Oğuz Atay ve Tutunamayanlar

Yayınlandığı 70’li yıllarda ilgi görmeyen Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanı 90’lı yıllarda her entelektüelin kitaplığında bulunması gereken zorunlu bir klasik halini almıştı. Bugün ise Tutunamayanlar entelektüel çevrenin yeni baştan ilgi odağı olmuş durumda.

Romanın dönemsel zamanlarda zirveye oturma sebebini “Modernlik ve post modernlik arasında sıkışıp kalmış günümüz Türk edebiyatındaki boşluğu ‘Oğuz Atay Yazarlığı’ ile doldurabilme çabası” olarak görüyorum. Atay, bugün yaşamış olsaydı eğer, yıllar sonra tutunabilmiş olmanın sevincini duyumsardı içinde. Çünkü “Tutunamayanlar” bilinçaltından bilinç seviyesine çıkan bir “Tutunabilme Çabasını” anlatıyor. Birçok eleştirmen ağız birliği etmişçesine kitabın, Türk aydınını eleştiren bir yapıya sahip olduğunu dile getirmekte. Bu kısmen doğru olsa da kitap gerçekte “Tutunamayanlar”ın bir romanı.

Kitap, salt konusunun dışında deneme ve değinme türünün de sıklıkla kullanıldığı çok katmanlı bir yapıya sahip. Hiciv ve ironik çeşitliliğin son derece cömert kullanıldığı tam bir mizansel. Mizahın zihinleri zorlayan etkisi ve yarattığı karmaşık yapıyla dikkatli bir okur yaratmaya çalışan, olağanüstü bir roman.

“Tutunamayanlar”, romancılığın belirli kalıplar içinde yani roman kurgusunun ve yazım tekniğinin belirli kurallar bütünü ve dizaynına uygun (aynı formayı giyen futbolcular gibi tek bir model ve biçimde) olması gerektiğini sanan yazar ve eleştirmenlere eşsiz bir örnek, basit bir tabirle edebi bir -kapak- niteliğinde. Dünya edebiyatında kuraldışı tekniklerle edebiyatın zirvesine oturmuş birçok eser mevcutken bu yönüyle Tutunamayanlar romanı Türk edebiyatındaki tek örnek sayılabilir.

Oğuz Atay’da romanını kendi özgür alanı olarak seçmiş ve dilediği gibi işlemiştir. Romanın bugün küt halini alması onun kaleminin gücünü gün yüzüne çıkartmaktadır. Peki, kimdir bu “Tutunamayanlar” romanının yazarı? Neden böyle bir kitap yazmaya ihtiyaç duymuş? Yoksa bu bir “Tutunabilme Çabası mı?” Tüm bu soruların cevabı ise kitabın içinde mevcut.

Oğuz Atay 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nden mezun olur. 1970 yılında TRT Sanat ödülleri yarışmasında “Tutunamayanlar” romanı başarı ödülü kazanmış olan Atay, Mühendislik Fakültesin’den mezun olduktan 3 yıl sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi) İnşaat Bölümü’nde öğretim üyeliği yapar. 1975’te ise doçentliğe yükselir. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlanmaya devam eder. Kendisi gibi bilim adamı olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın yaşamöyküsünü anlattığı “Bir Bilim Adamının Romanı” adlı eseri 1975’te yayımlanır. Aynı yıl “Korkuyu Beklerken”, “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı romanları yayımlanır. Hayattayken yazdığı fakat yayımlanmadan hayatını kaybettiği “Günlük” adlı kitabı 1987’de “Eylembilim” ise 1998’de yayımlanır. 1972’de yayımlanan ilk romanı “Tutunamayanların” devamı niteliğinde olan “Tehlikeli Oyunlar” ise 1972’de yayımlanmıştır.

Tutunamayanlar’ın Özeti

Tutunamayanlar’ın konusu ise kısaca şöyle; Mühendis Turgut Özben, arkadaşı Selim Işık’ın intiharını bir gazete haberiyle öğrenir. Çok sevdiği arkadaşının intihar haberi onu çok etkilemiştir. İntiharın sebeplerini araştırmaya başlar. Selim’in birçok arkadaşına ulaşır. Her arkadaşı Selim’in bilmediği bir yönünü kendisine anlatır.

Turgut ilk önce Selim’in arkadaşı Metin ile konuşur. Metin ona, Zeliha isimli bir kızı sevdiğini, Selim’in kendisine ‘Kızın ona uygun olmadığını’ söylediğini, kendisi de kızdan ayrıldığını, bu ayrılığın ardından Selim’in kıza yanaştığını anlatır. Bir süre sonra Metin tekrar Zeliha ile yakınlaşsa da kız ikisini de bırakıp bir başkası ile evlenir.

Süleyman Kargı, Selim’in yazdığı şarkı sözlerinden bahseder. Bu sözleri ve açıklamalarını Turgut’la paylaşır. Esat’ın anlattıkları ise çok daha farklıdır. Tanıştıkları dönem de Selim’in bir lise öğrencisi olduğunu söyler. Çok akıllı, sürekli kitap okuyan birisi olduğunu anlatır. Oscar Wilde hayranıdır. Gorki’yi hiç sevmez, okuyanları ise eleştirir. Sürekli kitaplar üzerinde tartışırlar. İlginç bir kişiliği vardır. Çok zeki olduğunu, birlikte sürekli Selim’in kendi icat ettiği oyunları oynadıklarını anlatır.

Turgut’un son konuştuğu kişi Günseli isimli bir kızdır. Selim’in bir küs bir barışık olduğu sevgilisidir bu kız. Turgut’a Selim’in kırılgan, kuşkucu, geleceğe güveni olmayan biri olduğunu anlatır. Selim, Günseli ile evliliğe yanaşmamıştır. Ayrılırlar. Selim hastalanır. Ölüm korkusu sarmıştır tüm benliğini. Günseli’ye bir mektup yazıp intihar eder.

Turgut tüm araştırmaları boyunca Selim’in farklı bir yönünü görüp öğrenmiştir. Onun hayata tutunamayan biri olduğunu düşünürken her araştırmada, Selimle birlikte kendini de yeniden keşfetmeye başlar. O da hayata tanınamayanlardandır. Bunu yeni fark ediyor olmak, Turgut’un iç dünyasını altüst eder. Kendiyle yüzleşmenin verdiği ıstırapla bir trene binip izini kaybettirir.

724 sayfa olan kitabın içeriği özetindeki gibi sadece Turgut Özben’in Selim Işık’ın ölümünü araştırıp, gerçeklerle yüzleşmesiyle sınırlı değildir. Kitapta, roman türünün dışında şiir, şarkı, deneme ve değinme gibi, farklı anlatılar bulunmaktadır. Bu bölümler kimi zaman romana sindirilmiş kimi zamansa ayrıksı bir hava yaratmıştır. Yani okuyucuyu konudan koparan bir üslup söz konusudur. Kitaptaki akıcılık ise bu kopmayı kamufle ediyor. Okurken sizi dağıtan, konunun içinde farklı şeyler düşünmeye sevk eden fakat sonunda sizi tekrar konunun içine hapseden satırlar birbiri ardına sıralanırken, kitapta ne çok yol kat ettiğinize şaşırıyorsunuz. Kullanılan bu edebi çeşitlilik ve kurgunun dışında ülkedeki sosyo-kültürel yapıdaki değişimin ironi ile hicvedilmesi romanda karnavalı andıran mizansel bir yapı oluşturmakta.

Oğuz Atay, kitapta Cumhuriyetin ilanından sonra Türk gençliğinin eğitim ve sosyal yaşantısını ironik bir yaklaşımla ele alır. Dönemin küçük burjuva sınıfını kimi zaman öven kimi zamansa yeren bir üslupla ve yine ironik bir yaklaşımla irdeler. Romanda ironik hicivden en çok nasibini alan kesim Türk aydınıdır. Türk aydınının batılılaşma çabasıyla kat ettiği yolu çoğu zaman sert düşen ironik bir tutumla hicvetmesi, yazarın bilim insanlığı ve yazarlık arasındaki entelektüel çizgiye takılıp kaldığını göstermektedir. Cumhuriyetin ilanı ve yapılan onca devrim ve inkılaptan sonra sergilediği Kemalist tutuma karşı, değişen Türkiye şartlarında, Türk aydınının batılılaşma yönündeki eğilimini, yabancılaşma olarak algılayıp, okura yansıtması ve bunu ironiyle alaycı bir üslupla bütünleştirmesi akıllara Oğuz Atay’ın hayata ve edebiyat dünyasına tutunabilme çabasındaki arayışını getirmektedir.

Oğuz Atay“Tutunamayanlar” özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra Türk insanının sosyo-psikolojik serüvenine ve bu serüvende ülkenin değişime uğramasına yer vermiştir. Çoğunlukla eleştirel bir dil kullanan Atay’ın metin içinde yer verdiği ironik yaklaşımı komik bir anlatım yaratmanın ötesinde ülkedeki geçiş sürecindeki uyum sorununu hicvetmektedir. Özellikle yeni yetişen genç kuşağın, sosyo-kültürel uyumu, eğitimde yaşadığı çıkmazları ve bu tüm sorunların bir önceki kuşakla nasıl bir duygusal çatışmaya dönüştüğünü ustalıkla tahlil etmiştir. Sayfa 74-75’te geçen ve Turgut’un anlatımıyla romana girmiş olan satırlar şu şekildedir:

Okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri de babamın -sonra peder oldu- beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. Önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. Babam, ona da elifba dedi. Okulla babamı uzlaştırmaya imkân yoktu. Bu garip kitapta, bizim kılığımıza pek benzemeyen bir biçimde giydirilmiş çocuklar, boyuna birbirlerine top atıyorlardı. Hangi mahallede oturduklarını bilmediğim bu çocuklar, kumbaralarında -bizim evde böyle bir kutu yoktu- para biriktiriyorlar (…) Bir de vatan denen bir şey vardı ki çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk.

Oğuz Atay, romanında Türk aydınının farklı dönemlerde sergilediği tutumu ve yaşantısını ironik bir yaklaşmak hicvetmekte. Atay, tüm kitap boyunca Türk aydınının “Tutunamayan” bir kesim olduğunu açıkça dile getirmektedir.

Türk edebiyatında özellikle Tanzimat’tan sonra başlayan batılılaşma hareketlerini, Atay romanında daha çok Cumhuriyet sonrasındaki Türk aydınının bir sorunu haline getirmiştir. Cumhuriyet dönemi Türk aydınını, kimi zaman bir arayış içinde gösterip, kimi zamansa kimliksel bir kayboluş olarak lanse etmeye çalışmıştır. Anlatımında kullandığı ironik yapı, bu bölümlerde hicvin gölgesinde kalmaktadır.

Oğuz Atay’ın romanını çok katmanlı yapısı içinde birçok konuyu aynı mizansel çıktılarla ve eleştirel yaklaşımla ele aldığını görüyoruz. “Dandini dandini dastana” hikâyesi ile (sayfa/169-…), eskiden beri süregelen halk efsanelerine gönderme yapması, küçük burjuva kesiminin zevksiz ve kişiliksiz olduğunu hicvettiği bölümler, genelev ayrıntısı, günlük kısmı ve Tutunamayanlar Ansiklopedisi bu bölümler içerisindedir.

Romanda; ironi, mizah ve hiciv üçlemesinin en çok kullanıldığı bölüm ise şarkılar kısmıdır. Turgut, Selim’in yakın arkadaşı Süleyman Kargı’yı görmeye gider. Süleyman, Selim’in yazdığı fakat kendisinde duran “Dün Bugün Yarın” isimli şarkı sözlerini ve açıklamalarını Turgut’a gösterir.

Şarkılar bölümü, Selim’in doğumundan okul hayatının sonuna kadar geçen zaman dilimini anlatan kısımlardır. Her şarkı Selim’i biraz daha tutunamayan olarak anlatır okuyucuya, Oğuz Atay bu kısımlarda Selim üzerinden Türk aydınının “Tutunamayan” oluşunu goristik bir anlatım tarzıyla okuyucuya bir kez daha aktarmıştır. Romanın önemli bölümlerinden birisi de Turgut’un iç dünyasında kurguladığı oyunlar ve iç sesi Olric ile yaptığı konuşmalardır. Bu kısımlar, romanda tamamlayıcı bir unsur görevini üstlenmiştir.

Turgut’un görüştüğü kişilerden birisi de Esat’tır. Esat, Turgut’a; Selim ile oynadıkları oyunları anlatır. Selim dış dünyanın keşmekeşliğinden, hem küçük burjuva sınıfına karşı gelip eleştirmek hem de o sınıfa dahil olmanın yarattığı ikilemden, bu oyunla kurtulmaktadır. Aynı ikilemi Selim’in ölümünü öğrendikten sonra Turgut kendi iç dünyasında yaşar. Bu sorgulayış onu bir tutunamayan olarak gerçekle yüzleşmesini sağlar. Romanda baştan beri, Selim’in ve Türk aydınının, küçük burjuva insanına hatta bilim insanlarına kadar hepsinin tutunamayan olduğunu ironik bir tutumla eleştirip, hicveden Turgut, içsel yüzleşmelerinde kendisinin de bir tutunamayan olduğunu fark eder. Oğuz Atay, Turgut’un kendi gerçeğini görmesini sağlayarak Türk aydınına karşı yaptığı haksızlığın yaralarını sarmıştır.

Tutunamayanlar Ansiklopedisi bölümünde, Selim’in kendisiyle ilgili yazdığı biyografide; kendisinin bir “tutunan” olduğunu ima etmesi ise mutlu sonun bir parçası ve okuyucuyla oynanan oyunun çıkış noktasıdır.

Kaynak: Sevilay Uztutan, Cumhuriyet Kitap, sayı: 1180

3 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.