyün sahibi olan büyük toprak sahipleri vardı. Böylesine sahipli olan köylerde, köylüler de sanki toprak sahibinin malıydı. Burada çalışanlar toprak sahibi için çalışıyorlar ama emeklerinin karşılığını tam alamıyorlardı. Bunların aydınlanması, toprak sahipleri için tehlikeli olabilirdi. Aydınlanan köylüler, Devlet’i yöneten siyasal erkten, toprak edinmeyi, daha iyi evlerde oturmayı, emeklerinin karşılığını almayı isteyebilirlerdi. Bu istekler büyük toprak sahibinin çıkarlarına tersti.

Gerçekten de toprak ağalarının ve şeyhlerin korktukları başına geldi. Çünkü Köy Enstitülerinden yetişenler ne babalarına ne de dedelerine benziyordu.  Kimsenin elini eteğini öpmek gibi bir alışkanlıkları olmadığı gibi, daha da kötüsü fakirliklerinin kaynağı olarak gördükleri toprak ağalığı ve şeyhlik sistemini hiç çekinmeden sorgulamaya başlamışlardı. Yüzyıllar boyunca cahil köylülere her istediklerini yaptırmaya alışmış, onlar adına neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veren olan toprak ağaları ve şeyhler, bu bilinç uyanışı ve aydınlanma karşısında korkularını gizleyemiyordu.

Sivrihisar’da büyük toprakları olan Eskişehir Milletvekili Abidin Potuoğlu, Enstitü öğrencileri için bir toplantıda “Bunlar yetiştikleri zaman, bizim kafalarımızı keserler” diyordu.

1944’te Enstitüleri bitirenler işlikli, derslikli, uygulama bahçeli, okul toprağı olan okullarda göreve başladılar. Ama Ceyhun Atuf Kansu’nun dediği gibi: “Onların ilkesi emek. Önlerinde ise emeğe göre düzenlenmemiş, çoğu kez emeği sömürerek rahata kavuşmuş Ortaçağ artığı bir düzen bulunuyordu.

Aralarına “Anadolucular” denilen yeni üyelerin katıldığı CHP kaynamaktadır. Eleştiriler devrimlere yönelmiştir. 1945’te İsmet İnönü’nün üstelemesiyle toprak düzenine el atan Çiftçiyi Topraklandırma Yasası gündeme gelir. Toprak reformu niteliğinde olmasa da, gürültülerle çıkarılan yasaya Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar, Fuat Köprülü karşıdır. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, ülkede de çok partili yönetime geçme rüzgarı esmeye başlamıştır.

1945 yılına kadar Köy Enstitüsü sistemi için önemli eleştiriler ve eylemler olmadı. 1945 yılından sonra ise eleştirilerin dozu giderek artmaya, bir karşıdevrim sürecine dönüşmeye başladı. Köy Enstitülerine yönelik eleştiriler daha çok iki maddeye odaklanmıştı.

Biri Köy Enstitülerinde kız-erkek ilişkilerinde akla hayale gelmedik çirkin iftiralar ve dedikodulardı. Bundaki amaç hem Köy Enstitülerini karalamak, hem halkın namus duygularını kullanarak kız çocuklarını Köy Enstitülerine göndermelerinin önünü kesmek. İkinci büyük karalama kampanyası ise Köy Enstitülerin bir komünist yuvası olduğuydu.

1946 Seçimleri ve Sonrası

Köy Enstitüsü inşaatı1946 yılında yapılan genel seçim, ne pahasına olursa olsun siyasi erki eli geçirme yarışına dönüşmüştü. CHP, Demokrat Parti’yle Cumhuriyet’in kazanımlarından ödün üstüne ödün vererek yarışabileceğini düşünüyordu. O yüzden Köy Enstitülerine yönelik bu karalama kampanyalarına hiç aldırış etmediler.

Sonunda “hileli seçim” söylentilerine karşın, CHP seçimi kazandı. Demokratlar da Meclis’e girdi.

Meclis’te CHP’liler salonun sol yanında, DP’liler de sağ yanında yer aldı. Böylece Cumhuriyetin sağa açık, sola kapalı demokrasi dönemi başlıyordu. Atatürk dönemine karşı olanlardan, devrimlerden zarar görenlerden, toprak ağalarından, savaş yılları boyunca karaborsacılıkla palazlanmış ticaret zenginlerinden oluşan CHP’nin sağ kanadı, karşılarında da yine onlardan ayrılmış DP’liler…

Hasanoğlan köyü muhtarı “Ne iki partisi yahu” diyordu; “Öküz pislemiş kağnı tekeri ortasından geçmiş, ikisi de aynı tezek…

İlk çok partili seçim sonucunda Meclis Başkanı olan Kazım Karabekir ve yanındaki yardımcıları Şemsettin Günaltay’la Feridun Fikri, Meclis adına enstitülerle ilgili gizli soruşturmalarında şunları soruyorlardı:

Köy Enstitüsü Müdürleri Valilere emir veriyor, onların başarılı olup olmadıklarını saptıyormuş. N’oluyor, rejim mi değişiyor, idarede hiyerarşi olmaz mı?

Enstitü çıkışlılar valilere, kaymakamlara kafa tutuyor, onları Cumhurbaşkanına şikâyet ediyorlarmış… Anarşi değil mi bu?

Haklıydılar, köyü canlandırmak için oluşturulmaya çalışılan toplumsal kurum, toplum düzeninde bir yenileşmeydi. Bu yenileşme ile yerleşik yönetimin (İçişlerinin) uyguladığı katı hiyerarşi ve kırtasiyecilik kurallarını yıkan, doğrudan en alt basamakta çalışanla en üst basamakta çalışan arasında iletişim kurmayı kolaylaştıran kurallar getiriyordu. En kötüsü de hiyerarşideki kişiler, yaptıkları kötü yönetim yüzünden hiç beklemedikleri bir biçimde, ast saydıkları kişilerce eleştiriliyorlardı. Köy Enstitüsü mezunlarının kimseden bir çekincesi yoktu. Onlar, dokuz köyden kovulması gereken doğruculardı. Çünkü yapılan yanlış ya da haksızlık karşısında susmak yerine haklarını arıyorlardı. Enstitülüler böylece toprak ağalarının ve şeyhlerin yanı sıra hiyerarşik silsilede yer alan ve düzenlerinin bozulmasından hiç hoşnut kalmayan yönetici sınıfın düşmanlığını da kazanmış oluyordu.

1946 seçimlerinden ardından hükümeti, Atatürk’ün faşist tutumuna karşı çıktığı Recep Peker kurdu. Programında “Köy Enstitülerini millileştireceğiz” diyordu. Ve Köy Enstitülerini “Cumhuriyetin eserleri içinde en önemlilerinden biri” sayan İsmet İnönü hâlâ susuyordu!

Karabekir, Meclis Başkanı olmuştu (Daha sonra Meclis adına Hasanoğlan’a gizli soruşturmaya gidecekti yardımcılarıyla)

Milli Eğitim Bakanlığına da Reşat Şemsettin Sirer getirilmişti. Sirer şöyle konuştu Meclis’te:

Düzeltmekte bulunduğumuz Köy Enstitülerine 1937’den, 1947’ye kadar 51.649.548 lira ödenek ayrılmıştı ve 1940’tan bu yana 21.649 öğrenci alınmıştır. Halen (1947) 16.760 öğrenci okumaktadır. Enstitüler, her yıl ortalama 2000 öğretmen verecek şekilde programlanmıştır. 20 Köy Enstitüsü vardır, bu 20 enstitüde, 465 öğretmen genel bilgi, 67 öğretmen sanat, 38 öğretmen tarım dersi okutmaktadır. 1946 Eylülünden beri Köy Enstitülerine 180 yüksek tahsilli öğretmen gönderdik. Öteki kuramlarda yetişmiş başarılı müdürler gönderdik.

“Tüm yöneticilerini, öğretmenlerini, usta öğreticilerini, Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenleri oralardan uzaklaştırdık” demiyordu. Ona göre yapılanları beğenmeyenler, Marko Paşacı’lar ve o zihniyette olanlardı. Yani komünistlerdi. Tonguç’a söylediği, “Sen köylüleri okutuyorsun ama sonra başımıza iş çıkarmasınlar” lafları aslında Enstitülere bakış açısını gösteriyordu.

Ve CHP’li Reşat Şemsettin Sirer’in ilk icraatı da, Köy Enstitülülerin “Tonguç Baba” diyerek bağrına bastığı, Köy Enstitülerinin kurulmasında en büyük pay sahibi olan İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden uzaklaştırmak oldu!

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Trabzon milletvekili Raif Karadeniz’e 1947’de Beşikdüzü’nde şöyle diyordu: “Siz tüzüğüne Atatürk’ün “devrimcilik” ilkesini yazdırdığı bir partisiniz. Ödünler vermeye başlarsınız bunun sonu gelmez, olan millete olur.

Öyle de oldu. Kendi yaptıklarını bile savunamayan CHP’nin oy kaygısıyla ardı ardına karşıdevrime ödünler vermeye başlaması Köy Enstitüleriyle köylere, halka ulaşmaya başlayan Cumhuriyetin, Cumhuriyet aydınlığının soluğu kesildi. Giderek, tüm devrim kurumları (Halkevleri, Dil Kurumu, Tarih Kurumu) kapatıldı ya da yozlaştırıldı.

Sabahattin Ali şöyle yazmıştı, Marko Paşa’da:

Tekrar yabancı sermaye köleliğine girmeyi özleyenler, en iyi vatansever rolündeler. On sekiz milyona irfan nurunu götürebilmek yolunu tutan; içerde ve dışarda, dostun düşmanın hayran olduğu hür düşünce ve çalışma yuvaları Köy Enstitüleri, atılan tırpanla ortaçağ müessesesi haline getirilmek üzere…

Nazım Hikmet’ten bir şiir okuyanların yaşamlarının söndürüldüğü, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin faşistlerce basılarak Rektör Şevket Aziz Kansu’nun dövülerek istifa ettirildiği, üç öğretim görevlisinin (Boratav, Niyazi Berkes, Behice Boran) kürsüleri kaldırılarak görevlerinden uzaklaştırıldığı yıllardı. Hasan Ali-Kenan Öner Davası süresince koparılan yaygaralar ardında, on binlerce köy çocuğu komünist zanlısı sayılarak Enstitülerde “Islahat” (!) sürdürülüyordu. Demokrasiye, Cumhuriyetin en demokratik eğitim kurumlanın yok etmek için geçilmişti sanki: “Kültür bakımından zayıf yetişmişler” gerekçesiyle köylerde çalışan Enstitü çıkışlı öğretmenler, beyin yıkama kurslarından geçirildi.

Islahatçı müdürler, öğretmenlerce düzenlenen sınavlar(!) sonunda 2.000 öğrenci, iki yıl sınıfta kalmış duruma düşürülerek Enstitülerden uzaklaştırıldı, yoksul köylü babalara “tazminat davaları” açıldı.

1947’de çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı yasalarla köy öğretmenlerinin Enstitülerle bağları kesildi. Verilen üretim araçları geri alınarak öğretmenler, 100 lira aylıklı öğretim memuru durumuna getirildi.

İlköğretimi yüzde yüz gerçekleştirmeyi amaçlayan “on yıllık plan” (Bu plana göre 1956’da okulsuz köy kalmayacaktı) rafa kaldırıldı.

Komisyonlarca kitaplıklar tarandı. “Zararlı” sayılan kitaplar kimi Enstitülerde yakıldı.

Enstitülere atanmış olan Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar, oralardan uzaklaştırılmak için toptan askere alındı (Mayıs 1947). Bunlardan bir bölümü, dönem sonunda Yedek subay okulundan çavuş çıkarıldı.

Reşat Şemsettin’in yerine getirilen Tahsin Banguoğlu da “ıslahatı” sürdürdü.

26 Kasım 1947’de Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmıştı. Enstitülerin izlenceleri de değiştirilerek buralar, klasik öğretmen okuluna dönüştürüldü. 1946’da görevinden alınıp Talim Terbiye üyeliğine getirilen İsmail Hakkı Tonguç bu kez Gazi Lisesi Resim-İş öğretmenliğine verildi.

Tüzüğünde “devrimcilik” ilkesi bulunan parti, “oy uğruna” ödünleri de sürdürüyordu. Aynı yıllarda okullara isteğe bağlı din dersleri kondu. İlk İlahiyat Fakültesi açıldı. İmam Hatip Okulu açma hazırlıkları başladı.

Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar Gezici Başöğretmen, Köy Öğretmeni ve dairelerde memur olarak görevlendirildiler.

İnönü hâlâ susuyordu… Çünkü çok partili döneme geçişle birlikte artık oy kaygıları başlamıştı. Madem Demokrat Parti ile yarışa girilmişti, gerekirse ödün verilecekti. Acaba Köy Enstitülerini işlevsizleştirip yerlerine 7 tane İmam-Hatip okulu açmak yeter miydi? Sonra ver elini muhafazakar kesimden gelen oylar!

Demokrat Parti Döneminde Köy Enstitüleri

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. 1950 yılındaki genel seçimlerden sonra çok partili hayata geçiş ile Köy Enstitülerinin kapatılması yarışında CHP’den bayrağı Demokrat Parti aldı. Demokrat Parti yalnız Enstitüleri değil, tüm Cumhuriyet kuramlarını yozlaştırmayı adeta kendine hedef belirlemiş durumdaydı. O yüzden Demokrat Parti’nin Köy Enstitülerinin kapatılması için bu kadar çaba göstermesi şaşırtıcı değildir. Gerçi Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden önce İnönü döneminde Köy Enstitüleri açık olmasına açıktı ama artık yalnızca ismi kalmış, klasik okullara dönüştürülmüştü. Tabuta son çiviyi çakma onuru Başbakan Menderes’e nasip oldu.  27 Ocak 1954’te 6234 nolu yasa ile Demokrat Parti döneminde Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı.

Dönemin ilk Milli Eğitim Bakanı Avni Başman iyi yetişmiş, demokrat bir aydındı. Kendisinden Enstitülerin kapatılması istenince, ilkeleri uğruna hükümetten ayrılan ilk bakan oldu (onurlu bir istifa ile) Yerine getirilen Samsun Milletvekili, yol mühendisi Tevfik İleri, Tonguç’la birlikte dokuz eğitimciyi solculukla suçlayarak Bakanlık emrine almakla işe başladı. Milli Eğitim görevlileri dışında köy muhtarları, karakol onbaşıları da öğretmenleri izleyecekti. Tüm Enstitü çıkışlılar için “gizli kanaat raporları” doldurtuldu. Asılsız suçlamalarla “davalar” yaratıldı. “Hedef göstermelerle” köy öğretmenlerinin çalışmaları, yaşamaları zorlaştırıldı.

1946’da görevinden ayrılan Tonguç için 1953’te soruşturma açıldı.

Türkiye’yi dolaşan Sami Akyol, Lütfü Erçin, Osman Bener’den kurulu kovuşturma komisyonu 1946 ve öncesine, ilişkin suçlamalara yanıt arıyordu. Konuların odağında Tonguç’un konuşmaları, Köy Enstitüleri Dergisi, Yüksek Bölüm öğrencilerinin solculuğu vardı. Yıl 1953’tü ve aradan yaklaşık 7 yıl geçmişti.

Aylarca süren soruşturma ve sonuçlan, hukuksal açıdan geçersiz sayıldı sonunda. Ama ateşli komünist avcısı  Tevfik İleri’nin Tonguç’a olan hıncı eskiye dayanıyordu. 19 Kasım 1951 tarihindeki TBMM’nin gizli oturumda Tonguç aleyhinde şunları söylüyordu:

İsmail Hakkı Tonguç, değil İlk Tedrisat Umum Müdürlüğü, değil Talim Terbiye Azalığı, değil Resim Hocalığı, Türk çocuğunun karşısına çıkarılmayacak kadar bu memlekete hıyanet etmiş bir adam olması sıfatıyla, onun oradan atılması, şükürler olsun bize nasip olmuştur. Çünkü biz, davamızın uğrunda çalışırken yalnız arkadaşlarımızdan müzaheret gördük. Ve istediğimizi yapabilme imkanını milletten aldık. Bütün hükümet azalarından ve Başbakandan yardım gördük. İşte dünle bugünün bariz vasfı bu.

1952-1953 yılında Talim Terbiye Kurulu’ndan çıkan bir kararla Enstitülerin adı Öğretmen Okulu’na çevrilmiş, izlencelerinin içi boşaltılmış, Köy Enstitülerinin kapatılması resmen gerçekleşmiş oluyordu.

Köy Enstitüleri Kapatılırken Sessiz Kalan Bir Devrimci: İsmet İnönü

İsmet İnönüİnönü, yıllar sonra bir mektuba verdiği yanıtta “kendileri zamanında Enstitülere dokunulmadığını” belirtmiş, partisinin “yıkıcılık” suçu altında kalmasını istemediği için bir yanlışı sağlığında düzeltmeyi vazife” saymıştı.

Ama büyük devlet adamımız için zor bir görevdi bu. Köy Enstitüleri’ni Cumhuriyetin eserleri içinde en önemlilerinden biri sayıyor, “Enstitülerden yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça yakından ve candan takip edeceğim” diyordu.

Oysa 1946-1950 arasında Köy Enstitüleri ve Enstitülüler üzerinde korkunç terör havası estirilirken köy çocuklarına, köylü ana babalara korkunç acılar çektirilirken, hiçbir suçları olmayan (Köyden gelmiş olmaktan başka) Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar subaylık hakları gasp edilip, cezaevi arabalarına doldurulurken İnönü nedense parmağını bile kıpırdatmadı. Denge hesapları nedeniyle Köy Enstitülerinin kapatılmasına sessiz kalmak, yeni devletin felsefesiyle, devrimcilikle bağdaşır mıydı? CHP’li Milli Eğitim Bakanları Reşat Şemsettin, Tahsin Banğuoğlu dönemindeki uygulamaları partiyi “yıkıcılık suçu” altında kalmaktan kurtarabilir miydi?

Kendi zamanlarında Enstitülere dokunulmadığını” söyleyen İnönü’ye Cumhuriyetle doğan, Cumhuriyetin getirdiği değerleri savunan, kökleştirmeye çalışan Nadir Nadi şöyle yanıt veriyor:

Sayın İnönü unutmuş olacak. CHP döneminde Köy Enstitülerine ilişilmediği doğru değildir. Rahmetli Haşan Ali Yücel istifa etmemiş, 1946’dan sonra kurulan hükümetin dışında kalmıştır. Onun yerine getirilen Reşat Şemsettin Sirer’in ise, Köy Enstitüleri konusunda karşı zihniyeti temsil ettiğini yurdumuzda bilmeyen kimse yoktur. Daha sonra aynı görevi Sirer’den devralan Tahsin Banguoğlu’nun da, belki Sirer’den de öteye bir Enstitü düşmanı olduğunu Halk Partili arkadaşlar herhalde inkâr etmeyeceklerdir. Doğum kontrolünü bile sosyalist icadı sayacak kadar bilimsel gerçeklere aykırı düşüncelerin sahibi olan bu kişiye Köy Enstitülerini emanet ederken, onun devrim çizgisinden şaşmaksızın büyük eseri aynı azim ve inançla yürütebileceğine nasıl güvenilirdi? Gerçek şudur ki, 1946 havası içinde şahlanan muhalefet karşısında o zamanki CHP iktidarı, bir ödüncülük politikasına kaymış, bir yandan İmam Hatip Okullarını, bir yandan türbeleri açarken, öte yandan Enstitü çabasına girmiştir.  Evet, Köy Enstitülerinin adı 1950’den sonra değiştirilmiştir, ama daha önce kuruluşun ruhu öylesine zedelenmiştir ki, buna eskilerin dediği gibi, artık belki zaruret hasıl olmuştu.

Hasan Ali Yücel 1960 devriminden sonra, ölümünden bir ay önce İnönü için “Onu hiçbir zaman affetmedim; etmem de! Bizi yüzüstü bıraktı” der.

Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç da, aile arasında İsmet Paşa’nın bir politikacı olduğunu, onun için politikanın her şey olduğunu söyler.

Yalnız Türk halkına değil, uyanmaya çalışan tüm geri kalmış dünya halklarına da kötülük edilmişti ve İsmet İnönü’nün Köy Enstitüleri’nin kapatılması  sürecindeki pasif tutumu nedeniyle vebali belki de herkesten daha fazlaydı. Reşat Şemsettin Sirer, TBMM gizli oturumunda, “Tonguç babayı defederken hiçbir mukavemetle karşılaşmadım” derken tam da İnönü’nün bu pasif tutumundan bahsediyordu.

Büyük romancımız Yaşar Kemal’e, göre Türk toplumunun yirminci yüzyılda övünebileceği üç şey vardı: “Atatürk’ün gerçekleştirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, İsmail Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği demokratik eğitim ve Nazım Hikmet’in getirdiği insancıl, ulusal şiir…”

Köy Enstitüleri neden kapatıldı” sorusunun yanıtı belki de, dönemin CHP Van  milletvekili olan Kinyas Kartal’ın yıllar sonra gelen itirafında gizlidir:

Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık.

Evet, Köy Enstitüleri köye aydınlığın girmesiyle güçlerini yitirmekten korkanların ortak çalışmaları ve İnönü’nün siyasi dengeleri gözetmek ve oy kaygısı yüzünden yaşananları sessizce izlemesi, karşıdevrime ödün vermesi nedeniyle kapatıldı. “Komünist yuvası ya da ahlaksızlık kaynağı” iftiraları yalnızca suçluların telaşı içinde olanların karalamasından başka bir şey değildir. Köy Enstitüleri, yaşamdan ve üretimden kopuk eğitim sistemini kökünden değiştirmeyi hedefleyen, yurttaşı yaşamla tanıştıran ve eğitim-üretim ilişkisini kuran; cehaletle savaşan Anadolu insanını uyandırma, ayağa kaldırma, uygar bir Türkiye yaratma projesinin adıydı.

İktidarı elinde bulunduran hangi güç kendisini sürekli sorgulayacak, haksızlıklar ve yanlışlar karşısında asla susmayacak bir aydınlanma devrimini köylülere kadar getiren Köy Enstitülerinin yaşamasına izin verebilirdi ki!

3 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.