Eylül 1939’da Polonya ordusunun çökmesinden sonra II. Dünya Savaşı dokuz aylık bir duraklama dönemine girdi, İngiliz ve Fransızların harekete geçmeye niyetleri yoktu. Ve aslında beklemek işlerine geliyordu; çünkü ablukaya aldıkları Almanların elindeki doğal kaynaklar çok sınırlıydı. Stalin’in yeni kader arkadaşı olarak benimsediği Adolf Hitler’e yolladığı buğday, petrol ve diğer
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, tarih biliminin giderek daha teknik ve profesyonel bir kimlik kazanmaya başlaması, tarih bilimini tarihçilerin tekellerine alma çabalarını da beraberinde getirdi. Tarihçiler beşeri bilim alanındaki her türlü araştırmada söz sahibi olduklarını diğerlerine kabul ettirmeye, kendi alanlarına daha fazla özerklik sağlamaya gayret gösterdiler. Kısacası tarih ancak
Günümüzde tarih biliminin en çok öne çıkan özelliklerinden birisi, giderek çok daha fazla bilim dalıyla işbirliği yapmaya başlaması ve neredeyse her konunun ilgi alanına girmiş olmasıdır. Tarihin gün geçtikçe çok daha fazla profesyonel bir kimlik kazanmasının ve teknik hale gelmesinin nedeni, tarihe yardımcı olan bilimlerin sayısının giderek artması ve
İstanbul’un Fethi bahis konusu olduğunda ilk gelen konulardan biri de İstanbul’un kuşatmasında kullanılan toplardır. Fatih Sultan Mehmet geldiğinde İstanbul’un surları modern tekniklerle yenilenmemişti ama 22 kilometre uzunluğundaki sur, 4.5 metre kalınlığı ile halen aşılması zor bir engeldi. Fatih Sultan Mehmet‘ten önce İstanbul tarih boyunca toplam 29 kere kuşatılmış ama
Yaşamının son dört buçuk yılında Roma İmparatorluğu’nu ömür boyu olmak koşuluyla diktatör olarak pençesine almış olan ve halk tarafından “Mağlup Edilmez Sezar” diye anılan Jül Sezar’ın (Gaius Julius Caesar) hayatı, baş döndüren maceralarla doludur. Milattan önce 100 yılında Roma’da dünyaya gelmişti. Doktorlar normal doğumu gerçekleştirmeyi başaramamış, onu ancak annesinin
Kristof Kolomb’un yeni dünyayı keşfinin ardından, Portekiz ve İspanya arasında başlayan anlaşmazlığı sona erdirmek için Papa Altıncı Alexandre Borgia, 7 Haziran 1494’de Tordesillas Antlaşması ile dünyayı boylamasına ikiye bölen hayali bir çizgi çizmişti. Böylece her iki ülke de dünyanın kendi paylarına düşen yarısında keşfettikleri bütün toprakların sahibi olabilecekti. Çoğunlukla