İskenderiye Kütüphanesi Antikçağ’ın Uygarlık Işığıydı

Milattan önce 332 yılında nehir deltasında Nil’in ağızlarından birinde, balıkçılar ve çobanların yaşadığı, ama aynı zamanda üç kıtanın deniz, nehir ve kara yollarının buluştuğu bir köy alanında kurulan İskenderiye, Büyük İskender’in kurduğu 13 şehirden biriydi. Kentin genel planını, Büyük İskender’in sağlığında şehirci bir mimar hazırlamıştı. Bu kişi çoktandır cesur görüşleriyle tanınmış biriydi. Adı Rhodos’lu Dinokrates’di (Dinokratis). İlkçağın sonuna doğru yaklaşık yüz kilometre karelik bir alanı kaplayan geniş İskenderiye kenti çok çabuk ve tümüyle taştan inşa edilmişti; büyük bir yenilikti bu. Saraylar için Mısır’da bulunmayan mermer dışarıdan getirilmişti. Brukheion denilen krallık sarayı bahçelerle çevriliydi.

Yeni başkentin iskanı için Hellen dünyasının bütün bölgelerine çağrı yapıldı, sürgünlere bile ulaşıldı. Kadim dünyanın o tarihe kadar gördüğü en muhteşem kent olan İskenderiye’ye her ulustan insanlar yaşamaya, ticaret yapmaya ve öğrenmeye geldi. Denildiğine göre, kuruluşundan elli yıl sonra İskenderiye’nin nüfusu üç yüz bini bulmuştu. O zaman dünyanın en kalabalık kentiydi. Büyük İskender’in bir kararıyla kurulan kent, çabucak dünyanın ambarı, dünyanın en büyük ticaret kenti ve bu arada, en azından üç yüz yıl boyunca Hellenizmin kültürel başkenti haline geldi. Modern dünyanın tohumları açık biçimde burada atıldı.

İskenderiye’nin harikası limanı ve de ünlü feneri idi ve İskenderiye Feneri hemen dünyanın yedi harikası arasına girmişti. Ama İskenderiye’nin göğünde fenerin ateşinden çok daha parlak bir ışık yükselecekti: İskenderiye Kütüphanesi ve Müzesi.

Büyük İskender’in ölümünden sonra iktidarı ele geçirmek için başlayan savaş tam 20 yıl sürdü. Sonunda komutanlar imparatorluğu aralarında paylaştılar. Mısır toprakları Ptolemaioslar hanedanlığını başlatacak olan Ptolemaios Soter I’in yönetiminde kaldı.

Ptolemaios I. Soter’in Düşü

Savaş ve yeni fetihler yerine bilim ve edebiyata oldukça düşkün olan Ptolemaios I. Soter başkentini zamanının büyük kültür merkezi haline getirmek, bu konuda üstünlüğünü Atina’nın elinden almak istiyordu. Bu yüzden bir taraftan dönemin ünlü şair, filozof, hekim, matematikçi ve astronomları çevresinde toplamaya çalışırken, çok güvendiği Demetrios’a başkentine edebiyat, bilim ve sanat kültürünün yerleşmesini sağlayacak olan Müze’nin kurulması işini emanet etti.

Müze adı ve düşüncesi yeni değildi; Pisagor’a kadar uzanan bir geçmişi vardı. Pisagorcular içinde dinsel ayinlerini gerçekleştirdikleri, bilimsel inceleme ve araştırmayı sürdürdüğü bir tür dernek kurmuştu ve evlerine de Müze deniliyordu. I. Soter’in cömert yardımıyla, Müze’yi ve Kütüphane’yi kurmak için Demetrios’un yapacağı tek şey kendinden önce uygulamaya konulan bu planı genişletmekti.

Öte yandan, İskenderiye Müzesi’nin binalarını ve örgütlenişini iyi bilmiyoruz. Arkeologlar, ancak eski yazarların anlattıklarından varlığını öğrendiğimiz binayı ortaya çıkaramamışlardır. Müze’de ders ve çalışma salonları, Müze’de kalanlar, yani öğretmenler için odalar ve ortak bir yemekhane vardı. Zamanla ve özellikle doğal bilimlere düşkün Philadelphos’dan itibaren, bahçelerde bitki ve hayvan derlemeleri, sonra basit bir gözlemevi, en sonu teşrih salonları ortaya çıktı. Yani Müze Antikçağ’da üniversite, akademi ile eş anlamlıydı.

Müze’de kalanlar, bilim adamları, şairler ve tek tük filozoflardı; bunlar kurum içinde yaşıyor ve hem bazı dersler vermek, hem de çalışmalarını huzur içinde sürdürmek için devletten maaş alıyorlardı. Öğrencilerin sayısının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Kuşkusuz yüzlerce öğrenci vardı. Müze’de kalan öğretmenlere gelince, bunların sayısı yüz kadardı. Müze’nin yönetimi bir başrahip ile bir başkana bırakılmıştı.

Şimdi Müze’nin yüz akı İskenderiye Kütüphanesi’ne geçelim.

İskenderiye Kütüphanesi’nin Antikçağ’da döneminin en büyük bilim ve uygarlık kaynağı durumuna gelmesi pek de zor değildi. Mısır bir eski kültür ve koleksiyon ülkesiydi. Eski firavunların da uzun zaman öncesinden beri sahibi oldukları kütüphaneleri vardı. Bazı Asur ve Babil hükümdarlarının da kütüphaneleri vardı. Ama bir kişinin sahip olacağı ilk önemli kütüphane Aristo’nun kütüphanesi oldu. Bu kütüphane Büyük İskender’in cömertçe yaptığı para yardımları sayesinde kurulmuştu. İskender’den sonra, önce papirüsün daha sonra da parşömenin büyük ölçüde yapımı ve özellikle bilgili kölelerin kopyacı olarak kullanılması çok sayıda ve ucuz kitap üretimine olanak verdi.

Demetrios, İskenderiye Kütüphanesi için çok sayıda kitap alımları yaptı. Yurt dışına gönderilen memurlar da buldukları kitapları satın alıp getirirlerdi. İskenderiye Kütüphanesi yetkililerinin bulabildikleri her yazılı eseri alma gücü vardı. Örneğin Demetrios’un isteği üzerine Aristo’nun Kütüphanesi de mirasçılarından satın alınmıştı. Kütüphane yalnızca klasik yapıtları satın almakla değil, çağdaş yazarların aşırı verimliliği ile de hızla büyüyordu. Philadelphos’un saltanatının sonunda resmi bir rapor sayıları doksan bini bulan kopyalardan ayrı, Müze’de dört yüz bin cilt kitap varlığını saptamaktaydı.

Ondan sonra gelen hükümdarlar da bu çabayı sürdürdüler; değerli ve az bulunur kitaplar edinmek için hiçbir harcamadan kaçınmadılar. Böylece, o tarihe değin birçok bilime ait dağınık halde ve yok olmaya mahkum durumda olan sayısız eser İskenderiye Kütüphanesi’nde toplanmış oldu. Milattan önce 47 yılında, Sezar’ın Mısır’daki savaşı döneminde, kütüphanede yedi yüz bin-dokuz yüz bin cildi aşkın kitabın bulunduğu söylenir.

Dünyanın boyutlarını ölçmeyi ve çapını çok küçük bir sapma ile hesaplamayı başaran Eratosthenes’a, ilk buharlı gemiyi yapan Hero’ya, geometri kuramları günümüzde bile okutulan Öklid’e, suyun kaldırma kuvvetini bulan ve birçok savaş makinesinin mucidi olan Arşimet’e kadar birçok bilim insanı işte bu eşsiz bilgi ortamında yetişti.

İskenderiye Kütüphanesi

İskenderiye Kütüphanesi’ni Kim Yaktı?

İskenderiye’nin bu iki büyük kurumunun yazgısının ne olduğunu ve hangi tarihe kadar sürdüğü bugün dahi tartışma konusu. Ama bilinen gerçeklerden biri, kuruluşlarından bir buçuk yüzyıl sonra Müze ve Kütüphane’nin ilk ağır bunalımını VIII. Ptolemaios’un ya da uyruklarının Kakergetes dedikleri II. Euergetes döneminde yaşadığı. Kakergetes çok iğrenç cinayetlerin faili idi. Öyle ki 12 yaşındaki öz oğlunu boğazlamış ve parçalarını doğum gününde armağan olarak karısına yollamıştı. Başkentinden kovulduktan sonra, bir iç savaş sayesinde oraya geri döndü. İskenderiye’yi ateşe ve kana buladı. Müze’deki bilginleri sürdü ve dağıttı. Athenaios bu konuda “bütün dünyada başıboş dolaşan ve bildiklerini öğreterek geçinmeye çalışan birçok gramerci, filozof, geometri bilgini ve hekim” görüldüğünü anlatır. Kakergetes döneminden sonra Müze’nin öğretmenler kurulunun yeniden toplanmasına ve Mısır’dan papirüs çıkışının yasaklanmasına karşın Müze’nin şanlı dönemi artık geçmişti.

Tarih kitaplarında hâlâ sürüp giden bir gelenek, 47 yılında Sezar’ın Mısır Savaşı sırasında İskenderiye Kütüphanesi’nin ilk kez yakıldığını anlatır. Bu anlayış bugün tıpkı Müze’nin Halife Ömer’in emriyle Mısır fatihi komutan Amr İbn al-As’a tarafından yakıldığını ileri süren anlayış gibi kabul edilemez. İskenderiye Kütüphanesi’ni Sezar’ın yaktığıyla ilgili tek tanıklık tarihçi Dion Cassius’un (Dion Kassius) bir parçasıdır. O da sadece kitap “apotbekaı”lerinin yakıldıklarını söyler ve “iddia edildiğine göre” diye ekler. Kullanılan sözcük “ambarlar” ya da “dükkânlar anlamına gelmektedir. Kütüphane’yi göstermez. Belki de yanan kitap dükkânları ya da Sezar tarafından götürülmek üzere hazırlanmış rıhtımlardaki kitap kolileriydi. İskenderiye’nin donanmasını yaktığını ve bu yangının rıhtımlara bitişik binaları sarmış olduğunu Sezar’ın kendisi söyler. Eskiler herhalde bu temayı süslemiş ve ondan parlak söz etkileri yaratmak için Sezar’ın doğrudan Kütüphane’yi yaktığını yaymışlardır.

Sezar’ın hedefinde doğrudan Kütüphane olmasa bile İskenderiye kenti ile birlikte Kütüphane de zarar görmüştü. Batlamyus’un gayretleriyle Serapium Tapınağı’nda yeni bir kütüphane açıldı.

Peki İskenderiye Kütüphanesi’ni kim yaktı? Ya da tarihin tozlu sayfalarına gömülmekten neden kurtulamadı?

İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasının ya da yok olmasının başlıca nedeni, Hıristiyanlığın giderek gelişmesi ve genişlemesiydi. Milattan sonraki ilk yüzyıllarda orada sürdürülen bilimsel öğretim çoktanrıcılığın etkisi altında bulunuyordu. Dolayısıyla din adamlarına göre bu eğitim kurumları Hıristiyanlık karşıtlarının toplandığı bir merkezdi. Müzeler artık bilimsel çalışmaların yapılabileceği güvenilir bir yer değildi.

M.S. 391 yılında Serapium Tapınağı bu dogmatizmin sonucu olarak Theophilos önderliğindeki Hıristiyanların yağmasına uğradı. Yağmalama tapınakla birlikte yeni yerindeki kütüphaneyi de kapsamış birçok eser zarar görmüştü.

Hypatia’nın Dramı

İskenderiyeli Hypatiaİşte Kilise’nin gücünü giderek sağlamlaştırdığı, paganların kültürünü ve nüfuzunu yok etmeye uğraştığı bir dönemde dünyaya geldi İskenderiyeli Hypatia. Babası Theon, İskenderiye Müzesi’nde matematik hocasıydı. Babası sayesinde çok iyi bir eğitim aldı. Yetinmedi, biraz büyüdüğünde dünyayı dolaşmaya çıkıp diğer ülkelerdeki bilim adamlarından da eğitim aldı. Geri döndüğünde matematik ve felsefe okutması istendi; seve seve kabul etti.

Hypatia’nın ünü kısa sürede İskenderiye’nin dışına taştı. Tarihçi Sokrat, Hypatia’nın hem sınıfının, hem de evinin öğrencilerle dolup taştığını; Avrupa’dan, Asya’dan ve Afrika’dan birçok insanın yalnızca Hypatia’nın öğrencisi olabilmek için akın akın İskenderiye’ye geldiğini yazar.

Anlatılanlara bakılacak olursa zekası dışında muazzam güzellikte bir kadındı ve birçok talibi vardı. Kendisinden ders alan Roma Valisi Orestes bile ilk görüşte aşık olmuş, ama aldığı yanıt diğer taliplilerle aynı olmuştu: “Ben zaten gerçekle evliyim…” Fakat hepsinden öte Kilise’nin gözünde O, yalnızca doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışan bir pagandı!

Yeni Eflatuncular adı verilen düşünce okulunun üyesiydi kendisi. Bu okulun bilimsel düşünme yöntemi Hristiyanların dogmatik ve bağnaz düşünceleriyle taban tabana zıttı. Hypatia’nın Hristiyan dogmalarına karşı öne sürdüğü savları duyunca, İskenderiye Piskoposu Cyril deliye dönmüştü. Yetmiyormuş gibi, büyük güç çekişmesi içinde olduğu Roma’nın İskenderiye Valisi Orestes’in de en yakın arkadaşı olmuştu. Hypatia hem saygındı, hem bilgiliydi, hem de neredeyse herkesten daha ünlüydü. Kadınların hiçbir hakkının bulunmadığı, mal gibi alıp satılabildiği böyle bir çağda bilgi ve bilimin yani paganizmin sembolü olmayı başaran Hypatia’nın Kilise’nin hedefi olması fazla sürmemişti. Tüm bu tehlikelere karşılık Hypatia eğitmeye ve bilgiyi yaymaya devam etti. Ta ki 415 yılında yolu Cyril’in kışkırttığı din adamları tarafından kesilinceye kadar…

Gözü dönmüş güruh, at arabasından zorla indirdikleri Hypatia’yı Caesareum adındaki bir kiliseye götürdüler. Bütün giysilerini paramparça edip tamamen çıplak bıraktıktan sonra taşlayarak öldürdüler. İstiridye kabuklarıyla etini kemiklerine kadar ayırdılar. Ama öfkeleri bir türlü dinmemişti. Parçalanmış bedenini alıp Cinaron denilen bir yerde yaktılar.

Hypatia’nın hayatını sona erdirmek yeterli değildi. Sonra Kütüphane’deki kitaplar toplatıldı ateşe verildi. Ve Kütüphane derin sessizliğine gömüldü. Böylece insanlık tarihinin bu eşsiz bilim ve kültür hazinesi yok oldu, dünyanın eski çağlarına ait pek çok değerli bilgi bir daha ulaşılamayacak biçimde ortadan kalktı. Tıpkı toplamda 123 tane olduğu bilinmesine karşın günümüze ancak 7 tanesi ulaşabilen Sofokles’in eserleri gibi. Batı uygarlığı ancak Rönesans ve Reform’la aşabileceği 1000 yıllık koyu bir karanlığın içine gömüldü. Tüm bu insanlık suçunun sorumlusu İskenderiye Piskoposu Cyril ne mi oldu? 18. yüzyılda Kilise tarafından aziz ilan edildi!

Kısacası İskenderiye Kütüphanesi, Hıristiyanlık ile Paganlık arasındaki mücadelenin kurbanı olmuştu…

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.