Tanzimat Dönemi

Tanzimat Dönemi, Osmanlı Devleti’nde  3 Kasım 1839 tarihinde Abdülmecit’in padişahlığı sırasında Tanzimat Fermanı olarak bilinen Gülhane Hatt-ı Şerifi’nin okunması ile başlayan ve II. Abdülhamit’in 1876 yılında tahta çıkışıyla sona erdiği kabul edilen döneme verilen addır. Bu dönemde, devletin hukuk düzeninde, toplumsal ve siyasal kurumlarında birtakım yenilikler ve değişikliklerin gerçekleştirilmesine çalışılmıştır. Üst yapı kurumlarında girişilen Batılılaştırma çabalarını ilericilik ve devrimcilik olarak değerlendirenlerin görüşlerine göre Tanzimat, Türk toplumunun çağdaşlaştırılması için girişilen büyük bir atılım olarak tanımlana gelmiştir.

Ne var ki, toplumsal, ekonomik ve siyasal olgular gerçekçi ve bilimsel bir açıdan incelendiğinde Tanzimat’ın özünde, Osmanlı Devleti’nin sömürgeleşmesi sürecinde gerekli olan toplumsal ve hukuksal kurumların Osmanlı Devleti’ne egemen olduğu görülür.  Yine Tanzimat Dönemi tüm ayrıntılarıyla incelendiğinde Osmanlı sömürü düzenini bu kez açıktan açığa yabancılarla işbirliği yapılarak daha da yoğunlaştırıp sürdürmek, Levantenlerle ve Batılı kapitalist çevrelerle bütünleşmiş olan gayrimüslim Osmanlı uyruklarına yeni ayrıcalıklar tanımak, tanınmış olanları da daha sıkı güvencelere bağlamak ve Osmanlı Devleti’ni tümüyle Avrupa devletlerinin vesayeti altına sokmak için gerçekleştirildiği anlaşılır. Dahası, Tanzimat’ın temelinde Tanzimatçı Osmanlı yöneticilerinin kafalarında Batı ülkeleri karşısında duyulan bir küçüklük, kendini aşağı görme duygusu da bu dönemin ortaya çıkmasının nedenlerinden ve uygulamasının belirgin özelliklerindendir.

Tanzimat Fermanı Neden İlan Edildi?

Sömürgeleşme: Gerek ilk Tanzimat Fermanı’nın açıklanmasının öncesine rastlayan dönem ve gerekse bundan sonraki yıllar, Osmanlı Devletinin tüm ülkesiyle içine düşmüş bulunduğu sömürgeleşme sürecinin artık iyice yoğunlaşıp hızlandığı yıllardır. Gerçekten de, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı kapitalizmi ile kurduğu dış ekonomik ilişkiler ve bunun sonucu devlet örgütünün Batı kapitalizminin gereklerine göre tekrar biçimlenmesi 19. yüzyıl Osmanlı tarihinin başlıca özelliğidir. Nitekim, Tanzimat’ın ilânını en çok isteyen, bunu destekleyen ve Osmanlı Devletini buna zorlayan ülke, o dönemin en güçlü emperyalist devleti olan İngiltere olmuştur. Denilebilir ki, Tanzimat Fermanı aynı zamanda İngilizlerin de eseri ve onların baskısı sonucudur.

Öte yandan, tam bu dönemle eşzamanlı olarak 1 Ağustos 1838’de Balta Limanı’nda imzalanan ve 1 Mart 1839’da yürürlüğe giren Ticaret Antlaşması ile ekonomik alanda Osmanlı Devleti’nin sömürgeleşmesinin önündeki son engeller de kaldırılmıştır. Bu antlaşma ile hiç bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın Osmanlı Devleti ile ve bu devletin ülkesinde serbest ticaret hakkını elde eden Batılı devletler, bu antlaşmanın yanısıra iç hukuk alanında da ticaretin gerektirdiği hukuksal yapıyı kendilerine ve yandaşlarına sağlamayı başarmışlardır. Osmanlı Devletinin topraklarında üretilen hammaddelere bu sömürü yöntemi ile el koyan Avrupa devletleri, aynı maddeleri bu kez işlenmiş olarak geri satmışlar, Osmanlı topraklarını kendileri için bir hammadde kaynağına dönüştürürlerken bir yandan da bir açık pazar olarak değerlendirmişlerdir.

Tanzimat’ın ilânı için Osmanlı Devleti’ni etkilemelerinin ve hatta baskı yapmalarının temel nedeni, bu ülkedeki çıkarlarının daha iyi korunmasını ve daha çok yaygınlaştırılmasını sağlamak kaygısından doğmuştur. Çünkü gerek İngiltere için olsun, gerekse öteki Batılı kapitalist devletler için olsun, Osmanlı Devleti ile yapılan ticaret gerçekte çok kârlı bir sömürüden başka bir şey değildi. Bu nedenle de bu sömürgeleşme süreci içinde Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü daha çok İngiltere’yi ilgilendirmiş ve İngiltere’nin dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bu nedenle de, 1853’de Osmanlı pazarı Rusya tarafından tehdit edildiğinde İngiltere, Rusya ile üç yıl sürecek olan Kırım Savaşı’nı göze almakta hiç duraksamayacaklardır.

Devletlerarası Durum: Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin içişlerine el atabilmelerini, ülkeyi sömürgeleştirmelerini ve Osmanlı siyasal iktidarına ortak çıkabilmelerini kolaylaştıran nedenlerden başta gelenlerinden biri de, XIX. yüzyılın başlarında devletin içine düştüğü devletlerarası siyasal ve ekonomik durumdur. Tanzimat öncesinde Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devletine başkaldırmış ve Osmanlı ordularını arka arkaya yenilgiye uğratmıştı. Mehmet Ali Paşa ordularının Osmanlı topraklarında ilerlemesi üzerine paniğe kapılan Osmanlı yöneticileri ise Fransa’nın Mısır’ın yanında olması ve İngiltere’nin başlangıçta kayıtsız kalması karşısında Ruslar ile Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı yaparak Mehmet Ali Paşa’ya karşı güçsüzlük ve yalnızlıklarını gidermek istemişler, ancak bu kez de Rusların Boğazlar’a inmesi tehlikesinin içine düşmüşlerdi. Osmanlı yöneticileri, bu çaresizlik içinde kurtuluşu gene Avrupa devletlerine sığınmakta bulmuşlardır. Bu amaçla da bir yanda İngiltere ve Fransa ve bir yanda Avusturya ve Rusya’nın oluşturduğu siyasal dengeyi kendi yararlarına etkilemek ve Fransızlar ile İngilizleri kendilerine daha çok ısındırmak için, bu devletlerin hoşuna gidecek bir düzen kurulması yoluna gitmişler ve bunu sağlamak için de Tanzimat dönemini açmışlardır. Öte yandan, zaten önce İngiltere ve sonra da Fransa Tanzimat’ın öngördüğü düzenlemelerinin Osmanlı Devleti’ni bir süre daha ayakta tutabileceği varsayımı içinde bulunuyorlardı. Kaldı ki, Osmanlı merkezi siyasal otoritesini güçlendirecek herhangi bir girişim, bu iki devletin ticaretinin güvenliğini de sağlayacaktı.

Azınlıklar: Osmanlı İmparatorluğu’nun insan unsuru çeşitli uluslardan, daha doğrusu çeşitli etnik guruplardan oluşmuştur. Bu olgu, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ilk günlerinden kaynaklanır. Osmanlı Devleti’nin güttüğü politika gereğince, ele geçirilen ülkelerin aristokrasisinin, beylerinin, tacirlerinin varlıklarına son verilmemiş, tam tersine bunlarla işbirliğine gidilmiş ve siyasal ekonomik iktidar olarak paylaşılmıştır. Öte yandan, II. Mehmet döneminden başlayarak bu etnik gruplara, bir ulus olarak toplumsal örgütlenme hakkı da tanınmıştır. Bu nedenle de özellikle Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gün geçtikçe ekonomik plânda güçlenmişler ve Batılı devletlerin Osmanlı ülkesindeki işbirlikçileri durumuna gelmişlerdir. Gene II. Mehmet’ten başlayarak izlenen bilinçli bir politika sonucunda önemli birçok tekeller, özel izin isteyen işletme alanları ve birçok iş ve ticaret kolu bunların eline geçmiş olduğundan Batı kapitalizmi ile sürdürdükleri işbirliği onları daha da güçlendirmiştir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanının en önemli nedenlerinden biri de Batılıların Osmanlı’da kendilerinin en büyük yardımcıları olan bu etnik azınlıkların ve dolayısıyla kendilerinin haklarını güvenceye alma istekleridir. Bu ise azınlıkların devletin kurucu unsurlarıyla eşit olmasıyla mümkün olabilmektedir! Gerçekten de, Tanzimat ile ilgili metinlerde bu sözler sık sık geçmekte ve Osmanlı Devletinin Müslüman olmayan, yani Hristiyan ve Musevi uyruklarına da aynı hak ve özgürlüklerin Tanzimat’la birlikte tanındığı yinelenip durmaktadır. Gerçekte bu “eşitlik” konusu yalnız fiilen değil, hukuken de Osmanlı egemen sınıfı durumuna getirilmesi demektir. Çünkü özellikle bu dönemde imparatorluğun Türk unsuru Anadolu’da tam bir perişanlık ve sefalet içindedir.

Bütün bu söylenenlere bir de Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devletinin içişlerine karışmak için her olanağı değerlendirmiş oldukları da eklenirse, devlet içinde bu azınlıkların ne değin güçlü bir duruma ulaşmış oldukları kendiliğinden anlaşılır. Osmanlı Devleti’nde halka karşı bir haksızlık yapıldığında, Hristiyanlar bundan belki hiç etkilenmemektedirler. Çünkü Hristiyanların kendilerini koruyacak ulusal örgütleri bulunduğu gibi dinsel şefleri de bu konuda büyük bir güvencedir. Ne var ki Türklerin bu gibi ayrıcalıkları bulunmadığından asıl onlar yapılan haksızlıklar karşısında çaresiz kalmaktadırlar.

En genel anlamı ile söylersek, Tanzimat’ın ilânını gerektiren nedenlerden biri olan azınlıklara eşitlik konusu, temelde, ekonomik iktidarı gerek kendi adlarına ve gerekse Batılı kapitalist devletlere dayanarak ele geçirmiş bulunan bu gayrimüslim Osmanlıların devleti ideolojik plânda da ele geçirmek ve siyasal iktidara tümüyle sahip olmak, gerektiğinde de bu amaçla Batılı devletlerin yardımlarını sağlamak için ortaya atılmış bir bahaneden başka bir şey değildir.

Kültür Emperyalizmi: Emperyalist devletler, sömürü alanlarına alacakları ülkeleri askeri güçlerine dayanarak elde edebilecekleri gibi o ülkenin ekonomilerini çökerterek de amaçlarına ulaşabilirler. Ancak çoğu kez bir arada uygulanan bu iki yönetimin birlikte getirdiği bir de emperyalist kültür vardır. Kültür emperyalizminin en önde gelen işlevi, sömürülen ülke bireylerinde bu sömürünün haklı bulunduğu, daha doğrusu olağan bir olgu olduğu düşüncesinin kökleştirip yaygınlaştırılmışıdır. Bunun yanı sıra, emperyalist ülkenin her alanda üstün, günlük yaşam biçiminin en iyi, değer yargılarının en doğru olduğu tartışmasız bir gerçek olarak bu kültür saldırısı sonucunda o topluma benimsettirilmek istenir. Giderek kendilerini küçük, beceriksiz, değersiz görmeğe başlayan toplum bireyleri, sorunlarının çözümlerini kendi öz varlık, yetenek ve değerlerinde değil, fakat emperyalist devletlerin önerdikleri ve gerçekte o ülkenin biraz daha sömürgeleşmesini sağlayan yerlerde aramaya başlarlar. İşte, Tanzimat’ın uygulamaya konulmasının bir nedeni de Tanzimatçıların çoğunun bu doğrultuda koşullandırılmış olmalarıdır.

İşte, Tanzimat’ın bir nedeni de bu küçüklük duygusudur ve bunun resmen tescil edilmesidir. Çünkü Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, imparatorluğun, Batı dünyası tesirlerine resmen açıldığı, bu tesirlerin devlet eliyle ve yasa yoluyla resmen yerleştirilmesine çalışıldığı devirdir.

Tanzimat’ın ilânına yol açan nedenleri kuşkusuz ki yalnızca bu dört başlık altında toplamanın olanağı yoktur. Ancak yine de, temel nedenlerin bunlar olduklarını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, bu nedenler dahi gerçekte aynı olgunun değişik alandaki görüntüleri ve bir bakıma da sonuçlarıdırlar. Çünkü Tanzimat, özünde dünyanın gelişen ve değişen ekonomik ve siyasal yapısı içinde Osmanlı Devleti’nin kapladığı yerin bir anlatımıdır. Osmanlı Devletinin geri kalmışlığının, sanayi devrimini gerçekleştiremeyişinin, siyasal yapısının çözümlemesinin, askerî alandaki yenilgilerinin ve bunlara bağlı olarak da içine düşünülen küçüklük duygusunun bu genel gelişimden ayrı düşünülemeyeceği açıktır. Feodalizmin çöküşünün ardından kapitalizmin sömürgecilik ve emperyalizm aşamasına varmış olan Batı dünyası ile yüz yüze bulunan Osmanlı Devleti, gerek kendi toplumsal düzeninden kaynaklanan ve gerekse bu devletlerin dış etkileri ve zorlamaları sonucunda kendi üretim ilişkilerini ve güçlerini geliştirememesi ve üstelik artık devleti mali yönden denetim altında tutan gayrimüslim Osmanlıların Batılı kapitalist çevrelerin birer uzantısı durumuna gelmeleri üzerine Tanzimat denilen dönem başlamıştır.

Tanzimat’ın ilânına yol açan nedenler hakkında yapılan açıklamalar, bireylere tanındığı öne sürülen bu hak ve özgürlüklerin gerçek niteliğini başkaca bir yoruma gerek kalmadan ortaya koymuş bulunmaktadır. Ancak, Osmanlı Devleti’nin kendisini Batılı bir devletmiş gibi göstermeye çalışırken başvurduğu kavramların en önde geleni olmaları nedeniyle bu Tanzimat Fermanı’nın en önemli özelliğinin can ve mal güvenliği, vicdan özgürlüğü, eşitlik ile ilgili hükümleri olduğunu yinelemek gerekir. Bu güvencelerden bütün Osmanlıların, Müslüman olsunlar veya olmasınlar eşit olarak yararlanacakları da fermanda belirtilmiştir.

Tanzimat Dönemi

Islahat Fermanı

Tanzimat Dönemi’nin ikinci fermanı, 1856 Kırım Savaşı sonunda açıklanan Islahat Fermanı’dır. Kırım Savaşı’nda Rusya’ya karşı Osmanlı İmparatorluğu ile yanana savaşan İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleri ailesine alınmasını istiyorlardı, fakat bir şartla: Önce medeni rüştünü kanıtlaması şartıyla. Bunun için de Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısında daha esaslı ıslahat yapılması, özellikle Hristiyan tebaaya karşı daha liberal bir davranış göstereceğine ve eşit haklar tanıyacağına dair güvence vermesi gerekiyordu. Hatta bu güvenceyi doğrudan sağlamak bakımından barış antlaşmasına “Hristiyan tebaanın Avrupa devletlerinin ortak koruması altına alınması” konusunda bir madde konulması teklif edilmişti. Fakat hükümranlık haklarına açık bir müdahale anlamına gelen bu maddeyi Osmanlı hükümeti kabul etmedi. Sonuçta bu güvencenin padişah tarafından Hatt-t Hümayun olarak verilmesi ve bunun da Paris Barış Antlaşması’nda zikredilmesi kararlaştırıldı.

1856 Islahat Fermanı’nda, 1839 Tanzimat Fermanı’nda belirtilen konular daha bir açıklığa kavuşturulmuş ve söylenmek istenenler daha açık bir biçimde anlatılmıştır. Örneğin yabancı devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde etkinlikleri hiçbir sakınca görülmeksizin açıkça belirtilmektedir.

Yukarıda değindiğimiz gibi 1856 Islahat Fermanı’nda Hristiyan Osmanlı uyruklarına tanınmış olan ayrıcalıklar yeniden ancak bu kez daha geniş kapsamlı olarak belirtilmekte ve bir de üstelik Hristiyanlara ve Musevilere devlet içinde örgütlenmek hakkı açıkça tanınmaktadır.

Tanzimat Döneminin Sonuçları

Hukuk Alanında Gelişmeler: Tanzimat dönemine gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nde hukuk sistemi örf-i hukuk ve şer-i hukuk olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Siyasi, hukuki, toplumsal ve ekonomik alanlarda reformların yapıldığı Tanzimat döneminde, Osmanlı Devletinin teokratik karakteri ve padişahın mutlak egemenlik vasfı dışında kalan tüm konular yeniden düzenlenmek istenmişti. Bunların en başında ise hukuk geliyordu. Tanzimat Fermanı’ndan sonraki yirmi yıl içinde üç ayrı ceza kanunu hazırlandı, bunların üçüncüsüyle ceza hukukunda büyük oranda Batılı ceza hukuku anlayışı ve uygulamasına geçildi. Özellikle Türk hukuk tarihinde dönüm noktası sayılabilecek Tanzimat reformları şeriatın yasal uygulanmasını kişisel alanla sınırlandırırken, diğer bütün alanlarda seküler, Batı türü yasalar uygulanmaya çalışıldı. Türk hukuk tarihinin ilk Medeni ve Borçlar Kanunu olarak kabul edilen Mecelle bu dönemde hazırlandı. Devletin, istediği memurun mal varlığına el koyması anlamına gelen müsadere kaldırılarak özel mülkiyet hakkı güvence altına alınmış oldu.

Gülhane Hattı ile ilan edilen eşitlik gereği, Müslüman olan olmayan herkesin aynı hukuk kurallarına tabi tutulabilmesi yeni mahkemeler kurulmasını da gerektirdi. Bu amaçla birçok yeni mahkeme açıldı. Şer’i mahkemeler yeniden düzenlenmeye çalışıldı. Ne var ki Tanzimat döneminde yapılan hukuk reformların bir bölümü Osmanlı devleti gereksinim duyduğu için değil, Batılı devletler istediği için ve onların talepleri doğrultusunda hazırlanmıştır.

Yabancı Devletlerinin Osmanlı’nın İçişlerine Karışmaları: Ülkelerinin sömürgeleşmesine ve devletlerarası ilişkilerde içine düştükleri çaresizliğe koşut olarak Osmanlı Devleti yöneticileri, yabancıların hemen her alanda devletin içişlerine karışmaları ve politikasını belirleyici davranışları ile karşı karşıya kalmışlardır. Ancak, belirtmek gerekir ki, Tanzimatçılar, bu durumu zaman zaman kendileri de kolaylaştırmışlar ve hatta istemişlerdir. Yabancı devletlerin bu tutumları, önce Osmanlı Devleti’nin sömürgeleştirilmesi sürecinin tamamlanmasının, sonra da kendi işbirlikçilerine daha çok ayrıcalıkların verilmesinin sağlanmasında gözlemlenmektedir.

Yabancı devletlerin Osmanlı Devletinin işlerine nasıl ve ne ölçüde karıştıkları ilk önce ve özellikle Mısır sorununda görülür. Bu sorunun çözümünü de İngiliz elçisi bir Osmanlı devlet yetkilisi gibi davranmış, Osmanlı Devleti’nin ne gibi bir yol izlemesi gerektiğini belirtmiş ve önerdiği yolun izlenmesi için Osmanlı yöneticilerine baskı yapmıştır. Lübnan sorununda de aynı durum gözlemlenmektedir. Böylece başlayan dış karışmaların alıp yürümesi üzerine en sonunda halk, İngiliz elçisi Lord Redcliffe’e “küçük padişah” demeye başlamıştır.

Azınlıkların Ekonomik ve Siyasi Açıdan Güçlenmesi: Kendileri için eşitlik isteyen azınlıkların gerçekte Tanzimat Dönemi’ndeki durumlarının ne olduğu somut örnekler ve olaylar ortaya konduğunda daha iyi anlaşılır. Yabancı devlet uyruklarının Osmanlı Devletindeki ticari girişimlerinin niteliği de Tanzimat dönemini etkileyen bir başka gelişim olarak görülmektedir.

Tanzimat döneminde, örneğin, Manchester ile ilişki kuran Tokatyan ve Kapamacıyan kardeşler, bu alandaki büyük girişimlerin başına geçmişler; gümrük işlerinde ve devlete müteahhitlik yapan Cezayirli Mıgırdıç Efendi, İngiltere’den getirttiği bir ticaret gemisiyle Karadeniz limanları arasındaki deniz ticaretini eline geçirmiştir. Ermeniler, hükümetten de yardım görerek bir sarraflar cemiyeti kurmuşlardır. 1851 yılında birliğin Anadolu şubesinin başında Hacı Nişan Şirinyan Efendi bulunmaktadır. Mali yönden son derece güçlenen Ermeniler valilere ve paşalara borç vererek onları bu yönden de etkilemeye başlamışlardır. Hatta bu ekonomik güçleri sayesinde azınlıklar sadrazamların tayininde bile söz sahibi olmuşlardır.

Bu görünümün yanında, gayrimüslim Osmanlıların en yüksek devlet memurluklarını aralarında kapışmaya başladıkları görülmektedir. Kallimaki Bey, Viyana; Muzurus Bey, Londra; Kostaki Efendi, Londra; Yetvart Zohrab Efendi, Londra; Diran Aleksanyan Bey, Brüksel elçisi olmuşlardır. Gerçekte Mustafa Reşit Paşa döneminin sonuna kadar dışişleri memurlarının on beşte biri Ermenilerden oluşurdu. Ancak, daha sonraları bununla yetinilmemiş, Ali ve Fuat Paşalar döneminde Osmanlı Devletinin dışişleri hemen hemen tümüyle Ermenilerin eline geçmiştir.

Bürokrasinin Ortaya Çıkışı: Tanzimat ile birlikte Batıdakine benzer bir bürokrasi de oluşmuştur. Nizam-ı Cedit döneminde filizlenmeye başlayan ve seçkinlerden oluşan yeni bir yönetici kadro, II. Mahmut’un gerçekleştirdiği ıslahatlarla yerini sağlamlaştırmış ve Tanzimat döneminde de devlet yönetimini tümüyle eline geçirmiştir. Bu kadro kısa sürede, yönetici bir elit niteliğini kesinleştirerek devlet yönetimine kendi damgasını basmakta gecikmemiştir. Bürokrasinin çalışması için de birtakım yeni yöntemler yürürlüğe konulmuştur.

I. Mahmut döneminin merkezi devlet otoritesini güçlendirme politikası, merkeze bağlı bir yönetici kadronun oluşturulmasını ve yerel güçlerin etkinliklerinden uzak tutulmasını gerektirmiştir. Tanzimat döneminde de gerek aynı nedenle ve gerekse Tanzimat ilkelerinin uygulanmasını sağlamak için aynı yol izlenmiş ve hükümete bağlı bürokratlardan oluşan çeşitli meclisler, daireler, vb. ile kamu yönetimi sürdürülmüştür.

Bu döneme gelinceye değin Osmanlı yöneticileri devletten belirli bir aylık almamışlar, bunun yerine kendilerine gelir getirecek bir arazi verilmiştir. Bunların bir bölümü de bir yandan da ticaretle uğraşmışlardır. Bu nedenlerle de Osmanlı yöneticilerinin büyük toprak sahibi ya da tacir olmak nitelikleri ağır basmaktaydı.

Tanzimat’ın getirdiği bir diğer yenilik “ayni” ödemenin yerine, “nakdî” ödeme yönteminin geçerli kılınmasıdır. Bu nedenle Tanzimat döneminde ayni ödeme yöntemi kaldırılarak, yerine “nakdi” ödeme, yani “maaş” yöntemi konulmuştur. Halk arasında “salla başı, al maaşı”, “Allah’tan sağlık, devletten aylık”, “ay sonu” gibi söz ve ifadelerin doğuşu, işte bu memur tabakasının doğuşu ile beraberdir.

Batı Tipi Okulların Açılışı: Batılıların ulaştığı teknik düzeyi yakalama isteği ve bürokrasiye memur yetiştirmek amacıyla yine bu dönemde Batı tipi eğitim veren okullar açılmaya başlanmıştır. Tercüme Odası, Fransızca bilen memur yetiştirmek için açılırken öteki alanlar için bürokratik eleman sağlanması bakımından da Mekteb-i Maarif-i Adliye kurulmuştur. 1858 yılında Mülkiye Mektebi, 1868’de Galatasaray Sultanisi açılmıştır. 1846’da açılan Darülfünun, Batılı anlamdaki ilk yükseköğretim kurumudur. Açılması düşünülen Darülfünun’a dönüşlerinde öğretmen yetiştirmeleri için de Selim Sabit Efendi ve Hoca Tahsin Efendi de Paris’e eğitim için gönderilmişlerdir.

Batılılaşma: Tanzimat, Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilen en kapsamlı Batılılaşma girişimi olmuştur. Ne var ki, Osmanlı Devleti’nin tüm Batılılaşma girişimleri, bu devletin sömürgeleşmesi sürecine koşut olarak oluşmuştur. Batılılaşmanın toplumsal yaşantıda Tanzimat döneminde en göze çarpan yönü, batıya özenti duygusu ile birlikte gelişen ve tüketime dayanan bir toplum yapısının ortaya çıkmasıdır. Ancak, bu yaşam biçimi önce Avrupa ile sürekli ilişki içinde bulunan gayrimüslim Osmanlılara özgü olmuş, hemen arkasından da bunu sağlayabilecek parasal olanakları bulunan öteki Osmanlılarca, yani bürokrasi, saray çevresi ve varlıklı kesimlerce sürdürülmüştür. Tanzimat döneminde bir “alafrangalık”, daha doğrusu “Frenkler gibi olma” modası alıp yürümüştür. Tanzimatçılar ve bu dönemin uygulamalarından çıkar sağlayanlar, giysilerinde ve yaşam biçimlerinde de Batılılar gibi olmaya başlamışlardır. Bu gelişim, bir bakıma, bu sınıfın kimlerle birlikte ve kime karşı olduğunu belgeleyen bir görüntü olmuştur.

Taklitçi, Batı kültürünü özümsemiş insan tipi, gün geçtikçe halkından daha çok kopmuş ve kendisinin de Batılılar gibi olduğunu kanıtlayabilmek çabası ile halk kitlesinin sırtından her türlü fedakârlığı yapmaktan kaçınmamıştır. Bunun en büyük örneği tamamen dış borçlar ile 19. yüzyılda Boğaz’a altı tane daha saray yaptırılmasıdır. Batılılar gibi yaşama isteği aşırı lükse ve israfa, bu harcamaların dış borçlarla karşılanması da Osmanlı’nın ekonomik yıkımına neden olmuştur.

Değerlendirme

Görüldüğü gibi fermanların gerçek amacı, Osmanlı Devleti’nin Hristiyan ve Musevi uyrukları ile ilgilidir. İşe, yabancı devletlerin ne ölçüde karışmış oldukları ise açıkça gözlemlenmektedir. Gerçekte Osmanlı Devleti, bu fermanlarla kendisinden istenilenden çok fazlasını vermiştir.

Fermanların ve özellikle 1839 fermanının XVIII. yüzyılın burjuva – liberal düşüncesinin izlerini taşıdığı görülmektedir. Bununla birlikte, fermanların Anadolu Türk halkını amaçlamamış bulunmasına göre, bu düşüncenin bu metinlere yansıyan yönlerinin halkımız için uygulamada bir değer taşımamış olduğunu söylemek gerekir. Temel hak ve özgürlüklerin, toplumsal sınıfların güçlenmeleri sonucunda uzun uğraşlarla elde edilebildiği, bunların siyasal iktidar tarafından öylece kendiliğinden geniş halk kitlelerine bağışlanmadığı, kâğıt üzerinde bağışlanmış gibi gözükseler bile bunlara sahip çıkacak bir toplumsal sınıf olmadıkça geçerlilik kazanamayacakları bilinmektedir. İşte, Osmanlı Devleti’ni oluşturan toplumsal sınıflardan biri ekonomik gücüne ve bir yandan da kendileri ile bütünleştikleri batılı kapitalist devletlerin desteğine dayanarak çoğunlukla fiilen sahip oldukları hak ve özgürlükleri devlete resmen kabul ettirmiş ve ayrıca bir bakıma yasal güvenceye bağlamıştır. Ne var ki, bu sınıf genellikle Hristiyanlardan ve Musevilerden oluşmuştur. Çünkü ekonomik olarak güçlenmiş olanlar bunlardır. Şu halde Tanzimat Dönemi ile birlikte birtakım kişi hak ve özgürlüklerinin tanınmış olduğu görüşü, ancak belli bir toplumsal kesim için söz konusudur.

Buna karşılık Tanzimat Dönemi’ni kendilerinin yoksullaşması ile birlikte algılayıp değerlendiren  ve kendi yaşantısında pozitif bir değişim göremeyen Türk halkı çoğunluğunca, Batıcılık düşüncesi, “gavurlaşmak” ile eş anlamlı olarak görülmeye başlanmıştır.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.